Bugün İstanbul Modern’de uzun bir aradan, Dolmabahçe Kültür Merkezi’nde 2000 yılındaki sergisinden sonra bir Erol Akyavaş retrospektifi daha açılıyor.
Bu sergi, son dönemde müzayedede kırdığı rekorlarla dikkat çeken Erol Akyavaş’ı baştan, yeniden tanımak, anlamak için iyi bir fırsat olabilir.
Akyavaş’ı anlamaya Batı’dan mı başlamalı?
Ya da Akyavaş’ı anlatmaya Doğu-Batı karşıtlığından mı başlamalı?
Erol Akyavaş Batı’da nerede yaşadı?
Kimlerle yakınlaştı?
Nasıl bir aileden geliyordu?
O ailede Abdülbaki Gölpınarlı gibi bir tasavvuf düşünürü var mıydı?
Önce Bedri Rahmi’nin öğrencisi... Türküleri seven, şiirler yazan, geç bir renkçi, sentezci Bedri Rahmi’nin... Sonra Türkiye’ye modern sanat getirecek Lhote’un.
O Andre Lhote ki kübizmi, Türkiye’de devlet sanatı mertebesine ulaştıracak ve kurumsallaştıracak. Valörde, görünümden ziyade ısrar eden Kartezyenleşmek isteyen bir kuşak Türkiyeli ressama kılavuz...
Sonra Akyavaş en Batı’nın yolunu tutacak. Amerika. Illinois Institute of Technology. Mies van der Rohe’yle çalışacak. Bir perdeyi bile insanın yaşadığı mekana fazla gören kadar fonksiyona inanan bir okulda mimarlık eğitimi alacak.
Beşir Ayvazoğlu’na göre o, Yahya Kemal’iydi sanat dünyasının.
Batı’ya doğru gittikçe Doğululaşan...
Peki en Batı’dan Doğu nasıl görünüyor?
Akyavaş’ın üretimi söz konusu olduğunda, bu da değerli ve yanıtları çeşitli bir sorudur.
Çünkü Batı’ya gittikçe Doğu dediğiniz çeşitlenmez, tekleşebilir.
Ona baktığınız mesafe uzadıkça Doğu bir tane olabilir. İçinden bir sürü Batılar da çıkabilecek sürpriz dolu diyarlar değil.
O halde Erol Akyavaş, ona bu kadar uzaktan nasıl bakmıştır?
Uzaktan mı bakmıştır?
Sanatının referansları Mevlana’yadır. İbnü’l Arabi’yedir.
Dindardır. Dışlanır.
Dini, ele mi almıştır?
Din, tarafından ele mi geçirilmiştir?
Bu sorular Erol Akyavaş söz konusu olduğunda soracağımız ve yanıt verirken ayrışacağımız sorulardır.
Sanat kuramcısı Prof. Zeynep Sayın’a göre Erol Akyavaş, “Osman Hamdi Bey’den daha ciddi bir oryantalisttir.”
Erol Akyavaş’ın resminin ardındaki varoluş nedeni sorunludur. İslami görsel temsil biçimlerini ele alan ve onu tuval resmiyle açığa çıkarmak isterken ontolojik olarak ıskalamakta, soyunmaya kalktığı şeyi yerine getirememektedir.
Peki ama sanat ‘bir yerine getirmek’ midir?
Işık’ı kullandığı için Batılı? İbnü’l Arabi’ye göndermeleriyle Doğulu? Boşluk’u tanımladığı için oryantalist? İslamiyet’i kültürel bir fenomen gibi düşündüğü için kolonyalist?
Erol Akyavaş, galiba bugün en çok Türkiye’ye benziyor.
O, sorularımızla ve farklı yanıtlarımızla sahip çıkmak istediğimiz, uğruna bölündüğümüz, sonra barışmak istediğimiz, birlikte ve mutlu yaşamayı dilediğimiz ve hala beceremediğimiz Türkiye’ye benziyor.
Ve ne olursa olsun, ne yaparsa yapsın sahici.
Samimi. Asla pragmatist değil! Elitist hiç değil.
Öte yandan bugün açılan retrospektifi izlerken bir öncekine göre nasıl bir seçki yapıldığı her zamankinden daha büyük bir önem taşıyor. İstanbul Modern, bu seçkiyle estetik olduğu kadar toplumsal ve siyasi bir pozisyon almış olacak.
Bu soruları nasıl yanıtladığını gösterecek.
Galiba ölümünden tam on beş yıl sonra Akyavaş, bizi, bize anlatacak.
Çünkü bu kez onu baştan, yeniden tanımak ve anlamanın yolu kendimizi tanımaktan ve tanıtmaktan geçiyor.