İtalyan filozof Antonio Negri 40 yıl aradan sonra Türkiye’ye geldi. Negri, Türkiye’yle ilgili soruları kabul etmedi. Filozofla siyasetten sanata, medyadan futbola kadar pek çok konuda sohbet ettik
Negri, Türkiye’yi çok iyi tanımadığı için Türkiye ile ilgili soruları kabul etmediğini söylüyor.
Ünlü İtalyan filozof Negri’nin en büyük özelliği sanırım herkesin çoktan vazgeçtiği dünyayı değiştirme sevdası ve umuduna hala sahip olması.
Monokl Yayınevi ve Bakırköy Belediyesi’nin katkılarıyla düzenlediği konuşmasında Negri’nin dikkat çektiği nokta küreselleşmenin en önemli etkisinin hepimizin paylaştığı, ‘dışarı’sının olmadığı bir dünya yarattığı. Ve içeride bir devrim yapmak ihtimalinin mümkün olduğu.
Negri, tiyatrocu kızı Nina, onun erkek arkadaşı felsefeci Marco Assennato, Ahmet Soysal, Monokly Yayınevi kurucusu Volkan Çelebi, Bakırköy’de bir AVM’de öğlen yemeği yedik. Ünlü filozofla yemek üstüne çay içerken biraz sohbet etme imkanı bulduk.
Sizin eski bir Milan A.C taraftarı olduğunuzu biliyoruz. Futbolun eski futbol olmadığını söylediğinize pek çok kez tanık olduk. Peki, futbolun içinden niye isyan sesleri yükselmiyor?
O hepimizin içinde. Arasında. ‘Ben hayatta’ diyenlerimiz bile hayatta birkaç saniyeliğine öyle olmuştur.
Ona hediyelik eşya anlamına gelen süvenirden hareketle The Souvenirist ismini taktım.
Kendisi turizmin doğurduğu bir insan türü.
Barışla birlikte daha sık karşımıza ve içimizden çıkmaya hazırlanıyor.
O yüzden onu yakından tanımalıyız.
The Souvenirist anladığınız gibi seyahat etmeyi seviyor.
Doğu’daki herhangi bir şehre ilk adım attığı andan itibaren hemen bir eşarp bulup kafasına sarmadan rahat etmiyor.
“Sokaklarda binlerce muhafazakar Katolik ve aşırı sağcı yolları kapattı. Meclise giremedik.
Yüzlerce ırkçı, antisemitten çok kötü mesajlar ve tweetler geldi bana.
Arabamı kırdılar ve yeni araba almaya mecbur oldum.
Kapıma polis konuldu. Halen bunlar sokakları dolduruyorlar.
Şimdi muhafazakar sağ bunlarla el ele.
Fransa’da politik durum çok kötü...
Nereye kadar gideceklerini bilmiyoruz.
Artuklu Üniversitesi Kürdoloji Enstitüsü’nü ziyaret ettik. Tezsiz yüksek lisans bölümünden mezun olacak kalabalık bir grup öğrenci bizi karşıladı.
FOTOĞRAFLAR: YAVUZ ÖZDEN
Bu kez dersimiz Kürtçe. Mardin Artuklu Üniversitesi Kürdoloji Enstitüsü’ndeyiz. Bölümün tezsiz yüksek lisans programından mezun olmak üzere olan 500 öğrenciden büyük bir bölümü bizleri karşılıyor.
Enstitü kurucusu Prof. Kadri Yıldırım, bölümün hocalarından İbrahim Bingöl, Ramazan Çeçen, Ahmet Tarı ve Perwiz Cihani’yle tanışıyoruz.
Ders programındaki Modern Kürt edebiyatı dersinden Ramazan Çeçen sorumlu. Çeçen’e Mehmet Uzun’dan başka modern Kürt edebiyatı yazarlarının kim olduğunu sorduğumuzda haklı olarak alınıyor. Çünkü onun da bir romanı var. Türkçeye çevrilmemiş. Özellikle çevrilsin istememiş. Önce Kürtçe okunsun istemiş.
Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Faruk Çelik, Milliyet’in toplantısında yaptığı konuşmada ‘çocukluk’a dikkat çekti. Adeta Freudyen bir yaklaşımla “‘Nerede nasıl başladı bu iş?’ diye mutlak suretle çocukluk dönemine de gitmemiz gerekiyor. Aksi takdirde sorunların başlangıç noktası bilinmezse, çözümler konusunda da sıkıntı yaşanacaktır” dedi. Aynı gün Urfa deyince akla gelen ilk seslerden Kazancı Bedih’in kendisi gibi müzisyen oğlu Naci Yoluk’la görüştüm. O da Çelik gibi çocukluğun önemini vurguladı. İlginç bir tesadüfle Yoluk, sesin yanıklığının kaynağını çocuklukta yaşanan trajediden aldığını, gazel okumanın iyisinin ancak çocuklukta öğrenilebileceğini ifade etti.
Yoluk, aynı zamanda Urfa’nın Unesco üyesi olmasını sağladığı kültürel değeri sıra gecelerinin nasıl dönüştüğünü de anlattı.
Sıra gecelerine ilgi büyük. Nasıl hissediyorsunuz?
Sıra geceleri yozlaştı. Doğurmaya başladı. Sıra gecesi öz şeyinden çıktı. On veyahut on beş kişi evlerde oturup sıra gecesi düzenlenirdi. Şimdi kim isterse ona sıra gecesi yapılıyor.
Özünde bu işin kadınlar yok mudur? Başka ne yoktur?
Onun adını ilk kez İtalya’da G-8 zirvesine karşı yapılan küreselleşme karşıtı eylemlerde duymuştum.
Hayır, aslında görmüştüm.
2001 yılıydı. G-8 zirvesine karşı bir grup eylemcinin yola çıktığını öğrenmiş. Ben de yola çıkmaya karar vermiştim.
O zamanlar da Milliyet’te çalışıyordum.
G-8 zirvesine karşı aktivistlerin arasına karışacaktım.
Yalçın Çınar’la yollara düştük. Milano havaalanına doğru...
Uçarken ardımızda bıraktığımız bazı politikadan sorumlu dostlar, arkamızdan konuşmakta gecikmedi. Biz eylem yapmayı çocuk oyuncağı mı sanıyorduk? Atari mi oynuyorduk? Küreselleşme karşıtı harekete geçmek de neydi sosyalizm varken? Bir avuç çocuktuk. Sanal maceracı... (Birkaç güne kalmadan ajanslar haber geçtikçe bu dostlar arasından bir yazar, aceleyle en büyük küreselleşme karşıtı kesildi, hayatını o toplantı bu eyleme adamakta gecikmedi.)
İsmail Beşikçi’nin Pınar Selek’in mücadelesinin düşündürdükleri sempozyumunda yaptığı tespit çok kıymetli...
“Türkiye’deki iktidarlar sosyal bilimcilere hep kuşkuyla bakmışlar ve sosyal bilimlerin özgürce gelişimini engellemek için çok yoğun bir çaba içinde olmuşlardır. 1940’larda Behice Boran ve arkadaşlarının yargılanması bu baskının birinci halkasını oluşturuyor. İkinci halka olarak 1970’lerde Oya Baydar ve arkadaşlarına karşı yoğun baskılar yapılmıştır. Kanımca Pınar Selek de üçüncü kuşak olarak değerlendirilebilir.“
- Arda Uskan’ın Zeki Demirkubuz’un film festivali ödül töreninde çiğnediği sakızına duyduğu hoşgörüsü alkışlanası.
“Sakızlı bir yönetmen tüm yargılarını değiştirebiliyor insanın. Hele de bu hayatı ödül almakla geçen Zeki Demirkubuz olursa...”
- Fikret Orman’ın Rıdvan Dilmen’in programında ettiği isyan son derece teatral.
“Enkaz edebiyatı yapmanın manası yok!”
- Rıdvan Dilmen’in ona cevabıyla ilgili yorum yapmaya gerek yok.
Geleneksel ODTÜ sanat festivali, kültür ve kongre merkezinde Kent ve Sanat temalı bir sergiyle 34 sanatçıyı ağırlıyor. Serginin küratörü yok ama bir danışma kurulunun seçtiği jürisi var. Jüride sanat tarihçi Zeynep Yasa Yaman, Esra Aliçavuşoğlu, sanatçı Tansel Türkdoğan, heykeltıraş Yunus Tonkuş ve ben varım. Sanatçı seçimlerimiz sonucunda ortaya çıkan sergi, kentin imkan ve imkansızlıklarından ziyade biçimsel özelliklerini araştıran işlerin ağırlıklı olarak yer aldığı bir sergi olmuş.
Sergiyle ilgili jürinin katıldığı bir panel gerçekleşti.
Konu kent ve sanat olunca elbette konular çoktu.
İlginç tespitler de tarafımızdan ortaya atılmakta gecikmedi.
Flanör'e yürüyecek yer yok
Zeynep Yasa Yaman, “Kamusal alan artık yoktur” diyerek büyük bir tartışma başlattı. Ardından “flanör" de artık yoktur” diyerek bu tartışmayı ateşledi.