İlişkiler eskrim gibidir, iyi refleks sağlam sinir gerektiren strateji ister

2 Şubat 2010

Mutlu aşkın, uzun ilişkinin, bir yastıkta kocamanın ‘tek formülü yok’ ama yöntemleri var elbet diye bağlamıştık ya yazıyı geçen hafta... İşte o yöntemlerden birinde şimdi sıra.
Bu arada, Amerikan magazin dergisi Glamour‘ın ‘ilişki’ editörü Brenda Della Casa‘nın, ilişkilerin sonunu getiren sekiz alışkanlığı derlemesi de yazıya destek çıktı.
Casa‘nın derlemesine göre ilişkileri ‘enkaza çeviren alışkanlıklar’ şöyle:
1. Sevgilinizi olmasını istediğiniz gibi değil, olduğu gibi görün ve değiştirmeye çalışmayın.
2. Ruh halinizdeki tutarsızlıkları dizginlemeye çalışın ve kapris yapmayın.
3. Arkadaşlarınızla, ailenizle, sevgilinizin dedikodusunu yapmayın.
4. Her canınız sıkıldığında onu arayıp ağlamayın.

Yazının Devamı

Ege havası(!)

26 Ocak 2010

YERİMDEN kalkıp, cama koşup karşıdaki dağlara bakıyorum. Mor mor bulutların kapadığı dağ zirvelerinde, kar arıyor gözlerim. Her yerde kar varken, biz yine İzmir’de sadece soğuğuyla yetiniyoruz etrafın. Her durumda, etrafta olup bitenin, sadece etkisiyle yetinmeyi biliriz zaten biz buralarda!
İstanbul’dan gelenler nasıl da eziyet çektiklerini anlatıyorlar ama, bir yandan da bembeyaz örtünün arasında verdikleri pozları havalı havalı göstermekten de geri kalmıyorlar. Her durumda böyledir. İzmir yetinmeyi bilir, İstanbul durumundan şikayetçi gözükse de durumu kullanmayı iyi bilir.
Sonra bir fotoğraf düşüyor. Muğla DHA’dan Yaşar Anter haberiyle... Tam da ‘Ege havası’ nı anlatıyor. Bilirsiniz Ege havasını... Sabah kalkarsınız soğuk bir hava, dışarı çıkmak istemez canınız. Sonra bir bakarsınız güneş açmış, atarsınız kendinizi sokağa. Çok geçmez birkaç saat sonra bir fırtına, bir rüzgar, bir keskin soğuk! Tepenizde bulutlar, “Eyvah bir köşeye sığınmalı!” dediğiniz anda da, daha kuytu bir köşe bulamadan bindirir deli bir yağmur. Böyledir Ege havası. Sağına soluna pek belli olmaz bazen. Ondan İzmirli kızlara da yüklerler ya bu sıfatı. Bilirler belli olmaz hangi durumda ne yapacakları.

Yazının Devamı

Louvre macerası uzun soluklu

22 Ocak 2010

PARİS’TEKİ EXPO 2015 oylamasından önce, sabahın köründe, gözümüzü Louvre Müzesi’nin önünde açmıştık. Öyle ya Paris’e gelip Louvre Müzesi’ni görmeden dönmek, ayıp olurdu. Biz de ayıp etmemek için müzeye koştuk. Koştuk ama, şaka bir yana, öyle uzun bir kuyruk vardı ki; saatlerce beklemeyi göze alamadık. ‘Sonra geliriz’ dedik. Paris’te o kadar çok gezip görülecek müze, saray, heykel vardı ki, sonra gelip saatlerce sıra bekleyecek vakti de bulamadık. Paris’ten hem EXPO 2015 oylamasını kaybedip hem de Louvre Müzesi’ni görememe ayıbını işleyip döndük.
25 Ekim’de Büyükşehir Belediyesi’nin düzenlediği Kültür Çalıştayı’ndan çıkan sonuçlardan birinin, müzedeki İzmir’e ait eserlerin istenmesi olacağını duyunca, işte o uzun kuyruk geldi gözümün önüne. İçeri giremememiz geldi... E biraz da umut olmadı değil hani!
Hani insan hayal kurar ya yaşadığı kent üstüne.... Biraz öyle hayallere daldım. İzmir’in ortasında, görkemli bir müze ve önünde dünyanın dört bir yanından gelmiş, kuyrukta bekleyen insanlar düşündüm.
Sonra Büyükşehir Belediye Başkanı Aziz Kocaoğlu, müzenin CEO’su Henri Loyrette’e bir mektup yazdı. Louvre koleksiyonlarında bulunan ‘İzmir’e ait eserler’in İzmir’e geri verilmesini

Yazının Devamı

Sarıgül’ün sarı güvercinleri ne oldu?

19 Ocak 2010

SEÇİMDEN, çok seçim dönemini seviyorum ben.
Mitinglerde yaşananları, ajanslara düşen haberleri...
Adayların ilginç propaganda yöntemlerini...
Hele bağımsızları! Dikkat çekmek için ellerinden geleni yapmalarını...
Eşekle gezmekten tutun da, davul zurnayla adaylıklarını ilan etmelerine kadar, türlü ilginçliklerini...

Akılda kalanlar

Yazının Devamı

İyi şeyler ararken...

15 Ocak 2010

İYİ bir şeyler arıyorum... Gazetenin sayfalarını çeviriyorum, televizyonda kanalları değiştiriyorum. Yok,yok yok!
Sanki hava durumuna uyum sağlar gibi, kara bulutlar geziniyor etrafta. Fırtınanın savurduğu gibi, tüm iyi şeyleri de uzaklara fırlatıp atıyor bu bozuk hava. Bozuk havanın kaynağını biliyorum. Bozuk havanın kaynağı bu bozuk düzen!
Tek bir dünyada yaşadığımızı unutup tek bir ülkeye, tek bir insan olduğumuzu unutup ırklarımıza sarıldığımızda...
Yıllardır kapı komşumuz olanların Rum, Roman, Ermeni, Kürt, Türk, Alman, İngiliz olmalarına kafayı taktığımızda...
Trafikte, hastanede, eylemde hatta yolda...
Sadece insan olduğumuzu unuttuğumuz için bozuldu bu düzen.
Birileri sadece insan olduğumuzu bize hatırlatmalı.

Yazının Devamı

Göbeklenip, badi badi yürüyen kocaları ne yapmalı?

12 Ocak 2010

HABERİ okuyunca, ‘İşte kıyamet yaklaşıyor! Başımıza taş yağacak’ diye çığlık atıp, damağımı kaldırdım. “Bu günleri de mi görecektik?” diye kendimi sakinleştirdim sonra. İslamcı yazar Abdurrahman Dilipak bizim bu taraflardaymış. Yani Ege’nin gavur kıyılarında. Tabii bizim buralara gelince, biraz yoldan çıkmış. Yoldan çıkmış ve Bodrum’da katıldığı bir konferansta, kadınlara günde iki öğün yiyip badi badi yürümeme öğüdü vermiş. Sonra kocalarınız başka kadınlara bakar diye de zılgıtı çekmiş.
Tövbe tövbe!
Dilipak hızını alamamış, bu yemek yemeye bağlı badi badi yürüme ve kocaları Bodrum gibi yerlerde başka kadınlara kaptırma mevzuunu da bakın müslümanlığa, namaz kılmaya nasıl bağlamış:
“Toplumumuz namazı unutma, bunu isteyenler de unutturma gayreti içerisinde. Camilerde kadınlarımıza yer var. Kadınlarımız erkeklerimiz gibi mutlaka camiye gitmeli, namazlarını orada kılmalı. Peygamber efendimiz günde üç değil iki öğün yemeği önermişti. Öğle yemeğini hem sağlığınız için yemeyin, hem aile bütçesine katkıda bulunun, hem de bu yemekten kazandığınız zamanı toplum ve insan için yararlı etkinliklere ayırın. Ayrıca günde üç öğün ve tıka basa yemek yiyen özellikle kadınlarımız kendilerine

Yazının Devamı

İzmirli kadınlar güzel ama erkeklerin de hakkı yenmesin!

8 Ocak 2010

Offfff.... Aslında çok sevmiyorum şu ‘kadın - erkek’ diye ikiye bölen ayrımları. Ya da ‘İzmirli - İstanbullu - oralı buralı’ bölmelerini. Ama insan azıcık kafasını dışarı çıkarttı mı böyle oluyor işte. Hele bir de bizim ülkemizde öyle bir ayırım var ki; şu söylediklerimin katmerlisi!
‘İzmirli kadın’.
Ayrımcılığın karesi olan bu tamlamanın versiyonları da var: ‘İzmir’in kızları’, ‘İzmir’in güzel kadınları’
İzmir’deki rahat, bacak bacak üstüne atmış, deniz kıyısında güneşlenir modunuzdan sıkılıp, biraz başka şehirlere uzansanız hemen hatırlatılır bu haliniz. Ya da İzmir’e bir ağır şehirli gelse, konu gelir tam da can damarımıza dayanır. Örnek siz olmasanız da yoldan geçen, hoş bir İzmirli kadının ardından uzunca bakılır ve ‘İzmirli kadınlar neden güzel?’ sorusu ‘pat!’ diye düşüverir önünüze. Oysa üşenmeseler, internetteki arama motoruna, ‘İzmir’in kızları’ yazsalar binlerce sayfa açılacaktır İzmir’in kızlarını anlatan. Ekşi Sözlük’ten, bloglara kadar... Örnek mi? İşte size biri:
‘Hep sorarlar ya - Neden bu kadar güzel İzmirli kadınlar? Hep onlarda kıkırdamalar, kahkahalar ve fışkırıcı şımarıklıklar.’
Şimdi, fonda Sezen Aksu, ‘İzmir’in kızları.’ Arama motorunda gezinirken

Yazının Devamı

Twitter’da yazanlar teşhirci; okuyanlar da röntgenci mi?

5 Ocak 2010

BU aralar herkeste bir ‘twitter’ merakı... Yazarlardan, yönetmenlere, mankenlerden artistlere, gazetecilere kadar... twitter çılgınlığı almış başını gidiyor! Kimin nerede ne yaptığını twitter’a bakıp öğrenmek mümkünmüş. Magazin haberleri bile artık twitter’dan çıkıyormuş. Twitter’la uzaktan yakından işim olmadığı için böyle ‘mişli’ geçmiş konuşuyorum ama bir yandan da ‘bazı’ meraklarım yok değil. Bunlar daha çok, ‘Ne olacak bu twitter’cıların sonu?’ yönünde. İşte ben tam, ‘Allah bu twitter’cıların sonunu hayır etsin’ diye düşünürken imdadıma bir psikoterapist yetişti.
Psikoterapist Çağatay Öztürk, ulusal gazetelerin eklerinden birinde, “Kişiler aidiyet sorunu yaşadıkları için bu tarz sitelere girip kendilerini var etmeye çalışıyor. Orada yazanlar teşhirci, okuyanlar da röntgenci!” diye bir açıklamada bulundu. Kontrolsüz bir şekilde twitter’a girenleri de psikanaliz yaptırmaya çağırdı.
Öztürk; araştırmalara, çalışmalara dayanan bu düşünceye nasıl varıldığını da şu cümlelerle aktardı: “‘Ben şu an duştayım’, ‘Seviştim’, ‘Çok heyecanlı bir gece geçirdim’ demek normal bir şey mi? Bu tamamen teşhirciliktir. Bunları yazanlar, özgüven sorunu yaşayan kişiliklerdir. Teoriler de aynı

Yazının Devamı