Venedik’i yağmurlu görmek, çok sevdiğiniz bir arkadaşınızı ilk kez ağlayarak görmeye benziyor. Onu hem susturmak, onun bir an evvel gülmesini sağlamak istiyorsunuz. Öte yandan ağlayan insana bakmanın verdiği bilimsel merakın sürükleyiciliği yakanızı bırakmıyor. Herkesin ağlamasının kendine mahsus olduğu düşünülürse arkadaşınızın da nasıl ağladığını, nerelerde durup nerelerde iç çektiğini, gözlerini kapatarak mı daha da açarak mı bu işi yaptığını bilimsel bir nesnellikle inceliyorsunuz. Kartpostaldaki Venedik, işin içine yağmur ve dolayısıyla biraz tehlike girince tarihe karışıyor yerini iyi ve kötü gününü paylaştığınız dostunuza bırakıyor.
Su mücadelesi
Türkiye’den gelen kalabalık gazeteci grubun şimdilik en anlaşamadığı konu, sanatın sanat için mi, sanatın toplum için mi olduğu değil. Türkiye pavyonunun Tofaş mı Fiat tarafından mı desteklendiği. İkisi aynı şey değil mi? Bir bakıma evet, bir bakıma değil. Doğrusu şöyle demekmiş: Tofaş çatısı altında Fiat sponsorluğunda.
Galeri Rampa’nın yöneticilerinden Üstüngel İnanç, elinde Bellini kadehi, İKSV’nin Metropole’de verdiği kokteyl davetinde şöyle diyor: “İstanbul’da herkes gezi parkında can çekişiyor. Ben burada Venedik’te bienal geziyorum diye tweet atamadım. Yüreğim el vermedi. Keyif çatıyormuşum gibi... Ayıp olur dedim...” Oysa Venedik Bienali’nde keyif çatmak zor. Hele sular 100 santimetrenin üstüne çıkmışken... Bu da bir mücadele. Başta doğaya karşı... Ali Kazma’nın Türkiye pavyonunda yer alan çalışmasının adı Resistanz yani direnç... Bienal izleyicisine de uygun... Doğanın sert koşullarını aştıktan sonra o sergiyi gezmek... Dört yüzün üstünde işi izlemeye çalışmak. Bazılarını oturup seyretmek bazılarıyla ilgili sayfalarca okumak bazıları üzerine saatlerce düşünmek. Üstelik çok kısıtlı zamanlarda bunu yapmak. Bu da tıpkı Ali Kazma’nın teması gibi bir direnç gerektiriyor. Ama direndikten sonra mağlubiyetin olmayacağını bilmek Gezi Parkı'na farkla sanırım bienal mücadelesini daha baştan farklı kılıyor. Kişisel ve sonsuz zenginlikte bir zafere dönüştürüyor.
Bienal izleyicileri ikiye ayrılıyor. Bir, önemli olan bienali gezerken rastladığın insanlardır. Bienaller, sosyalleşme aracıdır. İşimize, sergimize yeni networklere bakalım diyenler. Her fırsatta bir kafede bir dostla bir espresso ya da prosecco tüketenler. Bir de bienali Marks’ın Kapital’i gibi büyük bir ciddiyetle adeta okuyanlar. Not tutanlar. Defteri bitince yeni defter almak için shopun yolunu tutanlar. Tanıdık dostlara uzaktan merhaba diyerek tamamen önlerinde yer alan işlere konsantre olanlar. Oya Eczacıbaşı da bu ikinci gruptan. Levent Çalıkoğlu’yla birlikte bienali gezmeye sabah dokuzda kapıları açan görevlilerle başlıyor. Öğlen yemeği molası vermeksizin akşam güvenlik görevlileri sergiyi kapatana kadar devam ediyorlar.
Tofaş çatısı altında Fiat sponsorluğunda gerçekleşen Türkiye pavyonuna ilgi büyük. Artigliere binasının yüksek tavanları altında karanlıkta sergilenen beş dev ekranlı yerleştirmede bedenin sınırlarını araştıran filmleri izleyenlerden biri de Orhan Pamuk. Yazarlığının yanı sıra bir müze sahibi olan Pamuk, söylentilere göre bienalin ana sergisi Ansiklopedik Saray başlıklı temasını çok sevmiş.
Her geçen gün bienale daha fazla ülke katılıyor. Ulusal pavyonların Venedik Bienali açısından önemi büyük. Hem belediye hem de Milli Savunma Bakanlığı’na bağlı olan pavyonlarda bu yıl ilk kez çok uzak diyarlardan isimler var. Tuvalu gibi... Büyük Okyanus’ta yer alan 26 kilometrekarelik bir ada ülkesi olan Tuvalu da Venedik Bienali’nin ulusal katılımcıları arasında. Bu da şunu iddia etmemizi sağlıyor. Yerkürede çağdaş sanatın olmadığı bir toprak parçası bile kalmayacak... Çok yakında artık çağdaş sanatın girmediği kendi yerli sanatlarının yeterli olduğu topraklardan bahsedemeyeceğiz. Biz değil kolonyalistler düşünsün!
Bienalin ana sergisinin içinde ünlü kadın sanatçı Cindy Sherman’a da küratörlük görevi verilmiş. Sherman, büyük serginin içinde kendi yaptığı mini bir sergiye imza atmış. Sergide yer alan Charles Ray, Duane Hanson, Paul Mccarthy gibi sanatçıların heykellerinin yanı sıra Haiti adasından vodoo kültürüne ait kumaş el işleri dikkat çekiyor. Kumaşlardaki figürasyonla çoğu bu yüzyıla tarihlenen figurative heykellerinin sıradışı ilişkisi Sherman’ın işleriyle ilgili de yeni sorular üretmemizi sağlıyor.