Testosteron, Testestoron, testostoron, testoston... Ne kadar karışık! Söylerken bile insanın aklı, dili karışıyor.. Aslında düşünüce çok karmaşık görünen bu kelimeyi anlamak hiç de zor değil. İnternetteki bilumum sözlüklerde de belirtildiği gibi testosteron “erkeği erkek yapan hormon” diye biliniyor. Azı da çoğu da erkeklere zarar! Kadınlarda bu hormonun artması ise tam bir faciaya neden olabiliyor! Bir de uzmanların bu hormonla ilgili yaptıkları ilginç deneyler oluyor çoğu zaman. Testosteron ile ilgili en son haberlerde gördüğüm bir araştırmaya göre, kimden hoşlanacağımızı testosteron belirliyor. İngiltere’de yapılan araştırmalar, insan vücudunda değişen testosteron seviyelerinin karşı cinsi çekici bulmada aradığı fiziksel özellikleri değiştirdiğini ortaya çıkarmış. Araştırma testosteron seviyesi yüksek olan kadınların, James Bond filmlerinde rol alan aktör Daniel Craig gibi daha maskülen görünüşlü erkeklere ilgili duyduğunu gösteriyor. Ayrıca, yine yüksek oranda testosteron seviyesine sahip olan erkeklerin de Natalie Portman gibi feminen yüzlü kadınlardan hoşlandığı belirleniyor.
Aslında hepsinden öte testosteron “Dünyayı yöneten hormon” diye de biliniyor. Ya da “dünyanın
İstanbul’da bir sonbahardı... Sarıyla mavinin birbirine karıştığı hüzünlü sokakta usul usul ilerliyordu araba... O zamanlar bu kadar da iyi tanımıyordum İstanbul’u... Dev sarayın önüne geldiğimizde gözlerimin kamaştığını hissetmiştim... Çocuk ve meraklı gözlerimin... Şimdi hatırladığım sanki onlarca saat sürmüştü Dolmabahçe Sarayı’nı gezmemiz. Her şey kocaman ve ihtişamlıydı. Büyük ve çok basamaklı merdivenler, kocaman avizeler... Koltuklar, perdeler, aynalar... Her şey büyüktü, ihtişamlıydı ve göz alıcıydı...
Sonra bir odaya girdik... Küçücük kalbim yerimden çıkacaktı sanki! O dev odaların, salonların aksine, küçücük, o ihtişamın gösterişin tersine öyle yalın ve sade... Üzerine Türk Bayrağı örtülü bir yatak, 9’u 5 geçe durmuş bir saat, duvarda ‘en sevdiği’ diye anlattıkları ‘Dört Mevsim’ tablosu... Tabloyu öyle incelemiştim ki... Odadan çıkmak istemediğimi anladım...
Daha küçücük bir çocukken gezdiğim o muhteşem saraydan aklımda kalan her bir eşyanın ne kadar da devasa olduğuydu. Ama çok da ayrıntı kalmamıştı hatırımda. Ama Atatürk’ün son günlerini geçirdiği o odayı sorsalar en ince ayrıntısına kadar anlatırdım.
* * *
Sonra birkaç kez daha gittim Dolmabahçe Sarayı’na. En
Karagöz ve Hacivat... Bu iki karakterin gerçekten yaşayıp yaşamadığı, yaşadıysa nerede nasıl yaşadığı kesin olarak bilinmiyor. Rivayete göre Hacivat ve Karagöz, Orhan Gazi devrinde Bursa’da yaşamış, cami yapımında çalışan iki işçidir. Kendileri çalışmadıkları gibi diğer işçilerin de çalışmasını engellemektedirler. Orhan Gazi’nin, “Vaktinde bitmezse kelleni alırım” dediği caminin mimarı, Karagöz ve Hacivat’ı şikayet eder. Bunun üzerine bu ikili başları kesilerek idam edilir.
Karagöz ve Hacivat’ı çok seven ve ölümlerine çok üzülen Şeyh Küşteri, ölümlerinin ardından kuklalarını yaparak perde arkasından oynatmaya başlar. Bu sayede Hacivat ve Karagöz tanınır.
Hacivat karakteri düzeni temsil eder. Nabza göre şerbet verir. Kişisel çıkarlarını her zaman ön planda tutar. Az buçuk okumuşluğundan dolayı yabancı sözcüklerle konuşmayı sever. Perdeye gelen hemen herkesi tanır, onların işlerine aracılık eder. Alın teriyle çalışıp kazanmaktan çok, Karagöz’ü çalıştırarak onun sırtından geçinmeye bakar...
Gelelim günümüze... Malum, oyun karakterleri ki gölge oyununda da, ortaoyunda da, köy seyirlik oyunda da hatta sahnede gördüğümüz her oyunda aynıdır. Hayatın içinden çıkar. Gördüğümüz en
İnsan en çok sevdiğini en çok üzermiş... En çok sevdiğine en çok kızar, en çok kırılır, en çok takılırmış. Nazı da en çok sevdiğine geçermiş. İzmir Sanat da benim bu kentte en çok sevdiğim sanat kurumlarından biri... Bu güne kadar en acı eleştirileri ama yeri geldiğinde de en tatlı eleştirileri İzmir Sanat için yazdım. Dikkate alınacağını biliyordum...
İzmir Sanat’ın aile gibi sıcak kurumsal kimliğinin, olumsuzu olumluya çevirebileceğini tahmin ediyordum.
2008 - 2009 Yıllık Program kitapçığını gördüğümde şaşırmadım dersem yeridir...
İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Aziz Kocaoğlu, kitapçığın ilk sayfasında İzmirli sanatseverlere şöyle sesleniyor: “İzmir Sanat, kültür ve sanat çalışmalarımızda özel bir yere sahiptir. Kentimizin belli başlı kültür ve sanat kurumları arasında, yıllardır başarıyla çalışan İzmir Sanat, inanıyorum ki önümüzdeki sanat döneminde de, bu niteliğini daha da koruyacak, övüncümüz olmayı sürdürecektir. Ülkemizin ve dünyanın önemli sanatçı ve topluluklarını ağırlayacak bir programla, toplumun her kesimine seslenecek olan İzmir Sanat, her zamanki gibi, en güzel karşılığı hemşehrilerimizin göstereceği yoğun ilgiyle alacaktır.”
Başkan Kocaoğlu’nun bu
“Küçükken mazgalları kumbara sanıp tüm harçlığımı atardım.
onun için en çok denizden alacaklıyım“ der Sunay Akın...
Benim de “küçükken” diye başlayan ve hatırımda kalan “parayla” ilgili ilk anı, kumbaram... Dedem hesap açtırınca, kardeşim ve benim için İş Bankası, birer kumbara vermiş. Kumbaraları eve getiren dedem yanına çağırıp anlatmış, elimize de atmamız için ilk paraları uzatmıştı. Vitrine konan kumbaraların altına, karışmasın diye isimlerimizi yazmıştık. Zaman zaman elimize alıp, ağırlığını ölçüp, “Dolmaya başladı mı?”
Nerede o eski bayramlar” diye başladı mı sohbetler, bilin ki içinden “Yaşlanıyorum galiba” diye de geçirirler sohbet dahilindekiler... Eski bayramları düşünmeye başladınız mı, özlem çıktı mı ortaya o zaman işte “Yaşlanıyor muyum ne?” diye de burulmaya başlamışsınızdır. Bayrama daha 5-6 gün var ama o eski bayramların kokusu tütmeye başladı bile burnumda. Eski bayramları anan sohbetler başladı dostlarla aramızda. Ziyaret sırasına koyduğumuz büyükler, alışverişte alınacaklar, bayramlık giysiler... Şeker, mendil, bozuk para telaşı... Ben hazırlıkların çoğunu hiç yaşamadım! Kağıt paraları, gelen mahalleli çocuklara dağıtmak için bozdurmadım mesela... Ya da mendiller alıp el öpenlere vermek için kolalamadım. Benim anılarım bana hazırlananlarla sınırlı kaldı. Yani bayramlık ayakkabı, elbise hazırlığı, cebime doldurduğum metal paralar, şeker yemekten alerji olmak ve gezmekten yorgun düşmek kaldı anılarımda. Yani büyüdüğümde, ne anneannem dedem ne annem babam gibi bayram hazırlığı yapmadım. Şimdi bayramla ilgili kızımın imgeleminde neler
“Eğer elinizde bir çekiç varsa, her şey gözünüze bir çivi görünmeye başlar” diye bir söz var... Aslında hayatta her yerde, her arıza, bu kendini tamirci zannedip, o edayla yanlış arayıp düzeltmeye çalışanlardan kaynaklanıyor. Küçük kıymıkları koca çivilere benzetip, ortalığı kırıp dökmekte onların üzerine yok! Akıllıca bir dokunuşla pürüzü gidermek yerine, elindeki koca çekiçle girişiveriyor onlar... ‘Cahil cesaretiyle’ de diyebiliriz hatta. Onların gözü kusurlardan başka bir şey aramaz ki! Oysa hayatta en sevdiğim sözlerden biri de, “Aklın yolu birdir!” Akıl, bilim, bilgi her şeyin üstesinden gelir. Çünkü tek doğru vardır... Ve doğruyu arıyorsanız, yanlışı değil doğruyu bulursunuz zaten.
Çocuklarımızı da bu tavırdan uzak yetiştirmeliyiz diye düşünüyorum. Deneyimlerini çekiçten, çividen değil, bilim ve bilgiyle kazanmalılar. O zaman mantıklı, etik, düzgün ve doğrularla dolu bir hayatları olur. Bilgi sahibi olmak istediklerinde
Bahçeye, çam ağacının yanına özenle yerleştirdiğim tavuğuma baktım önce. Sonra zeytin ağacının dibindeki kaz yavrusuna ve az ötede yaseminin dibindeki tavşana... Öyle büyük sanmayın bahçeyi. Bu kadar çeşit hayvanı alacak kadar büyük değil. Zaten bu saydığım tavuk, kaz yavrusu, tavşan da gerçek değil. Hani şu yol kenarlarında görüyorsunuzdur. Kireçten yapılmış minik hayvan figürlerinden söz ediyorum. Ama gerçeği kadar sevimli ve capcanlı duranlardan.
Ben bahçede, yapma tavuğuma, tavşanıma, kaz yavrusuna bakarken çocukluğumu düşündüm... Anneannemle dedemin yanına yaz tatillerinde gittiğimde, kasabadaki çocuklarla salyangoz toplardık. Salyangozları hurdacıya sattığımız günleri düşündüm. Salyangozları bulmanın ipuçlarını çocuklardan öğrenmiştim. Taşların üzerinde sümüklü böcek de dediğimiz kabuklunun bıraktığı yaldızlı sıvının izi sürülürdü önce. Ve mutlaka yakınlarda bir yerlerde parıldardı kabuğuyla birlikte. Yanındakilere bulduğunu