Kuzey, Cemre’ye evlenme teklif etmek üzere hayatının tiradını atarken fonda kısık mı kısık çalan Mehmet Erdem’in Şikayetim Var’ı kesmedi. Kuzey’in tiradı, başlı başına bir yazı konusu aslında. Bizin içindeki sen ve ben. Benim içindeki sen. Bundan sonraki biz. Bizdeki şeyler. Şeylerdeki sen. Büyüyen Ben. Olgunlaşan Ben. Seninle büyüyen Ben vs... Bu soloyu Sezen Aksu mu yazdı acaba diye şüphelenmedim desem yalan olur. Kuzey gibi sıkıntılı bir arkadaş için fazla uzun bir konuşmaydı. Bu eleştirimi dile getirdiğim Kuzey meraklıları bana katılmadı. Onlara göre Kuzey hiç konuşmamış. İlk kez açılmış. Az bile konuşmuş. Ben Türkiye jön tarihine bir bu konuşmasını alacağım Kuzey’in, bir de Zeynep fırında arıza çıkarttığında elinin hamuruyla kadın işine bulaşmış; yumurtayla kala kaldığı sahnedeki gevelemelerini... En az Gülsün Karamustafa’nın ağlayan jönleri gücündeydi bu sahne...
Elbette Güney’in kendini vuracak kadar ileri gitmesine de değinmeliyiz. Güney, bu diziden ünlü polisiye yazarı Patrica Highsmith’in sinemaya da uyarlanan karakteri Becerikli Bay Ripley olarak çıktı. Son’da Engin Altan Düzyatan’ın yakalayamadığı Batı usulü sofistike kötü adam kıvamı Güney karakteriyle tutturuldu nihayet. Kuzey ve Güney bitse de Güney devam etmeli. Güney Tekinoğlu olarak nice kötülükleri Kara Melek tadında bir senaryoyla sürdürerek...
Konumuza dönersek Şikayetim Var kesmediği için ertesi gün soluğu Garaj İstanbul’da Mehmet Erdem konserinde aldık.
Konserde bir sürü Cemre ve Zeynep’e benzeyen kız vardı.
Bu Cemre ve Zeynep’e benzeyen kızlar, konseri dinlemekten ziyade ellerindeki silme ekranlı tablet ve telefonlarıyla arkalarına Mehmet Erdem’i alıp alıp fotoğraf çektiriyorlardı.
O, Yalan Dünya’yı Reyhanlı’da kaybettiklerimiz için söylerken onlar poz veriyor. Gülümsüyor. Sonra hemen ekrana bakıyor. Beğenmedilerse yeni baştan çekime dönüyorlardı. Konsere gitmeyeli epey olmuş. Konserler, canlı müzikle kendinden geçme değil de konsere gittiğini paylaşma etkinliğine dönüşmüş. Bu söyleyen için çok can sıkıcı olsa gerek. Mehmet Erdem zaten sahnede sıkıntılı biri... Hep bir kaçası gidesi var. Sigara içemediğinden midir? Belki de fotoğraf çektirenlerin farkında olduğundandır. Bu durum aklıma Laurie Anderson’ın Central Park’ta, kedilere, sadece onların duyabileceği frekansta verdiği konserleri getirdi. Anderson ne akıllı kadın... Biliyor ki kedilerin aklına parkta konserde altyazılı fotoğraf çektirmek gelmez.
Erdem’in sesinin nesi var?
Twitter’da biri Mehmet Erdem için “balgam atsa sesi düzelecek” diye yazmış. Bundan bahsedip “Sesim kısık değil böyle benim sesim”, diyerek açıklama yaptı. Sesi anne deyişiyle anjinli gibi Erdem’in. Ama benim esas yorumum bu değil. Buna yakın ve yine oral olacak. Mehmet Erdem’in sesi füme. İsli. Ne söylerse söylesin; Tanju Okan, Neşet Ertaş, Mazhar Alanson fark etmiyor. Zaten başkalarının şarkılarını söylemeyi çok seviyor. Hepsini fümeliyor. İsliyor. İnsan bu sesi yemek istiyor.
Hâlâ onları arıyoruz
Başkalarının şarkılarını söylüyor, dedim ya... Bundan hiç gocunmuyor Erdem. Fakat o başkalarının şarkılarını söylerken tespit ettim. Dinlediğimiz seslerde şu iki ismi arıyoruz:
Ahmet Kaya ve Müslüm Gürses. Onlardan bir parça bulduğumuz zaman çocuklar gibi seviniyoruz. Onlar gibi seviyoruz. Yani bağlanıyoruz. Hala yastayız. Onların yasını tutuyoruz ondan... Yarışma programlarında onları taklit edenleri birinci ederek harcayışımız bundan. Bu koca bir yas. Belki birkaç on yıl daha tutacağız. Mehmet Erdem’i de o yüzden sevdik. Hem Ahmet Kaya hem Müslüm Baba’yı andırdığı için. Bu arada kimsede Mazhar Alanson’u aramamamız yaşıyor olduğundan değil. Kendi gibi olmaktan hızla uzaklaştığından. Bakınız bir banka reklamı için Steve Jobslaşan Mazhar Alanson. Hayattan kendinizi alın, geri kim kalır ki?