“Çıt, çıt, çıt, çıt...” Usul, usul... İnce, ince... Zarif, ürkek, asil bir baston sesi. Duyan hemen anlardı kimin geldiğini. En mutsuz, en karmaşık, en sıkıntılı andaysa bile bırakıp her şeyi koşardı yanına. İsmail Amca! Bir bilsen nasıl özledik o baston sesini. Gülümseyerek gazeteden içeri girmeni, hepimizi tek tek öpmeni... “Siz kalkmayın, ben gelirim” deyişini. “Özlemek yaşamaktır...” demiştin daha ölmeden bir ay önce, Milliyet Ege’de haftalık yazılarını yazdığın “Bizim Köşe”de İsmail Amca... Özlüyoruz seni...
Bazı insanlar vardır. Hiç ölmeyecekmiş gibi gelir. Hasta olduğunu duysanız bile inanmazsınız yitip gideceğine. Bir gün gelse, ölüm kapıyı çalsa... “Haklıymışım” dersiniz. Çünkü ölümün de ne demek olduğunu anlatır giderken. Ne umutsuzluktur ölüm, ne yokolup gitmektir. Araya ayrılıklar girmesidir sadece. Özlem duymaktır biraz da. İsmail Amca’nın ölümünden sonra yaşlı, genç eminim herkes işte bunları düşündü. 80 yıllık yaşamında zoru başaran, insanlara yalnızca sevgiyle yaklaşan ve sevgiyle anılan bir insan oldu. Ardında da büyük özlem bıraktı. O özlem; doğru olmaya, onurlu olmaya, hoş görülü olmaya, kalp kırmaktan hep uzak olmaya, hep yapıcı olmaya, öğretici olmaya, kısacası hayatta güzel olan ve unutulmaya yüz tutan her ne kadar erdem varsa onlara duyulan özlem oldu daha çok.
Bir anıt gibiydi İsmail Amca...
Adı Türk basınıyla, İzmir’le ve Milliyet gazetesiyle özdeşleşen İsmail Sivri 2 Ağustos 2007 akşamı Ege Üniversitesi Hastanesi’nde hayata gözlerini kapattı. İzmir Gazeteciler Cemiyeti’nin 14 sene başkanlığını yürüten, onursal başkanlığa layık görülen, “onurlu kalem” diye anılan İsmail Amca, İzmir’de unutulmayacak bir iz bıraktı. Büyüklerin “İsmail Ağabey”i, küçüklerin “İsmail Amca”sı, “Tonton Dede”si oldu. Onun yaşamı, Türk basınında bir devrin fotoğrafı gibiydi. Anı adamıydı bir de... Acı tatlı her sohbeti bir anıya bağlardı.
Yarın ölümünün birinci yıldönümü. Bugün Konak Belediyesi Alsancak’taevinin bulunduğu, Mahmut Esat Bozkurt Caddesi’nin girişine yapılan heykelinin açılışını gerçekleştirecek. Tören, 11.00’de. İnsanın aklına, “Heykeli dikilecek adamsın İsmail Amca” sözleriyle gülünen günler geliyor... Bir de hastalığını ilk öğrendiğimizde “Üzülmeyin” diye onu sevenleri teselli edişi. Yazıyı yazmadan önce, Milliyet Ege’deki köşesinde yayımlanan son 10 yazısını okudum. “Özlemek yaşamaktır...” diyordu onlardan birinde:
* * *
“Bildiğiniz gibi, uzun süren hastalık günlerimde, dost ve arkadaşlarımla gazeteci kardeşlerim beni hiç yalnız bırakmadılar. Sık sık evimize gelerek, telefonlar ederek hatırımızı sordular.
Her ziyaret ve her telefon bir ilaç gibiydi. (...)
Sevgili dostlar, hepinize minnet borçluyum. Hepinize yürekten teşekkürler ederim. Fırsat buldukça, ben de hepinizi evlerinizde ve iş yerlerinizde tek tek ziyaret etmeyi bir görev saymaktayım.
Sağlıkta olduğu gibi hastalıkta da yaşam dostlarla daha güzeldir.
Sizler gibi, yaşamımın büyük bir bölümünü geçirdiğim İzmir’i çok özledim. Tüm İzmir gözlerimde tüter oldu. (...)Tek isteğim, beni hasta yatağımda ziyaret eden tüm dost ve arkadaşlarımı ev ve iş yerlerinde mutlaka ziyaret etmek. Bu ziyaret ve gezilere, önce gazetelerden başlayacağım. Sonra evlere ve iş yerlerine giderek eski dostları arayacağım. Bulduklarımla görüşecek, bulamadıklarımı tekrar arayacağım. Bir fırsat bulduğumda, gün batımında Pasaport’a gideceğim. Güneşin batımını seyredip, çay içeceğim. Belki, oralarda bir iki eski dostla kucaklaşır, hasret gideririz. Sizler de gelir misiniz?”