Tophane binasının yanında, Nusretiye Camii’nin karşısında yer alan ve 1957’de Menderes döneminin yol açma çalışmaları sırasında yıkılan eski topçu kışlası binaları, Mimar Sinan Üniversitesi’ne verildi. Üniversite de eski kışlayı tekrar inşa etmek üzere kolları sıvadı.
Binanın eski yerine yapılması imkansız çünkü şimdi oradan tramvay geçiyor.
Dolayısıyla yeni bina, hemen yanındaki yamaca inşa edilmek zorunda.
Ve çok önemli bir iddiaya göre yamaç, çok değerli Bizans kalıntılarına sahip.
İddianın sahibi mimarlık tarihçisi Aykut Köksal, bu sürecin üniversite tarafından, “bilimsel etik ayaklar altına alınarak” yürütüldüğünü söylüyor.
Üniversite yönetimini, olayı sadece bir bina kazanımı olarak görmekle ve o binayı oraya yapmak için elinden geleni yapmakla suçluyor.
Köksal’a göre binanın elde doğru dürüst röleveleri bulunmamakta. Ortaya çıkacak olan yapı gerçeği yansıtmaktan çok bir hayal ürünü olacak.
Öğle uykusundaki merakımızı uyandıran Taner Ceylan’ın bir tweet’i oldu. Ceylan, New York’taki yeni sergisinin kataloğunda Şeker Ahmet Paşa’nın oto-portresinin görselini kullanmak istemiş. Mimar Sinan Üniversitesi’ne başvurmuş. Reddedilmişti.
100 yılı aşan görseli kullanmak serbest değil miydi?
Hayır, eğer o görsel, devletin koleksiyonuna aitse, değildi.
Bütün bu tartışmalar devletin zimmetine kayıtlı resimlerin, Beşiktaş’taki Resim ve Heykel müzesinin kapanmasıyla nereye gittiğini sordurdu.
‘Resimler emin ellerde’
Ardından resimlerin, Milli Saraylar’a devredilip devredilmediğini. Müze, yani veliaht dairesi, Milli Saraylar’a aitti çünkü.
San Francisco’da 9 berber birlikte bir kişinin saçını kesmeye çalışıyor. Çin’de bir grup seramikçi tek bir çanak yapmayı deniyor.
Beş şair bir şiir yazmayı...
Tek piyanoyla beste yapmaya çalışan müzisyenler hiç mutlu görünmüyorlar.
Venedik Bienali’nde en çok beğendiğim Japonya pavyonundaki işler bunlar...
1975 doğumlu Koki Tanako’ya ait. Sanatçı, depremden hemen sonra Japonya’da sanatçıların bundan sonra ne yapacağız sorusunu kendisinin de sorduğunu anlatıyor.
“Depremden sonra hiçbir şey olmamış gibi hayatımıza devam mı edecektik?
Ve bir gün onlarca insan gördüm. Yangın merdivenlerinden çıkarak ofislerine ulaşmayı deniyorlardı.
13. İstanbul Bienali, Gezi olaylarından sonra daha önce de yazdığım gibi bir seri özeleştiri yaptı. Panellerinde seslerini duyurmak isteyen protestoculara karşı baskıcı tavrından ötürü özür diledi. Şimdi de özel toplantılar düzenliyor. Sanatçılar, küratörler ve eleştirmenleri davet ederek düzenlenen bu toplantıların amacı bana son günlerde en çok sorulan şu sorunun cevabını bulmak değil.
“Bienal iptal edilecek mi?”
Hayır, bienal iptal edilmeyecek. Sadece bu yaşadıklarımızdan sonra nasıl bir bienal karşımıza çıkmalı? Soru bu. En son düzenlenen toplantıya Vasıf Kortun, Emre Baykal gibi küratörler, Banu Cennetoğlu, Ali Kazma, Cevdet Erek gibi sanatçılar katıldı.
Toplantı, bienalin kavramsal çerçevesinde duyurduğu kamusal mekanlardan çekilip çekilmeyeceğini gündeme getirdi.
Bienal, adliye, okul, postane, tren istasyonu, depo, tersane, Taksim Meydanı, Gezi Parkı, alışveriş merkezleri, otel, ofis ve konut kuleleri gibi mekanlarda gerçekleşecekti. Yetkililer, her an “Gezi gibi bir kamusal alanda direniş örgütlenmesinden sonra sokaktan çekiliyoruz” diyebilir.
Konusu kamusal sanat olan bir bienal, sokaktan çekilirse bu bienalden geriye ne kalır? Bilemiyorum. Ve elbette şunu
* Sokağının köşesindeki Karadeniz bakkal için İkea’dan Billy kitaplık al. Burayı Karadeniz kütüphanesi ilan et. Billy’yi bakkaldan alışveriş yapanların okumadıkları kitaplarını getirecekleri, okumak isteyeceklerini alabilecekleri bir kütüphaneye dönüştür.
* Neşeli Kasap’a döviz kuru yerine et fiyatlarını gösteren dijital panosunun yanına soyut bir resim asmayı teklif et.
Ressam arkadaşının akademide okurken yaptığı işlerinden bir tanesi olsun. Aynı zamanda kasabı, soyut resim konusunda bilinçlendir ve onun da et almaya gelenleri bilinçlendirmesine özen.
* Parkta tanıştığın Gürcü çocuk bakıcılarının sıkıntı ve şikayetlerini dile getirmelerini sağlayacak bir forum yap.
Kendi aralarında bir mail grup oluşturmalarına aynı günde izne çıkmaktan sigortayla çalışmanın bir hak olduğuna kadar çeşitli sosyal haklarından haberdar olmalarını sağla.
* Gürcistan konsolosluğunu bu gruptan haberdar ederek Gürcü vatandaşların desteklerini de almayı ihmal etme. Foruma yabancı bir TV kanalının Türkiye temsilcisini davet etmeyi de...
* Evinin yakınındaki parklardaki çocuklara ‘I am a çapulcu kid’ tişörtleri dağıt. Tekstilci çapulcu arkadaşından bu konuda destek iste.
Geçtiğimiz günlerde La Stampa yazarı Gianni Riotta, Türkiye, Brezilya ve İtalya’daki gösterileri konu aldığı bir makale yazdı.
İtalya’da emekliler sendikası başta olmak üzere sendikaların yaptıkları gösterilerden hareketle Türkiye ve Brezilya’daki hareketleri karşılaştırıyordu.
Ama ülkesi adına feci ümitsiz bir tonda...
Yazara göre Türkiye ve Brezilya, göstericilerinin yaşıyla fark atıyordu İtalya’ya...
İtalya’daki orta yaş 44.2’yken, Brezilya’da 30.3, Türkiye’de ise 29.2’ydi. Orta yaşlı bir İtalyan çift, çocukları çoktan büyümüş, işi gücüyle hayatının ikinci yarısını yaşıyorken Brezilyalı ve Türkiyeli bir çift, hayatının henüz başındaydı.
Riotta’ya göre bu genç kitleyle ilgili iki hükümet, Türkiye de Brezilya da yanlış bir politika gütmüştü.
Brezilya’da hükümet işsizliği çözmek üzere kolları sıvamış. “İş demokrasidir”, “Önce iş” sloganıyla işsizlere iş bulmanın yeterli olacağını düşünmüştü. Oysa yeterli değildi. “İşleri vardı ama insanlar hala favela denilen gecekondularda yaşıyor. Suç oranında herhangi bir azalma görülmüyordu.”
Cenk Özbay, neoliberal erkekliğin sosyolojisine doğru(*) yazısında, Türkiye’de hegemonik erkeklik kavramını ele alır.
Bu erkekliğin her toplumun kendi karakteristik özelliklerine göre şekillendiğini ve zaman içinde değişime uğradığını yazar.
Bir zamanların egemen erkek modeline en iyi örnek Atatürk’tür... Ayhan Işık’tır...
Şimdilerde ise tek bir erkek egemen modelden söz etmek zordur.
Özbay, bu modelin parçalanmaya başlamasının, neoliberalizmin tesis edildiği 1980’lere rast gelmesinin tesadüfle izah edilemeyeceğini belirtir.
1980’lerle birlikte özenilecek, model alınacak ideal erkek türleri ortaya çıkar.
Artık bir tane değildirler...
Bugün çok tartışılan hükümetin Türkiye Sanat Kurumu ve Türkiye Sanat Kurulu yasa tasarısını oturup inceledim. Tasarı ilk başta şöyle özetlenebilir. Kültürün bir sektör haline getirilmesi için yapılan bir düzenleme olarak...
Kültür hayatını canlandırmak, devletle sınırlı kalmasını ortadan kaldırmak ve yerel toplulukların önünü açmak, sanatın özerkleşmesini sağlamak... Kaba bir incelemeyle tasarının amacının bunlar olduğunu ifade edebiliriz.
Kurulun başında iki başkan ve 11 üyesi bulunuyor.
Bu kurulun beş üyesini Bakanlar Kurulu atıyor.
Altı üyenin ise kim tarafından ve kimler arasından seçileceğine dair bir bilgi yok.
En an az on yıl ‘mesleğinde temayüz etmiş’ deniliyor.
Hangi meslekte? Bu kurulda sanatçılar mı yer alacak? Bu kesinlikle belirtilmiyor.