Venedik’i yağmurlu görmek, çok sevdiğiniz bir arkadaşınızı ilk kez ağlayarak görmeye benziyor. Onu hem susturmak, onun bir an evvel gülmesini sağlamak istiyorsunuz. Öte yandan ağlayan insana bakmanın verdiği bilimsel merakın sürükleyiciliği yakanızı bırakmıyor. Herkesin ağlamasının kendine mahsus olduğu düşünülürse arkadaşınızın da nasıl ağladığını, nerelerde durup nerelerde iç çektiğini, gözlerini kapatarak mı daha da açarak mı bu işi yaptığını bilimsel bir nesnellikle inceliyorsunuz. Kartpostaldaki Venedik, işin içine yağmur ve dolayısıyla biraz tehlike girince tarihe karışıyor yerini iyi ve kötü gününü paylaştığınız dostunuza bırakıyor.
Su mücadelesi
Türkiye’den gelen kalabalık gazeteci grubun şimdilik en anlaşamadığı konu, sanatın sanat için mi, sanatın toplum için mi olduğu değil. Türkiye pavyonunun Tofaş mı Fiat tarafından mı desteklendiği. İkisi aynı şey değil mi? Bir bakıma evet, bir bakıma değil. Doğrusu şöyle demekmiş: Tofaş çatısı altında Fiat sponsorluğunda.
Galeri Rampa’nın yöneticilerinden Üstüngel İnanç, elinde Bellini kadehi, İKSV’nin Metropole’de verdiği kokteyl davetinde şöyle diyor: “İstanbul’da herkes gezi parkında can çekişiyor. Ben burada
Bugün İstanbul Modern’de uzun bir aradan, Dolmabahçe Kültür Merkezi’nde 2000 yılındaki sergisinden sonra bir Erol Akyavaş retrospektifi daha açılıyor.
Bu sergi, son dönemde müzayedede kırdığı rekorlarla dikkat çeken Erol Akyavaş’ı baştan, yeniden tanımak, anlamak için iyi bir fırsat olabilir.
Akyavaş’ı anlamaya Batı’dan mı başlamalı?
Ya da Akyavaş’ı anlatmaya Doğu-Batı karşıtlığından mı başlamalı?
Erol Akyavaş Batı’da nerede yaşadı?
Kimlerle yakınlaştı?
Nasıl bir aileden geliyordu?
Van gölü, rengiyle, enginliğiyle denizi aratmıyor. Hedefimiz Akdamar kilisesi.
Bir zamanlar keşişlerin inziva mekanı şimdinin en turistik mekanlarından...
Göl üzerinde kısa ve Akdeniz’i aratmayan serin bir tekne yolculuğuyla ona ulaşabiliyorsunuz.
Kilisenin tarihi 915 yılına kadar uzanıyor. İlk mimarı Keşiş Manuel.
Daha sonra 13. yüzyılın sonunda ikinci kez inşa ediliyor. İçindeki freskolar bu dönemde yapılıyor.
2007 yılında -çok şükür- kibar bir restorasyon görüyor. Ermenistan’ın müdahalesiyle freskolara dokunulmuyor.
Ahır olarak kullanılan yıpranmış mekan kilise görünümüne nihayet kavuşuyor.
Sami Hezil’in Van Hikâyeleri yakında basılacak.
“Kürt edebiyatı için sıradışı günler yaşıyoruz. Okunmayacağını bilip de yazmak. Durum budur.”
Bu sözler, elbette yayınevi baskısından, okurun beklentilerinden uzak bir özgürlüğü tarif ediyor olabilir. Sanatın hızla metalaşmasından fena halde sıkıntı duyduğumuz günlerde bir özlemi dile getiriyor da... Aynı zamanda büyük bir yalnızlığı anlatıyor.
Paylaşmaya duyulan özlemi...
Lakin yazara, öznelliğini sonuna kadar kullanma hakkı verdiği kesin.
Van’da yaşayan edebiyatçı yazar Sami Hezil onlardan biri. Öznelliğini çevireceği kitapların seçiminde sonuna kadar kullanan biri.
Van’dan Hakkâri’ye doğru yola çıkıyoruz. Sümbül Dağı’na doğru... Başkale’yi aşacağız. Depin Kapısı’na varacağız. Virajlar, bulutlar, uçkunlar, koyunlar, yılkı atlarıyla ve nehir sularıyla dolu uzun bir yolculuk bizi bekliyor. Aslında bu yolculuğu yapmadan barışa varılabileceğini düşünmek zormuş. Düşünmüştüm oysa Diyarbakır’da, Urfa’da, Mardin’de... Hakkâri yolculuğu fikrimi değiştirdi. Çünkü o manzarayı gördüm. Aslında manzarayı görmedim.
Bulutlar yok mu, var. Yeşilin en dirileri, koyuları açıkları yok mu, var.
Dik güneş ışıkları kıpırdandıkça bütün renkler değişmiyor mu, değişiyor. Sadece saatlerce ve sayfalarca bulutları anlatabiliriz.
Onları kâh okul çıkışı bizi bekleyen pamuk şekerlerine kâh Alman romantiklerin bulutlarına benzetebiliriz. Hepsinden vazgeçip dağın açısına ve içinden geçtiğimiz yolun ışıkla kurduğu yakınlığa göre aynı bulutları İtalyan rönesansı freskolarındaki bulutlara da benzetebiliriz. Yine aynı manzara karşısında karların eridiğini ve Zap Suyu’na karıştığını görüp sanki onu kahve pişirirken cezveyi karıştıran bizmiş gibi sahipleniriz. Zap Suyu birçok şeyi hatırlatabilir. Ayvazovski’nin tumturaklı fırtınalı denizini, Anadolu halk resminin evcil
Boğa’nın diğer tekini istiyormuş Beylerbeyi Sarayı.
Olmaz veremeyiz. Hakikaten veremeyiz.
Boğa’sız bir Kadıköy Meydanı düşünülemez. Boğa heykelsiz bir Kadıköy neye benzer biliyor musunuz?
Cep telefonsuz yaşamaya. Ne arkadaşınız ne sevgiliniz ne annenizle buluşamaz, program yapamaz olursunuz. O Kadıköy, yokuşu, denize bağlanan çarşısıyla size bol gelir. Kaybolursunuz...
Boğa heykeli, Kadıköy’ündür.
O kadar öyledir ki... Kadıköylüyü de dönüştürmüştür. Heykelle hastalıklı bir ilişkisi olan Türkiye’nin geri kalanından farklı kılmıştır onu...
Heykelle haşır neşir kılmıştır her şeyden önce.
Kuzey, Cemre’ye evlenme teklif etmek üzere hayatının tiradını atarken fonda kısık mı kısık çalan Mehmet Erdem’in Şikayetim Var’ı kesmedi. Kuzey’in tiradı, başlı başına bir yazı konusu aslında. Bizin içindeki sen ve ben. Benim içindeki sen. Bundan sonraki biz. Bizdeki şeyler. Şeylerdeki sen. Büyüyen Ben. Olgunlaşan Ben. Seninle büyüyen Ben vs... Bu soloyu Sezen Aksu mu yazdı acaba diye şüphelenmedim desem yalan olur. Kuzey gibi sıkıntılı bir arkadaş için fazla uzun bir konuşmaydı. Bu eleştirimi dile getirdiğim Kuzey meraklıları bana katılmadı. Onlara göre Kuzey hiç konuşmamış. İlk kez açılmış. Az bile konuşmuş. Ben Türkiye jön tarihine bir bu konuşmasını alacağım Kuzey’in, bir de Zeynep fırında arıza çıkarttığında elinin hamuruyla kadın işine bulaşmış; yumurtayla kala kaldığı sahnedeki gevelemelerini... En az Gülsün Karamustafa’nın ağlayan jönleri gücündeydi bu sahne...
Elbette Güney’in kendini vuracak kadar ileri gitmesine de değinmeliyiz. Güney, bu diziden ünlü polisiye yazarı Patrica Highsmith’in sinemaya da uyarlanan karakteri Becerikli Bay Ripley olarak çıktı. Son’da Engin Altan Düzyatan’ın yakalayamadığı Batı usulü sofistike kötü adam kıvamı Güney karakteriyle
O, Kürtçenin bütün ağızlarıyla, bütün kılcal damarlarıyla yaşıyor. Kendi deyişiyle sünger gibi ve iyi bir dil ‘avcı-toplayıcı’sı. Hamlet’i Kürtçeye çevirmesiyle meşhur.
Bir Yaz Gecesi Rüyası, Romeo ve Juliet ve Othello’yu çevirdi. Bunlardan soneler İngilizce-Kürtçe olarak, Hamlet ve Bir Yaz Gecesi Rüyası basılabildi.
Bu yaz Joyce’un Ulysses’i üstüne çalışırken Macbeth’in çevirisini bitirecek.
Shakespeare’den yaptığı çeviriler, anadilinin kudretini görmesini sağlamış.
Shakespeare, bu konuda edinmesi gereken özgüveni ona yirmi yılda vermiş.
Uluslararası bir proje çerçevesinde, Hollanda merkezli Theater-RAST ve Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatrosu işbirliğiyle geçen eylülden bu yana Hamlet’in sahnelenmiş olması da bu konuda ayrıca onun için bir dönüm noktası olmuş.
Efsane Kürt şair, çevirmen ve editör Kawa Nemir, bugüne kadar Kürtçeyle ilgili bu köşede dile getirdiğim pek çok sorun ve soruya yanıt verdi.