Van gölü, rengiyle, enginliğiyle denizi aratmıyor. Hedefimiz Akdamar kilisesi.
Bir zamanlar keşişlerin inziva mekanı şimdinin en turistik mekanlarından...
Göl üzerinde kısa ve Akdeniz’i aratmayan serin bir tekne yolculuğuyla ona ulaşabiliyorsunuz.
Kilisenin tarihi 915 yılına kadar uzanıyor. İlk mimarı Keşiş Manuel.
Daha sonra 13. yüzyılın sonunda ikinci kez inşa ediliyor. İçindeki freskolar bu dönemde yapılıyor.
2007 yılında -çok şükür- kibar bir restorasyon görüyor. Ermenistan’ın müdahalesiyle freskolara dokunulmuyor.
Ahır olarak kullanılan yıpranmış mekan kilise görünümüne nihayet kavuşuyor.
Çok özel bir taş işçiliğiAkdamar kilisesi duvar resimleri, İsa’nın başına gelenleri, çarmıha gerilişini, yıllara meydan okuyan bir “çağdaşlık”ta anlatıyor. O tasvirlerden biri gözü yaşlı kadınlar. Bu kadınlar, kralın İsa’nın gelmesinden korktuğu için katlettiği oğulları için ağlayan kadınlar...
“Bu kadınlar barış anneleri değil mi?”
Fotoğraf muhabiri arkadaşımız Bünyamin Aygün, onları çekmesini söylediğimde bana böyle sordu.
Haklı.
Sanat tarihçi Mazhar Şevket İpşiroğlu, yıllar önce kilisenin dış cephesindeki Eski Ahit’ten sahnelerin anlatıldığı bu rölyefler üzerine önemli bir iddia ortaya atmıştı. İpşiroğlu, bu rölyeflerdeki hikayenin, güneşin doğuşu ve batışına göre binanın cephesini sardığını hatta güneş ışığını alma derecesine göre canlandırma etkisi elde ettiğini öne sürmüştü. Hikâye bu yüzden kuzeydoğuda başlıyordu. Bu duvarda başlayan hikâye, Batı duvarında bitiyordu.
Çok özel bir taş işçiliğiyle tüf taşından yapılan merkezi kubbeli, dört yapraklı yonca biçimli haç planındaki ilk kilise binası, Ermeni mimarlığının erken dönem taş işçiliğine sahip.
Fakat Akdamar kilisesinin özel taş işçiliği, kuş bakışı bakıldığında haç’ı andıran mimari yapısının ötesinde duvarlarında 13. yüzyıl sonuna tarihlenen freskoları günümüz bilgisiyle bir kez daha incelenmeye değer.
Duvarda sıvanın üstüne yapılan bir resim tekniği olan fresko, Latin dilinde yaş anlamını taşır. Teknik olarak toprak boyaları(pigment) yaş sıva üzerine içirerek uygulanan bir boyama tarzıdır. En yalın ifadeyle taze yayılmış kireç sıvanın üstüne küçük bölümler halinde boyanın uygulanmasıdır. Duvarın nemli olması şarttır. Neme ihtiyaç büyüktür. Çünkü bu nem, sürülen sıvanın suyunu emmesini sağlar.
Akdamar kilisesinde yakından incelediğimiz zaman Bizans freskolarını andırmadığını tespit edebileceğimiz bu duvar resimlerindeki görsellik gerçekten çekici. Döneminin başta İstanbul’da olmak üzere üretilen örneklerinden çok çok farklı. Elbette kast ettiğimiz teknik olarak farklılıkları değil, görsel açıdan taşıdıkları ayrıcalık.
İran minyatürlerini andırıyorİsa’nın doğuşu, ender rastladığımız Meryem’in onu doğuruşu, İsa’nın doğacağını duyan kralın bütün
sıfır ile üç yaş arasındaki çocukları katledişi, annelerin buna üzülüşü sahnelerinde gördüğümüz tasvir, büyük bir itinayla figürlerin konturlarının önceden çizildiği, pergelle tasarlandığı, el ve ayakların sonradan boyandığı Bizans freskolarından bir çırpıda ayrılıyor. Anadolu halk resimlerinde gördüğümüz bir serbestlikle ayrılıyor. İstif düzeni, yani resimdeki öğelerin belli bir şema düzenine göre sıralanışı, İran minyatürlerini andırmasıyla ayrılıyor.
Bununla da kalmıyor. Resimler özellikle Tılsımname ve Falname’deki Osmanlı minyatürlerinde gördüğümüz kümelenmelere ve soyutluğa sahip. Ayrıca figürlerin tasviri, gözleri, elleri ve vücutlarının ölçeği, durağan olmamaları, hem İsa’nın imgesinin hem de kendisinin kullanılması, konulardaki şiddet, örneğin bebeklerin kılıçtan geçirilmesiyle başlı başına dönemiyle çatışan özellikleri içinde taşıyor. Bu figürlere bakarak İpşiroğlu’ndan yıllar sonra onun keşfettiği Mehmet Siyah Kalem resimlerinin, bu freskolardaki görselliğin bir kaynağı ya da akrabası olduğunu iddia etmek mümkün.
Kaybolmayan sabit gözlerAkdamar kilisesi, bir kez daha Doğu’lu görme biçim dediğimiz stiller bütününü tek bir Doğu’ya, biçime hapsetmememiz gerektiğine işaret ediyor. Hint ve Çin’le karşılaşan Hellenizm’in doğurduğu ilginç görsel mirasın Van’daki bir kiliseden, Ahlat’taki bir mezar taşına, Alevi bir halk resminden Mardin’deki camaltı Şahmaran figürüne yüzyıllar içinde nasıl devinerek devrolduğunu görmemizi sağlıyor. Sanat tarihinin çizgisel olmadığını, kendi içinde döngülere, yer değiştirmelere ve sıkı fıkı yakınlıklara, tuhaf akrabalıklara yer verdiğini ispatlıyor.
Öte yandan belli bir coğrafyanın görselliğinin aynı zamanda o coğrafyanın içeriğini kuşattığını, ya da tam tersi, belki de içeriğinin görselliğini kuşattığını, annelerin hâlâ ağladığını, gözlerinin nemli olduğunu, savaştan veyahut doğal afetten olsun gözyaşlarının tıpkı o mavi renk gibi sabit, kaybolmadan aktarıldığını bir yaş eserde yani freskoda görmek düşündürücü. Hatta dokunaklı.
YAŞAR KEMAL KURTARDI
- Kilisenin restorasyon çalışmalarını Van’a gelen Ermeni mimar Zakarya Mildanoğlu ve İtalyan Paulo Pagnin yaptı.
-Duvar freskosu sanatında sıva kullanılırdı. İki kat halinde. Resim bu ikinci kat üzerine yapılıyordu. Sıvanın malzemesi kireçle karışık samandı. İkinci katta ise kenevir lifleri esas malzemeydi.
- Kirecin hazırlanışı, ressamın çok eski bir kireç kuyusu bulması ve içinden en iyi kireç parçalarını seçmesiyle başlardı.
-Orijinali muhafaza edilen freskolarda göze çarpan mavi renk, fresko sanatında uygulaması en zor ve pahalı renktir.
-Cephedeki figürlerin gözleri, uzun yıllar halkının büyük tepkisini çekti. Suret tasvirine alışık olmayanların gözlerine ateş ederek yok etmeye çalıştıkları söylentiler arasında...
-Doğu’daki birçok başka Ermeni anıtı ile birlikte Akdamar Kilisesi’nin de 1951’de hükümet emriyle yıkımı kararlaştırıldı. 25 Haziran 1951’de başlatılan yıkım çalışması o dönemde gazeteci olan ve tesadüfen olaydan haberdar olan Yaşar Kemal’in müdahalesiyle durduruldu.
-Restore edilmesiyle kilisenin kayıp kapısı da Vanlı bir köylüden bulundu. Kayıp kapıyı köylü, kendince çok yüksek bir paraya, sadece 200 milyona yetkililere sattı.