İnsan mutlu günler yaratmış

1 Ocak 2010

BOĞAZ kokusunda, sanki son bir bakış bu ‘artık geçen yıl’ diye tırnak içine alacağımız 2009’a... Boğazın, etrafta yaşanan tüm karmaşaya karşı, sakin olan sularına dolunay düşüyor bu gece. Sanki koca bir yıl boyunca yaşananlar yakamoz gibi vuruyor denize. Işıltılar içinde, ince bir hat gibi görünen köprünün üzerinden geçen arabalar, dökülmüş inciler gibi parıldıyor. İstanbul ışıklar içinde. Bir akşam vakti ‘elveda’ demeden henüz geçen yıla, son parıltılarını yaşıyor İstanbul.
‘İzmir de çok ışıltılı bu yılbaşı’ diye düşünüyorum. Sanki tüm bu ışıklar, süslenen sokaklar, ağaçlar, yaşanan tüm karanlıkların üzerini örtsün diye...
Rengine dalıp gittiğim o ışıltılı köprünün üzerinden geçerken, inci taneleri gibi parıldayan arabaların içinde kim bilir ne hüzünler saklı? Ya rengarenk süslenmiş vitrine dalıp gitmiş genç adam ve elinden tuttuğu kadının? Markette çocuklarıyla alışveriş yapan o annenin? Bir bank üzerinde yakamozu seyreden o yaşlı çiftin peki? Mutlu görünen suratlarımızın altında aynı yeni yıl coşkusunu yaşıyor muyuz biz? Süslenen sokaklarımız kadar parıldıyor mu hayatlarımız? Yanıp sönen ağaçlar kadar coşkulu mu geçen günlerimiz? Sanmıyorum... Üzerimize çöken tüm bu

Yazının Devamı

Yeni yıl denince akla takvim gelir

29 Aralık 2009

YENİ yıl yaklaşırken, en çok takvimleri merak ediyorum... Her şey sıfır kilometre...O takvimin sayfaları, günler ilerledikçe, kim bilir neler anımsatacak? Zaten ben çekmecemde tüm eskiyen takvimleri biriktiririm. Üzerinde o gün alınmış notlarıyla durur takvimlerim.
Belki de masamda en çok haşır neşir olduğum şey, takvimim ve telefonum! Sanki ikisi de elim ayağım benim.
Tarihte ilk takvim, milattan önce, Nil Nehri’nin taşkınını yaşayan köy halkının 19 günde bir su baskınına uğradıklarını görmeleri sonucu yapılmış. Her 19 gece-gündüzde bir su baskınına uğradıkları, her 5 su baskınına uğradıklarında yaprakların döküldüğü, tekrar 5 su baskını sonrasında havanın soğumasının farkına varmaları sonucu olmuş. Her toplum kendi takvimini oluştururken kendileri için önemli saydıkları bir günü başlangıç olarak kullanmış. Romalılar Roma’nın kuruluşunu, Müslümanlar Hicreti, Hıristiyanlar Hz. İsa’nın doğumunu gibi... Türkler’in kullandığı en eski takvim ise 12 Hayvanlı Türk Takvimi...
Güneş yılını esas alan bu takvimde her ay, bir hayvan adıyla anılıyordu.
12 ayı anlatan günümüz takvimlerinde en çok merak edilen Pirelli takvimi. Daha çok erkeklerin ilgi alanına giren Pirelli

Yazının Devamı

İngiliz gazeteciyle metro maceralarımız

25 Aralık 2009

HAYATIMDA ilk kez metroya, 20 yıl önce Londra’da binmiştim. Londra Metrosu ise; benim ilk metroya binişimden 126 yıl önce yapılmış. Dünyanın en eski metrosu olan ve 1863’te Metropolitan Railway ismiyle açılan metroya, İngilizler günlük dillerinde ‘tube’ ya da ‘underground’ diyor. Toplamda 274 istasyon ve 400 kilometreden fazla uzunlukta, 12 aktif hat bulunan Londra Metrosu’nun haritası bile tasarım harikası olarak kabul ediliyor. Bir ay kaldığımız Londra’da, kenti hiç bilmememize rağmen biz bile adeta o haritayla yaşamıştık!
Hayatımda metroya ikinci kez ise Ankara’da bindim. Yine Ankara’yı çok bilmememe rağmen, (Londra metrosu kadar olmasa da!) metro sayesinde ulaşım işimi halletmiştim.
‘Bu gerçekten metro mu?’
Ömrü hayatımda üçüncü bindiğim metro ise, İzmir’dedir. O da İngiliz gazeteci arkadaşım Sarah sayesinde! Sarah, İngiltere’nin önemli gazetelerinden birinde çalışıyor. Buraya haber için gelmiş ve biz de o sayede tanışmıştık. Ülkesine döneceği son gün Kemeraltı’na gittik. Tipik turistik bir tur yaptık. Biz Kemeraltı’nda gezinirken bana bir telefon geldi ve acele Bornova’ya gitmemiz gerekti. Yağmurlu havada İzmir’de taksi bulmak zordur ya, ben deli divane ‘Nasıl gitsek?’

Yazının Devamı

Lady Godiva geri dönsün!

22 Aralık 2009

EFSANEYE göre, yüzyıllar önce İngiltere’de yaşayan Lady Godiva, halkına kötü davranan kocası Lord Leofric’in aksine iyi kalbi ve güzelliğiyle nam salmıştı. Lady Godiva, kocasının İngiliz halkına uyguladığı ağır vergilerin azaltılmasını istiyordu. Aksi kocası Lord Leofric ise buna pek yanaşmıyordu.
Bir gün sabrı taşan Kont, ‘Pekala’ dedi. Ama bir tek şartı vardı. Godiva’ya dönerek, ‘Eğer çırılçıplak soyunur ve kentin sokaklarını baştan başa geçersen, istediğini yapacağım! Çok güzel bir kadın olarak çırılçıplak sokakta atla gezerken, eğer halkın evlerinde oturup sana bakmazlarsa, vergiler geçersiz olacak. Bu kadar desteklediğin yoksul halk, bakalım seni seviyor mu?’
Tutucu olduğunu bildiği karısının bunu yapamayacağından emin tavırlarla cümlesini tamamladığında, Lady Godiva şaşkınlıkla kocasına baktı ve ‘Eğer buna razıysam, bana izin verecek misin? Karşılığında vergileri düşürecek misin?’ dedi. Kont ‘Evet’ yanıtını verdi kararlı bir sesle.
Sabahında, tanrının sevgili kulu Lady Godiva, çırılçıplak soyundu. Uzun saçlarıyla vücudunu örttü ve atına bindi. Sadece kar beyazı bacakları görünüyordu. Çırılçıplak, sokaklarda, atıyla tüm kenti gezdi. Ve Lady Godiva’nın düşündüğü gibi

Yazının Devamı

Kadınlar da futboldan bal gibi anlar

15 Aralık 2009

KADINLAR 1980’lerden sonra tüm dünyada kabuğunu kırmaya başladı. Onlara yakıştırılan meslek ve görevleri bir kenara fırlatıp özgürlüklerini ilan ettiler... Kendilerine rol biçilmemiş ne kadar erkek mesleği varsa hepsini yapabileceklerini ispatladılar. Mühendis ve şoför bir tarafa; kadın pilot, asker ve itfaiyeciye sık sık rastlanır oldu. Bazı mesleklerdeki bıyıklı, sakallı erkek hakimiyeti; yerini, baretin altındaki küpeli hoş bir sarışına, şapkanın altındaki lüleli saçlara, makyajlı zarif dişilere bıraktı.
Ne kadar erkek alışkanlığı varsa, kadınlar onlara da bir bir alıştı. En ağır tamiratlar şöyle dursun, futbola bile kadın eli değdi. Ancak erkek egemenliğinin tribünlere yansıması olan futbola iş geldi mi,karşı cins bu tekeli pek bırakmak istemedi. Kramponlarını yüksek ökçelere kaptırmaktan çekindi. Her ne olursa olsun, futbol onlarındı. Öyle bir tekel koymuşlardı ki, futboldan uzak tutmak için, ‘Kadınlar futboldan anlamaz’ yaftasını yapıştırıverdiler.
Zaten kadınlar da futbodan pek hoşlanmadı. Futbolla ilgilenenlerse, bana kalırsa mecburiyetten erkekleştirildiler.
Oysa artık erkeklere inat, kadınlar da futbolu sevmeli. Sevmese de zorla sevmeli. ‘Kadınlar futboldan anlamaz’

Yazının Devamı

Pofuduk yastık kıvamında dudaklar, sıkılası yanaklar

11 Aralık 2009

Yaşı almış ama karizmayı çizdirmemiş erkeklerden sonra, sıra mihrap yerinde kadınlarda... Yine bir konser örneğiyle başlayayım da haksızlık olmasın.
Ajda Pekkan konserindeyiz... Yer yine Fuar Açık Hava Tiyatrosu. Sıcaktan öyle mayışmışız ki, ‘Konser başlasa da canlansak’ diyoruz. Doğruyu söylemek gerekirse o zamana kadar da hiç ‘Süperstar Ajda’ konserine gitmemişim. Bu içimiz bayılmış halimiz, birden uzun bacaklı, minili o sarışın kadının sahneye fırlamasıyla diriliveriyor. Ne şarkıyı hatırlıyorum şimdi, ne sesi çok iyi miydi diye beğenileri... Tek aklımda kalan pırıl pırıl kostüm, parlayan cilt ve uzun bacaklar. Konser boyunca sadece bakıyoruz, dalıp gidiyoruz. Ağzımız açık, birbirimizi dürtüyoruz... Sesini çok sevmem, hele yarım yamalak dansını! Ama kim ne derse desin estetiğin bu kadar yakıştığı bir kadın ben hiç görmedim. Ajda Pekkan’a estetik mucizesi diyebiliriz. Yaptırdığı botoksların, gerdirmelerin, silikonların, çektirmelerin sayısın kendisi bile bilmiyordur. Eski fotoğraflarına bakan birinin onu o haliyle tanıması imkansız. Ama yakışıyor işte. Çünkü o aynı zamanda kendine de deli gibi bakıyor. 63 yaşında ama genç kız gibi görünüyor. Sadece, abartmadan, artık ara

Yazının Devamı

Erkek karizmatikse yaş ilerlese de fark etmiyor!

8 Aralık 2009

BUNDAN birkaç ay önce... Bir kız arkadaşımla, Candan Erçetin’in Fuar Açıkhava Tiyatrosu’ndaki konserindeyiz. Candan Erçetin, tüm seyircileri öyle bir coşturmuş, coşturmuş ki ayakta dans edenlerden hangisini seyredelim diye, kafamızı bir o tarafa bir bu tarafa çevirmekten şaşkına dönmüş durumdayız. Ancak birkaç sıra önümüzde kız arkadaşıyla kendini dansa kaptırmış bir bey var ki, bizim dışımızda da bir sürü kafanın ona dönük olduğunu görüp daha da eğleniyoruz. Bu kadar insanın ilgisini çeken: Adamın enerjisi, kıpır kıpır dansı ve coşkusu... Yanındaki genç kız diyebileceğimiz hanım, arada bir onun hızına ayak uyduramayıp otursa da, bizim delikanlı uzun kır saçları, coşkulu haliyle konser boyunca hiç durmuyor. Arada bir, bu genç ve güzel hanımı kollarının arasına alıp, döndürdükçe döndürüyor. Bizim başımız dönüyor, o ise yorulmuyor. Kız arkadaşımla birbirimize dönüp ‘Vay be’ diyoruz ama, ‘Kendini enerjik göstermek için coşkuyu biraz fazla mı kaçırdı acaba?’ diye de gülüşüyoruz.

Abartmamak da lazım
Sonra ara veriliyor, geç geldikleri için konser sırasında fark etmediğimiz, yanımızdaki gruba takılıyor bu sefer gözlerimiz. Rahatlıkla 55 yaş üzeri diyebileceğim iki delikanlı (!) ve

Yazının Devamı

Humeyni devrimi yasaklad› o burada özlem gideriyor

4 Aralık 2009

YAĞMURUN söyleyemediklerini sanki anlatıyor. Dinlerken ağzını bıçak açmamacasına insanın susası geliyor. Acı bir keman sesi alıyor insanı, çook uzaklara götürüyor. Eğer hikayesini biliyorsanız duyduğunuz keman sesine anlam verebiliyorsunuz. Hikayesini bilmiyorsanız, ‘Bu ne acıklı bir müzik’ diye kederleniyorsunuz. Müziği dinlerken; içinizi altından kalkamayacağınız gibi görünen bir hüzün ve acı kaplasa da, tuhaf bir şekilde o acıklı sesin ortasında hayatın güzel olduğunu, devam ettiğini düşünüp garip bir mutluluğa da sarılabiliyorsunuz.
Türkiye’ye geldiğinde ODTÜ’de verdiği konserde seyircilere şöyle seslenmişti ‘Kemanı ağlatan adam’ diye bilinen dünyaca ünlü virtüöz Farid Farjad: “Türkiye ülkem kokuyor.” Ardından da seyircilerin ve sevenlerinin yüreklerinde yara açan bir ses tonuyla “Ama ülkem burası kadar şanslı değil. Sizin babanız, Atatürk’ünüz var. Umarım bir gün benim ülkem de bu kadar şanslı olur.” Türkiye’nin Farid Farjad için anlamı büyük. Kendisini artık hiç gidemediği ülkesinde gibi hissediyor buralarda.
Çünkü o sürgün... Yaklaşık 30 yıldır ülkesine hasret. Farid Farjad, 1938’de İran’ın Tahran kentinde dünyaya gelir. Rebab’ın evladı diye bilinen kemanla tanışması 4

Yazının Devamı