Boğa’nın diğer tekini istiyormuş Beylerbeyi Sarayı.
Olmaz veremeyiz. Hakikaten veremeyiz.
Boğa’sız bir Kadıköy Meydanı düşünülemez. Boğa heykelsiz bir Kadıköy neye benzer biliyor musunuz?
Cep telefonsuz yaşamaya. Ne arkadaşınız ne sevgiliniz ne annenizle buluşamaz, program yapamaz olursunuz. O Kadıköy, yokuşu, denize bağlanan çarşısıyla size bol gelir. Kaybolursunuz...
Boğa heykeli, Kadıköy’ündür.
O kadar öyledir ki... Kadıköylüyü de dönüştürmüştür. Heykelle hastalıklı bir ilişkisi olan Türkiye’nin geri kalanından farklı kılmıştır onu...
Heykelle haşır neşir kılmıştır her şeyden önce.
Onun önünde randevu verir. Onu gerektiğinde Fenerbahçe taraftarı yapar.
Hayalarını karşı takımın renklerine boyamak suretiyle...
Boğa heykelinin önü her zaman şenliklidir. Boğa’nın üzeri de doludur.
Çocuklar çıkar. Çocuklar iner. Kadıköy’e ilk kez ayak basan önünde resim çektirir. Arkasında saklanır. Buluşacağı kişiye sürpriz yapar derken...
Uzun yıllar saray bahçesinde yaşamış, Abdülaziz’e ait heykellerden özel alana aitken o kamusallaşmıştır.
Özelden kamuya çıkmıştır. Ve kamu tarafından da benimsenmiştir.
Bu sıradışı bir öyküdür.
O, devlet olarak kamunun modernleştirici yüzüyle bize modern diye dayattığı herhangi bir anıt değildir. Unutmamamızı salık verdiği için birine sipariş ettiği devlet büyüğü de değildir. O bir hayvan heykelidir.
Boğa, gücün sembolü olabilir. Erkekliğin. İktidarın.
Kadıköy’de öyle değildir.
Kadıköy’de devlet değil halk olarak kamunun heykelidir.
Halkın bağrına bastığı, birlikte yaşamayı sevdiği heykeldir.
Boğa dışarıya, o boğaya zamanla alışmıştır.
Şimdi eşinin yanına gitmesi o yüzden düşünülemez.
Ayrıca bu muhabbet kuşu mu eşini istiyor yanına?
Kadıköylünün o Boğa sayesinde heykelle ilişkisi öyle sağaltılmıştır ki, Alex ve Lefter’in heykellerinin önünde kuyruklar, bir heykel olarak Lefter’le omuz omuza fotoğraf çektirmeler, Alex’e de Lefter’e de heykel değil insan muamelesi yapmak hep Boğa’yla başlayan sıkı fıkı ilişkinin neticeleridir.
Vurgun, sanatla aklanır mı?
Basquiat’nın 1982 tarihli Hannibal tablosu 2004 yılında Panama’da bir şirkete 1 milyon dolara satıldı. Ve sonra şirket tarafından 5 milyon dolara satılmaya çalışıldı.
Bu uğurda eser uzun bir yolculuğa çıktı. İki ülke geçti. Dört acentelik gördü. 2007 yılında New York Kennedy Havaalanı’na vardı.
ABD’ye giren milyon dolarlık resim, gümrükte sadece 100 dolar değerinde bir resim olarak görünüyordu. Onu gönderenler tarafından 200 doların altında bir mal olarak kaydettirilmişti üstünden beş milyon dolar kazanılacak eser olarak değil! Resmin kime ait olduğu ortaya çıktı. Dava açıldı. Peki bu yapılan kaçakçılık mıydı? Davalının avukatına göre bu kaçakçılık değildi. Resmin sahibi resmi evet satacaktı fakat giderlerden tasarruf etmek istiyordu. Bu yüzden de yanlış bildirimde bulunarak masrafları önlemek istemişti...
Şimdi Hannibal, dava bitene kadar bir depoda tutuluyor.
27 yaşında aşırı doz uyuşturucudan ölen Jean-Michel Basquiat, geçtiğimiz yılın en çok satan ressamlarının başında geliyor. Tamamen bir para makinesine dönüştüğünü görmeden öldü. Görseydi yine o kadar çocuksu çizmeye devam edebilir miydi?
Hiç sanmam. Resmi bırakır kendini satranca verirdi eminim...