TİYATRONUN BEYEFENDİSİNE VEDA

3 Kasım 2015

Cumartesi akşam saatleri... Hepimizi ertesi günkü seçimlerin gerginliği, heyecanı sarmış. Sabah erken kalkılacak, sosyal medyada geziniyoruz evlerimizde... ‘Oy ve Ötesi’ne seçim yasağı’ diye bir başlık görüyorum Facebook’ta.

Bakıyorum, Üstün Akmen paylaşmış. Zaten her zaman kendi alanı olan tiyatronun dışında da pek çok konuya karşı duyarlı bir insandır.

Herkese cesaret verdi

Umut kesmeyen, mücadele eden... Köşesinde oturup yakınmak yerine elinden ne geliyorsa yapmayı seçen...

Tiyatronun ustalarına karşı her zaman değer bilir, gençlerine karşı cesaretlendirici olmuştur. Pek çok genç oyuncu hayatının ilk övgüsünü Üstün Akmen’den almıştır; “Takipteyim” diyen ‘abi’ üslubuyla...

Takiptedir de... Ben onun kadar çok oyun izleyen tiyatro insanı görmedim. Sadece İstanbul’da değil, üşenmeden Anadolu’nun çeşitli illerine de gider. Zaten yıllardır seçici kurul başkanı olduğu Sadri Alışık Ödülleri’nin Anadolu ayağını da hayata geçirerek bunun somut sonuçlarını da koymuştur ortaya.

En romantik aşıklardandı

Ve küçük - büyük, profesyonel - amatör demeden yazar izlediği oyunları... Yazılarında hem adil, hem dürüst olmaya çalışır, kalp kırmamaya da özen gösterir.

Yazının Devamı

‘Bir ilkbahar, bir sonbahar oy kullanırız’

2 Kasım 2015

Şunu fark ettim, halkımızın kendisini en önemli ve haklı hissettiği yer, sandık başı. Daha sabah 8.00 olmamış, sandık kurulu üyeleri ancak zarfları, pusulaları sayıp sandığı kurmakta, bir 3 dakikalık gecikme olacak gibi görünüyor, vatandaş sabırsız ve sinirli. “Demin de beş dakika demiştiniz” diyor, “İşimiz gücümüz var, 8 dendiyse 8, niye bekletiyorsunuz bizi?”

Piyalepaşa’da son derece kalabalık bir okuldayız, sandıkta neler olup bittiğini izlemek için. Seçmenler şafak vakti kuyrukta. Duvara yapıştırılmış uyarılara, sandık yönlendirme tabelalarına müthiş duyarlılar. “Kapıya şu sandığa gider yazmamışsınız ki!” diye isyan ediyorlar beklerken. Sanırsınız her şeyin saniyesiyle zamanında halledildiği bir ülkede yaşamaktayız.

Kendi aralarında ibret verici bir kibarlık. Zor durumda olana, acelesi olana tolerans yüksek... Bir tek tamamı farklı partilerden oluşan sandık görevlilerine karşı tahammül sıfır. “Teyzeciğim, kızın giremez seninle” dediğin anda püskürüyor teyze: “Ne olur beni o soksa sandığa, günah mı? Zaten olan oluyor, hadi oradan kimi kandırıyorsunuz? Kim bilir kaç sandık çalacaksınız!”

Ayrıca son derece de esprililer. Oyunu atan dönüp kurula bir küçük performans

Yazının Devamı

ŞAMATALI BİR YANLIŞLIKLAR KOMEDYASI

30 Ekim 2015

Üç sene önce Thomas Ostermeier’in ‘Hamlet’ini izlediğimde “Tiyatroyu çağdışı bulanlar, klasiklerden bıkanlar, uzun oyunlardan sıkılanlar gelip bunu görmeli” demiştim. Şimdi o kadar uzağa gitmeye gerek yok, üzerine tiyatrosevmezlerin bir bahanesini daha yıkacak bir oyun izledik bu hafta; “Ödenekli tiyatrolarda modern yorumlar göremiyoruz. Oyunculuklar abartılı, efendim sıkılıyoruz. Şehir / Devlet Tiyatroları mı? Gitmiyorum 10 senedir...” Örnekler çoğaltılabilir... Fakat geçerli sayılamaz, çünkü Şehir Tiyatroları’nın ‘Onikinci Gece’sinde sıkılmak mümkün değil. Yönetmen Serdar Biliş’in kurduğu çılgın dünyadan etkilenmemek de...

‘Onikinci Gece’, Shakespeare’in Noel’in onikinci gece şenlikleriyle bağlantılı olarak yazdığı düşünülen bir komedi. Bu şenliklerde her şey ‘ters yüz’ edilirmiş, oyun da öyle, bir ‘yanlış kimlikler komedyası’. Kimse göründüğü gibi değil… Viola deniz kazasında öldü zannettiği ikiz erkek kardeşi Sebastian’ın kılığında ve aşık olduğu dük Orsino’nun hizmetinde. Dük Olivia’ya, Olivia erkek sandığı Viola’ya aşık... Zavallı Malvolio ise hanımı Olivia’yı kendisine aşık zannedip cüretkar hallere giriyor... Oyunlar, entrikalar baş döndürücü bir hızla birbirini

Yazının Devamı

Bu tabloyu beğeniyor musunuz?

29 Ekim 2015

Bakıyorum bakıyorum, gördüğüm kareyi anlamlandıramıyorum. Kadınların takır takır sokak ortasında öldürülebildiği bir ülkede lafı olmaz belki ama o kadar hastalıklı bir görüntü ve acıklı durumumuzu öyle açıkça ortaya koyuyor ki... Bir grup Fenerbahçe taraftarı, Galatasaray derbisinde sarı kırmızı forma giydirdikleri bir şişme bebeği yakmışlar!

Akıllarında ancak böyle şekillenebiliyor bir ‘müsabaka’. “Ben erkeğim, aslanlar gibiyim. Karşımdaki rakibimi nasıl alt edebilirim? Onu aşağılayarak. Peki, bunu nasıl yaparım? Hah, kadına benzeterek. “Ve tabii bu ‘temsili’ kadına zarar vererek. Yakarak!

Sorsan kim bilir ne saygıları vardır kadınlara. Haşa, ne aşağılaması? Başlarının tacıdır karıları, sevgilileri... Cennet desen annelerinin ayağının altında...

Muhtemelen var güçleriyle kınıyorlardır, kadınlara uygulanan şiddeti. Belki o Özgecan Arslan cinayetine karşı en önde yürümüşlerdir, kim bilir... Şiddetin nasıl en ‘masum’ görünen eylemden -ki ne amaçla üretilip satıldığı herkesçe malum olan bir şişme bebeği yakmak bunlardan değil tabii- kaynağını bulup çoğalarak yayıldığını akıllarına bile getirmeden... Tecavüzün böyle böyle sıradanlaştığını, gündelik hayatın tam ortasına yerleştiğini hiç

Yazının Devamı

FD’DEN ‘SAĞLAM’ BİR LİMAN

27 Ekim 2015

Şu yaşadığımız kaba, sert, acımasız dünyada bazı insanlar oluyor, varlıklarıyla yüreğinize su serpiyor. Her zaman nazik oluyorlar, düşünceli... Öfkelerini, hayal kırıklıklarını dile getirirken bile zarif... Kalpten bir yerden konuşuyorlar, sizi de oradan yakalıyorlar.

Feridun Düzağaç benim için böyle biri. Sezgilerine her zaman güvenebileceğiniz, sizi yanıltmayacak eski bir dost gibi. Birçok insan için de böyle; yeni bir Feridun Düzağaç albümü, o dış dünyanın sert rüzgarlarından kaçıp sığınabileceğiniz bir kuytu liman gibidir. Sony Müzik’ten yeni çıkan ‘Başka’ da bu limanların en sağlamlarından biri olmuş. Hem sözler, hem müzikler, hem de düzenlemeler açısından. “İlk kez bu kadar ‘yöresel enstrüman’ kullandım” diyor, sahiden de bir ‘başka’ olmuş. On şarkı var albümde, çıkış şarkısı düzenlemesi daimi dostları Can Alper ve Arıkan Sırakaya’ya ait ‘Biçare’. Evet, gerçek bir FD ‘hit’i bu şarkı ve iki bambaşka versiyonuyla yer alıyor albümde. Benim ilk anda favorim olan ‘Kül’ de öyle... (“Buluta yükü sorulmazmış” nasıl bir sözdür!) Bir de klarnetle uçuran ‘demli’ versiyonu var.

Doğum gününü kutlamıyor

Yalnız yanlış anlaşılmasın, şarkıların hepsi ayrı yakaladı beni. Alışık

Yazının Devamı

Kötülük diye bir şey var

26 Ekim 2015

Fotoğrafları arasında dolaşıyorum, şaşkınlık içinde... ‘Mamma Mia’yı izlemiş en son karısıyla Zorlu’da. Urla’ya bağbozumu şenliklerine gitmişler, ailece poz vermişler gülümseyerek. Surf yapıyor, Alaçatı’da... Seyahati, yemeyi içmeyi seven biri belli ki. Ve ailesine çok düşkün bir baba... Öyle görünüyor...

İyi eğitimli, başarılı bir bilgisayar mühendisi. Çok bilinen uluslararası bir bilişim firmasında yönetici... Toplantılardan kareler, dünyanın dört bir yanından iş gezisi anıları...

Aile buluşmaları sonra... Havuzlu evler, kebapçı sofraları, bolca; şimdi bakarken insanın tüylerini ürperten... Tıpkı şu kare gibi: Bir kolunda oğlu, bir kolunda yeğeniyle gülümseyen bir adam... “Gelsin kebaplar” yazmış altına... Şaka yapmış. O kareden tam iki yıl sonra sol kolunda tuttuğu çocuğun üzerine asit döküp yakacak.

Bir haftadır Develi’de yaşanan korkunç olayı anlamlandırmaya çalışıyoruz hepimiz. Lokantanın oyun odasında, 3.5 yaşında bir çocuğun üzerine asit dökülmüştü! Kim, neden, nasıl yapabilirdi bunu?

“Çalışanlardan birinin sevgilisi” diye bir tez atıldı ortaya... Kıza atarken çocuğa gelmişti. Makul göründü gözümüze. ‘Aşk uğruna’ kan dökmekten hiç çekinmeyen bir toplumuz; asiti

Yazının Devamı

HERKESİN SEVDİĞİ NE KALDI?

23 Ekim 2015

Ne severiz değil mi, o mahalle dayanışması filmlerini... Hani ‘kentsel dönüşüm’ uğruna dört yanı gökdelenlerle çevrilmiştir o yoksul semtin. Bir avuç insan sıkışıp kalmıştır ortada. Ama işte o kadar onurlu ve yüreklidir ki o bir avuç insan, el ele verince de birlikten öyle bir kuvvet doğar ki, kafa tutarlar bütün kodamanlara. Ve sevgi kazanır, iyilik kazanır, dostluk, dayanışma, birlik kazanır... Sen de kendini iyi hissedersin izleyici olarak. Güçlü, umutlu, inançlı çıkarsın salondan.

Bir de iyi yazılmış, iyi çekilmiş ve de iyi oynanmışsa, tadından yenmez. ‘Pilav üstü kuru’ gibi. Bugün gösterime giren ‘Takım: Mahalle Aşkına!’ gibi...

Bu filmin ‘direnenleri’ babalarından kalan halı sahayı kanlarının son damlasına kadar savunan iki kardeş; Tufan (Fırat Tanış) ile Turgay (Yağız Can Konyalı). Ama yalnız değiller; Çingene Selim’den (Özgür Emre Yıldırım) Liceli Memo’ya (Uğur Uzunel), iman gücüyle oynayan Mümin’den (Yunus Emre Terzioğlu) takımın adını ‘sathı müdafaa’ koymaya niyet eden Kerem’e (Kaan Turgut), maçta oğlanların tozunu attırdığı yetmezmiş gibi ‘bayan değil kadın’ demeyi de öğreten Gülgün’e (Beyza Şekerci) şahane bir ‘takım’ları var. Bir de Pascal Nouma’nın oynadığı

Yazının Devamı

SERİ KATİLE DÖNÜŞMEMEK

20 Ekim 2015

İnsan hayatında yeni bir sayfa açmaya, mesela evlenmeye karar vermişse onu gerçek bir beyaz sayfa kılmak için geçmiş defterlerini tamamen kapatmak isteyebilir belki. Eski sevgilileriyle ‘hesaplaşmayı’, kırdığı kalpleri geç de olsa onarmayı, bir tür ‘helallik almayı’...

Kendini ‘eşsiz ve unutulmaz’ zanneden kibirli bir bakış açısı tabii ama kabul edilebilir.

‘Özel’ olanları seçiyor

Bizim adamımız da 33 yaşına gelmiş, yazdığı kitapla az buçuk şöhreti yakalamış ve 23 yaşında bir hemşireyle nikah masasına oturmadan önce şehir şehir dolaşıp eski sevgilileriyle son kez görüşmek istiyor. ‘İhtiyacı var’ buna, kendi ifadesiyle. Zaten hayatın kendi ihtiyaçları üzerinden döndüğünü zannettiği için, hakkı da olduğu kanaatinde yıllar sonra ortaya çıkıp ‘bir yangının külünü yeniden yakıp geçmeye.’

Hayatına giren bütün kadınları arayıp görmeye kalksa yetiştiremeyeceğinden, sadece onun için ‘özel’ olanları seçip otel odalarında buluşuyor. Bakalım affedilmiş mi… Her şey yolunda mı… ‘İyi miyiz?’

Feri Baycu Güler’in kurduğu Mam-Art topluluğunun ilk oyunu ‘Özel Kadınlar Listesi’; orijinal adıyla ‘Some Girls’, bu bencil, kibirli ve büyümemiş adamın çeşitli biçimlerde kırıp dökerek

Yazının Devamı