Özür nasıl dilenir?

16 Kasım 2015

Hatasını kabul etmek; bunu yaparken bahanelere sığınmamak önemli bir meziyet. Bizdeki özür kalıplarını bir düşünelim... “Gerekirse (ya da haksızsam) özür dilerim” vardır mesela... Söyleyene göre asla gerekmediği - gerekmeyeceği mesajını da içinde taşır. Ama hadi, büyüklük onda kalsındır. Böylelikle özür dileme kisvesi altında karşınızdakini ezebilirsiniz.

Sonuna bir ‘ama’ eklenir illa. Tamam yapmışsınızdır ama bir soralım bakalım neden yapmışsınızdır... Mutlaka sizi bir yanıltan - kışkırtan olmuştur. Böylece hem hatayı üstlenmez hem de özür dileyen olgun insan olursunuz. Bir taşla iki kuş.

Can Yayınları’nın sahibi Can Öz, bu taktiklerin hiçbirine başvurmadan, hiçbir ‘ama’ya, ‘ve fakat’a sığınmadan özür diledi dün. Tüyap Kitap Fuarı’nda Can Yayınları görevlileri 13 yaşında bir çocuğu durdurup üstünü başını aramışlardı. Çocuktan kitap filan çıkmamış, doğal olarak da sosyal medyada yer yerinden oynamıştı.

Ben de bugün burada diyecektim ki; bir çocuğu bu şekilde utandırmaya, ağlatmaya kimsenin hakkı yok. Kitap çalmış olsa bile yok. Kitap hırsızlığı en masum hırsızlıklardan biri, her fuarda da konuşulur, birçok öğrencinin parası olmadığında istediği bir kitabı ‘kamulaştırdığı’

Yazının Devamı

ÇOK GÜLDÜK AĞLAYACAĞIZ

13 Kasım 2015

Kentsel dönüşüm nedeniyle yerinden edilmiş bir müzikholle, ekonomik krizle boğuşan bir tiyatro salonu işbirliği yaparsa ortaya ne çıkar? ‘Yalınayak Müzikhol’ ve tepe tepeye dolu Kumbaracı50.

Sandalyeme oturmuşum, gösterinin 150 dakika sürdüğünü öğrenmişim, başıma gelecekleri bekliyorum. Fakat 10 kişilik ekip, patlayan enerjisiyle sahnede belirir belirmez iç sıkıntısından öldüğüm bir akşamda olabileceğim en doğru yere geldiğime karar veriyorum. Üç dakika sonra sunucu Kıvanç Duyar’ın (Ömer Erzurumlu) talimatıyla yanımdaki seyirciye sarılmış buluyorum kendimi. İyi geliyor, inanır mısınız?

“Buraya eğlenmeye gelenler elini kaldırsın!” komutunda ilk kalkan el benimki oluyor. Ondan sonra da bırakıyorum kendimi ‘damar damar üstüne binen’ şarkıların akışına...

Önce Hasbel Kader abla (Aslı Can Kortan) çıkıyor sahneye ‘hiç unutmadığı’ geçmiş hikayelerinin arasında ‘Duydum ki Unutmuşsun’u söyleyerek... Ardından duvar yazılarıyla konuşan ‘atarlı’ Yeter Artık (Çiğdem Aygün). Bir sözünü not ediyorum; “Sadece tuvaletleri değil birbirinizi de bulmak istediğiniz gibi bırakın.” Tabii ki ‘İtirazım Var’ı söylüyor. Libidolarımızı sınava çeken Keyfe Keder (Candan Seda Balaban) ile gamımızı

Yazının Devamı

‘Yaşasın başka türlü öğretmenlik’

12 Kasım 2015

Bir sır değil; soranın, sorgulayanın, ‘genele’ ayak uydurmayanın işi zor buralarda. Hele hele eğitimciysen, ‘aykırı’ olmayacaksın. Müfredat var önünde, dışına çıkmak neyin nesi? Ya da öğrencilerine ders dışında okumaya, düşünmeye, soru sormaya sevk etmek? Neredeyse ‘işgüzarlık’...

Notre Dame de Sion Lisesi’nin öğrencileri tarafından tutkuyla sevilen edebiyat öğretmeni Melike Koçak’ınki gibi... “O bizim canımız” diyorlar, ötesi var mı?

Biz temmuz ayında duyduk adını; “Öğrencilerinin çıkardığı fanzin nedeniyle beş yıldır çalıştığı okuldaki görevine son verilen öğretmen” olarak...

Hürriyet’ten İpek İzci çok güzel bir yazı yazmıştı; Melike Koçak’ı “Ölü Ozanlar Derneği”nin John Keating’ine benzeten... Kendisini “Devlete, öğretmene, babaya, erkeğe çatır çatır kafa tuttum” diye tanımlayan bir öğretmen, tabii ki öğrencilerine de hayata çatır çatır kafa tutmayı öğretecekti. Bir öğrencisi “Her dersten çıktıklarında kafalarına sorular taktığını” söylüyordu ki bundan daha değerli bir şey söylenebilir mi bir öğretmen için?

Ama işte okullarda soru sordurmaktan ziyade ‘hazır cevap’ları yutturmaya alışık olduğumuzdan, Melike Koçak’ın da başı tez zamanda derde girdi. John Keating gibi...

Yazının Devamı

AŞK DEĞİL, İZLENME OYUNU

10 Kasım 2015

Diyelim ki uzaktan az çok tanıdığınız birinden hoşlandınız, ilk yapacağınız ne olur? Evet, doğru cevap; adını google’da aratmak... Ne kadar tanınıyor, kaç kişi tarafından biliniyor, Facebook arkadaşları kimler... Hele hele Instagram, gerçek bir maden... Bu sayede evinin içini, hatta bize ‘iyi geceler’ dileyenlerdense yatağını bile görebilirsiniz daha ‘merhaba’ demeden...

Yeni bir keşif yapıyor değilim elbette, ilişkilerimiz artık insanların kendilerini sosyal medyada sunmak istedikleri yüzleri üzerinden yürüyor, hepimiz biliyoruz bunu. Konuşurken ne kadar acıklı olduğunu söylemeyi bir borç bilsek de akşam yalnızlıktan kırılıyor bile olsak “Hahayt, o kadar çok eğleniyorum ki” mesajı taşıdığına inandığımız fotoğrafımızı paylaşmayı ihmal etmiyoruz.

Böylelikle kimse kimsenin sahici halini tanımıyor, birbirimize gösterdiğimiz imajlarımız ‘aşık’ oluyor...

Ona da artık ne kadar aşk denirse... Birbirini tanımaya başladığın anda küllenen alevlerden ibaret...

Aşkın kısa süreli hali

Tatbikat Sahnesi’nin yeni oyunu ‘Blink’teki kadın ve erkeğinki gibi... İki fazlasıyla yalnız, asosyal insan... Hani bir yere girdiklerini de çıktıklarını da kimsenin fark etmediklerinden... Adeta ‘görünmez’lik

Yazının Devamı

Hepimizin sorumluluğu var

9 Kasım 2015

“Krize çare aramak yerine yarın yokmuş gibi yaşıyoruz. Uyanın! Sanki dünyada olup bitende hepimizin sorumluluğu yokmuş gibi...”

Dirk Voltz adlı bir Alman vatandaşının sözleri bunlar... Partneri Mario ile birlikte Berlin’deki evlerini Suriye, Afganistan ve Irak’tan 24 mülteciye açmışlar. Evet, 24! Biz sokakta karşımıza Suriyeli çocuk çıkınca yolumuzu değiştiriyoruz ya, tadımız kaçmasın diye... Bu eşcinsel çift birlikte yaşamayı seçmiş onlarla... Üstelik ırkçılık ve İslam fobisinin tavan yaptığı bir zamanda...

“O Alman vatandaşlarının pek korktuğu Müslümanlar nerede acaba?” diye soruyor Dirk Voltz yazısında... “Evde bıçaklar yerli yerinde, mutfakta duruyor. Yatak odamızın kapısını kilitlemeye falan ihtiyaç duymuyoruz. Bizi uykumuzda öldürmek isteyen Müslüman olmadı. Aynı yatakta uyuyan iki erkek olduğumuz için hakaret eden de...”

Öte yandan, hiç hakaret işitmedikleri söylenemez... Kâh mesajlar, kâh kapılarına bırakılan mektuplar marifetiyle ölüm tehditleri almadıkları da... Kimden? Bu insanlar sanki keyiflerinden evlerini barklarını terk edip Almanya’ya İslamı yaymaya gelmiş gibi onlardan rahatsız olan ‘seçkin’ Almanlar’dan...

Arkadaşları bile ırkçı söylemlerle rahatsız

Yazının Devamı

“50’ler ve 60’larda sanki insanlar daha mutluymuş”

8 Kasım 2015

Okan Yalabık “Muhteşem Yüzyıl”daki Pargalı’dan sonra yine bir dönem dizisinde, 70’lerde geçen “Analar ve Anneler”de polis komiseri Ayhan’ı oynuyor. Yalabık “50’ler ve 60’larda yaşamak isterdim... Sanki daha mutluymuş insanlar o dönemlerde. Daha duyarlılar birbirlerine karşı... Yine sorunlar vardı ama daha değerliydi insan galiba” diyor

Ben kendisini önce tiyatro sahnesinde izleyenlerdenim. “Hatırla Sevgili”den önce, Kent Oyuncuları’ndaki “Martı”, “Nükte”, “Kumarbazın Seçimi”, “Inishmore’lu Yüzbaşı” ve o kahkahalarla izleyip unutamadığım “39 Basamak” demekti Okan Yalabık benim için. Pargalı’ya ise yıllar vardı tabii...

Öncesinde de iyi dizilerde oynadı ama “Muhteşem Yüzyıl” bir fenomen oldu. Arkasından en çok yas tutulan dizi karakteriydi Pargalı İbrahim Paşa; senaristi Yılmaz Şahin bile “Yazarken de, çekerken de çok ağladık” demişti. Bunda kuşkusuz kuşağının en iyi oyuncularından olan Okan Yalabık’ın payı büyüktü. Böyle parlak bir finalden sonra ne yapacaktı acaba?

Ne Pargalı’nın ardından önerilen röportajları kabul etti ne bu şöhreti fırsat bilip hemen yeni bir dizide boy gösterdi. Gitti, kendini yenilediği yere; tiyatroya sığındı. Pangar ve Altıdan Sonra Tiyatro ortak

Yazının Devamı

ABLUKA ALTINDAKİ HAYATLAR

6 Kasım 2015

İstanbul’un kenar mahalleleri... ‘Güvenlik’ ablukası altına alınmış güvensiz, tekinsiz, sisli, puslu bir dünya... Kimse kimseye güvenmiyor, kimin ‘aslında’ ne olduğunu bilen yok.

20 yıl yattığı cezaevinden şartlı tahliye edilen Kadir görünüşte çöp toplayıcısı, esasında polis muhbiri olarak dönüyor dış dünyaya. Dünya onu unutmuş, küçücük çocukken bıraktığı kardeşi Ahmet bile tanımıyor ilk bakışta.

Polisler ‘terörist’, karısı tarafından terk edilen Ahmet ve arkadaşları sokak köpeği avında. Böyle kazanıyorlar ekmek paralarını; belediye itlaf ekibinde çalışarak...

Bütün muhbirler gibi kraldan çok kralcı Kadir, gözlemeye başlıyor mahalleliyi. İnce ince rapor ediyor kendince ‘şüpheli’ bulduğu her şeyi... Etrafındaki en şüpheli şeyse kardeşi Ahmet. Bir şeyler saklıyor ama ne? Komplo teorileri birbirini izliyor.

Gerilim hiç azalmıyor

Ahmet de Kadir’den tedirgin... Kardeş kardeşten emin değil, herkes gölgesinden korkuyor, böylesi bir cehennem... Giderek paranoyaların yönlendirdiği, rüyalarla gerçeklerin birbirine karıştığı bir kaosa sürükleniyoruz hep beraber...

Emin Alper’in Venedik’ten ve Altın Koza’dan ödüllü ikinci filmi ‘Abluka’, karakterleriyle beraber seyirciyi de

Yazının Devamı

Yalnız yaşayan kadın öldürülebilir

5 Kasım 2015

Bu ülkede yalnız yaşayan bir kadınsan, evinde saldırıya, tecavüze uğrasan, soyulsan, işkence görsen, hatta öldürülsen, yine sen suçlusun.

Müzisyen Değer Deniz... Cihangir’deki evinde eli kolu bağlanmış, tecavüz edilmiş ve boğulmuş halde bulundu, haberlerde bir ‘yalnız yaşadığı ev’ vurgusu... Çünkü yalnız yaşayan kadınların evleri girenin çıkanın belli olmadığı, tekinsiz yerler... Adeta bir ıssız, karanlık sokak gibi orada başlarına bir şey gelmesi normaldir...

İş o noktaya geldi ki ailesi kadın örgütlerine çağrıda bulunmak zorunda kaldı, “Mahkemede bizi yalnız bırakmayın” diye... Nitekim ilk duruşmada 17 yaşındaki sanık C.M. öyle bir savunmayla çıktı ki hâkim karşısına, hem tüyler ürpertici, hem de çok bildik...

Hani o her durumdan sıyırmalarına yarayan ‘erkeklikleri’ var ya, oraya sığınarak kurtulmak niyetinde çocuk mahkemesinde yargılanan sanık. Önceki abileri gibi...

Diken internet sitesinde Burcu Karakaş’ın haberinde yer alan savunmaya göre Değer Deniz sokakta bali çekerken gördüğü çocuğu evine çağırmış, “Gel burada iç” diye... “Sevgili olmuşlar”mış... Sonra C.M. ‘kaçırıldığı’ için 15 gün görüşememişler. “Geri dönünce kendisini görmek istedim” diyor; “Pencereyi açık

Yazının Devamı