Zeki erkek daha az aldatıyor

2 Mart 2010

SADAKAT... Herkes kendine göre yorumluyor sadakati. Kimi “İnsanın kendine en büyük ihaneti” diye tarif ediyor. Kimi kimsede aslında olmadığını iddia ediyor.
Sadık olmakla başlıyor her şey.
İnsan ülkesine sadık oluyor. Sevdiğine sadık oluyor. İşine, patronuna sadık oluyor. Eşine sadık oluyor. Tuttuğu takıma sadık oluyor. Ve o şeylere bir kere sadık oldu mu asla ihanet etmiyor...
Bu günlerde sadakatle ilgili herkesin neredeyse ezberlediği Ezel’den Ramiz Dayı replikleri var bir de...
“Ne menem şeydir bu sadakat? Sessiz kalmak mıdır? Kıyametin kopacağını bile bile... Ölüm gibidir sadakat pazarlığı olmaz, bir kere çizgiyi geçtin mi, yoktur dönüşü. Gün gelir ihanet eden sadakat ister. Sadaka gibi verilmez sadakat. Hepsini ister. Sevdiğine sadık kalan adam, kendinden vazgeçebilen adamdır. Yemin etmeden bir daha düşün... Sadakatla başlayan her şey ihanetle biter...”
Kim ne derse desin en büyük sadakat ve sadakatsizlik tartışmaları yine kadın - erkek ilişkilerinde ortaya çıkıyor. Genelde, erkeklerde aranıp da çok zor bulunan bir özellik gibi görünse de zaman zaman kadınlarda da günümüzde aranır hale geldi sadakat.
Schopenhauer felsefesine göre erkek doğası gereği sadakatsizliğe,

Yazının Devamı

Maskemizi takıyoruz ilişkide yaş farkı formülünü açıklıyoruz

26 Şubat 2010

SAĞIMA bakıyorum. Yok! Soluma bakıyorum. Yok! Hiç mi iyi bir haber yok? Rüya aleminde gibiyim. Sadece ben mi? Sanmıyorum... Kimin suratına baksam benzer bir suret. Aynı tarifi yapıyorum, gördüğüm tüm yüzlere.
Gözlerinin içi gülen birilerini arıyorum. Var! Ama onlar da sahte. Belki de işleri iyi gittiği için, avuçlarını ovuştururken bir yandan da gülüyorlardır, kimbilir? Onların işleri iyi gittiçe, bu ülkede işler kötüye gidiyor hep. Farkındayız. Ama?
Ama, bir yolu olmalı. “Ne yapmalı” diye düşünüyorum. İçinden bizim çıkamayacağımızı biliyorum. Düşünüyorum, düşünüyorum...
Bir koşu gidip maske bulmaktan başka çare var mı? İçin karardıkça, tak bir maske. Rengarenk olsun. Tüyleri olsun. Işıl ışıl simleri olsun. Şööyle uzaktan bakınca parıl parıl parlasın. Görenler “Aman ne güzel de gülleri açmış. Oh oh!“ desin.
Hatta herkes fazla maskesini en yakınındakine de versin. Aman dikkat maskeleri seçerken, renkli ve mutlu olanlarına dikkat! Maskeniz gülen cinsten olsun. Hatta ağzı kulaklarına varsın.
İçinizden Can Yücel’in şiirini mırıldanın mümkünse:
İçerimde bir bokluk var

Yazının Devamı

Fobimden kurtulup uçak kullanacağım

23 Şubat 2010

HER defasında aynı şey oluyor... Ne zaman uzak yere bir görev çıksa, aynı şeyleri yaşıyorum. Aklımdan; ‘İnşallah vize alamam.’, ‘ Gezi bir iptal olsa...’, ‘Başka bir iş çıksa...’, ‘Hastalansam?’ ‘Gemi ya da başka araçla gitme şansı olur mu acaba?’ gibi saçma sapan düşünceler geçiyor. Ama grupla, heyetle gidilen tüm seyahatler genelde uçakla oluyor. Ve ben uçaktan korkuyorum!
Yani, benim uçuş fobim var.
Yoksa ben de istemez miyim 8 saatlik yere 50 dakikada gitmeyi? 11 saatte kendimi dünyanın öbür ucunda bulmayı? Ben korkmak ister miydim; çekçekli bavulları, apoletleri, şapkalarıyla film yıldızlarını aratmayan uçuş ekiplerinden?
Aslında ben böyle değildim. Sonradan oldum.
Bu korku bana musallat olana kadar sayısını hatırlamadığım kadar uçağa bindim. Hem de bundan 25-30 yıl önce. Uçakların daha ilkel, hava şartlarının daha zor olduğu dönemlerde üstelik.
Ancak ne olduysa oldu...
13-14 yaşındaydım. Fırtınanın tozu dumana kattığı, yıldırım ve şimşeklerin ortalığı aydınlattığı bir günde kötü bir deneyim yaşadık. O gün bu gündür, ‘Uçaklar benden uzak olsun’ modundayım.

Yazının Devamı

Ankara’dan İzmir manzarası

19 Şubat 2010

“ESKİŞEHİR’E gidip bir buçuk saatlik hızlı tren yolculuğuyla Ankara’ya geçmemek olmazdı“ diye noktalamıştım son yazıyı...
Ankara, özellikle de Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) kulislerinden İzmir’in nasıl göründüğünü anlatacağımı söylemiştim...
İşte size tren yolculuğunun başladığı andan itibaren dikkat çeken anlarıyla başkentten İzmir fotoğrafları:
Hızlı tren Ankara ve Eskişehir’i birbirine daha da yakın-laştırmış. Ancak toplam yolculuğun bir buçuk saat süreceği duyurulsa da genelde 250 -300 kilometre hız yapan trenin hiç bir zaman dakik olmadığı söyleniyor. Zaten biz de 20 dakika geç ulaştık Ankara’ya.
Tren, otobüs gibi yolculuklarda yalnızsanız genelde yanınızdakiyle sohbete başlarsınız ya... Benim de öyle oldu.
“Eskişehirli misiniz?” diye soran hanıma İzmirli olduğumu söyleyince sohbetin yönü de çizilmiş oldu. İzmir’i duyunca hanımın gözleri parladı. “Güzel şehir” diyerek başladı:
“Kordon’unuz şöyle, Karşıyaka’nız böyle, Güzelyalı’nız öyle...”

Yazının Devamı

Meğer ne çok avukat varmış(!)

16 Şubat 2010

BEN Eskişehir’de Porsuk’ta Venedik’i aratmayan tekne gezintisindeyken meğer İzmir, deli çayları, nehirleri aratmıyormuş... Eskişehir’de de yağmur yağıyordu ama, İzmir gibi insanın yüreğini burkan görüntüler yoktu.
Uzaktan, güzel İzmir’imin o halini görünce keyfim de kaçmadı değil.
Eskişehir Belediye Başkanı Yılmaz Büyükerşen’e sorulacak sorular arasına, böylelikle;”Porsuk’u nasıl ıslah ettikleri, Afet Eylem Planı’nı nasıl hazırladıkları, hem çevre hem de zemin çalışmalarını nasıl yaptıkları“ da eklenmiş oldu.
Bunları yaparken de karşı çıkanlar olup olmadığı da tabii ki!
Bir zamanlar leş gibi kokan ve yanına varılmayan Porsuk’a yapılanları aktaran Büyükerşen, tüm çalışmaları anlatsa ilavemizin sayfalarının yetmeyeceğini vurguladı.
Afet riskini azaltmak için yaptıklarını anlatması bile yaklaşık 15 dakika sürdü.
Taşkın riskini yok etmek için kurdukları Panama Kanalı örneği ise tüm belediyecilere tam bir ders niteliğinde.

Yazının Devamı

Tek taş yüzük yerine sıradan bir gündeki gülü tercih ederim

12 Şubat 2010

İKİ gün sonra 14 Şubat... Eeee naptınız? Hediyelerinizi aldınız mı? Sürprizleriniz hazır mı? Etrafta haftalardır bir hazırlık, bir hazırlık... Kalpli mönüler, kırmızı güller, tek taş yüzükler... Hatta lambadan çoraba, terliğe kadar Sevgililer Günü’ne özel hediyelikler. Ama şöyle bir düşünüyorum da bazen, bu işi fazla abartmamalı. Düşünün ki yıllardır evli bir çift. Adam da kadın da hem evlilik yıldönümü, hem doğumgünü, hem tanışma yıldönümü, hem yılbaşı, hem Sevgililer Günü’nde ne alacağım diye kara kara her yıl düşünüyor. Aralarındaki ilişki hediye alıp verme seremonisine dönüşmez mi?
Oysa insan, özel günler dışında yapılmış inceliklerin daha kıymetli olduğunu düşünüyor bazen. Örneğin Sevgililer Günü’nde alınmış pahalı bir hediye ya da tek taş yüzük yerine, sıradan günlerde düşünülmüş tek bir gülü, bir demet çiçeği tercih ederim ben. Bir ritüele kapılmadan sadece içten gelen minik bir incelik...



Burada da işte bu yüzden, kadınlara biraz sözüm var. Sürekli beklemeyin. Sürekli beklenti içinde olmayın. Böylece hem kendinizi hem de karşınızdakini beklentiler dünyasında boğmayın.
Kocanız ya da sevgiliniz bırakın hediye almasın Sevgililer Günü’nde. Siz yine de iki kişilik

Yazının Devamı

Gazeteciler de eğlenir...

9 Şubat 2010

Bizim meslekteki tabirle bu ‘Can Can’ sayfasında; magazin haberleri arasında kaldığımdan beri, sayfaya da uygun yazmaya çalışıyorum. Hatta son haftalarda aşkla ilgili döktürdüğüm için, pazar günü Hürriyet‘teki yazısında Deniz Sipahi; “Banu aşk doktoru kesildi başımıza” dedikten sonra, adım ‘Aşk uzmanı’na çıkacak diye bir yandan da korkmuyor değilim.
Ama itiraf etmeliyim, hiç bu kadar çok telefon, elektronik posta almamıştım. Deniz Sipahi’nin de, ‘Müthiş’ diye beni motive ettiği, dengeli ilişkileri eskrime benzettiğim yazının ardından, Eskrim Federasyonu’ndan davet bile aldım(!)
Bu arada yayın danışmanımız Hamdi Türkmen’e teşekkür etmeliyim. ‘Ben böyle şeyler yazamam’ itirazlarıma rağmen, ‘İnat etme. Beni dinle. Bak göreceksin’ deyip beni teşvik ettiği için...
Sayfaya dönecek olursak... Bu sayfadaki, ‘İzmir’de kime, kimlerle, nerede, nasıl eğlenmiş’ haberleri hazırlanırken, bakıp bazen iç geçirmiyor değiliz. Üstelik ‘Can Can’ sayfasında yazdığımdan beri, benim de canım bir eğlenmek, bir eğlenmek istemiyor değil hani! Zaten biz de hep sayfaların arasından bakmıyoruz hayata. Arada sırada coştuğumuz oluyor. Hatta bu hafta sonu öyle bir eğlendik, dinlendik ki!
1970’lerden bu

Yazının Devamı

Diktatörler de ölümüne sever

5 Şubat 2010

Ölümsüz aşkları düşündüm bugün... Durup düşündüğümde, önce sizin bizim gibi insanlar geldi gözümün önüne. Belki o günün içinde sıradan olan, ama unutulmaz aşk hikayelerini hatırladım onların. Çok uzağa gitmeme gerek yoktu. Çoğu hikaye hemen yanıbaşımızdaydı, çoğu da gazete sütunları arasından sıyrılıp geliverdi zaten. ‘Ölümsüz aşk’ deyince ilk aklıma düşen, 40-50 yıllık çiftlerden biri ölünce diğerinin de birkaç saat, birkaç gün, birkaç hafta sonra diğerinin ardından gitmeleri oluyor nedense...
40-50-60 yıl bir yastığa baş koymuş ninelerin, dedelerin, amcaların, teyzelerin hikayeleri... Birinin göçüp gitmesine dayanamayan da peşinden son nefesini veriyordu işte! Daha geçen hafta bir arkadaşımın anneannesinin yüreği, 40 gün önce yorulan kalbine yenilen dedenin ardından daha fazla dayanamadı, duruverdi.

Unutulmaz aşk mektupları...
Böyle hikayeler sadece sıradan insanlarda değil elbet. Elbette devlet adamları, liderler, siyasetçiler de aşık olur. Hatta diktatörler de... Ve onlar da ölümüne sever. Dünyaya hükmeden anlaşmalara imza atan o eller de unutulmaz aşk mektupları yazar. Ulusların kaderini belirleyen etkileyici konuşmaları yapan o adamların, kadınların da ağızlarından aşk

Yazının Devamı