Fotoğrafları arasında dolaşıyorum, şaşkınlık içinde... ‘Mamma Mia’yı izlemiş en son karısıyla Zorlu’da. Urla’ya bağbozumu şenliklerine gitmişler, ailece poz vermişler gülümseyerek. Surf yapıyor, Alaçatı’da... Seyahati, yemeyi içmeyi seven biri belli ki. Ve ailesine çok düşkün bir baba... Öyle görünüyor...
İyi eğitimli, başarılı bir bilgisayar mühendisi. Çok bilinen uluslararası bir bilişim firmasında yönetici... Toplantılardan kareler, dünyanın dört bir yanından iş gezisi anıları...
Aile buluşmaları sonra... Havuzlu evler, kebapçı sofraları, bolca; şimdi bakarken insanın tüylerini ürperten... Tıpkı şu kare gibi: Bir kolunda oğlu, bir kolunda yeğeniyle gülümseyen bir adam... “Gelsin kebaplar” yazmış altına... Şaka yapmış. O kareden tam iki yıl sonra sol kolunda tuttuğu çocuğun üzerine asit döküp yakacak.
Bir haftadır Develi’de yaşanan korkunç olayı anlamlandırmaya çalışıyoruz hepimiz. Lokantanın oyun odasında, 3.5 yaşında bir çocuğun üzerine asit dökülmüştü! Kim, neden, nasıl yapabilirdi bunu?
“Çalışanlardan birinin sevgilisi” diye bir tez atıldı ortaya... Kıza atarken çocuğa gelmişti. Makul göründü gözümüze. ‘Aşk uğruna’ kan dökmekten hiç çekinmeyen bir toplumuz; asiti mi esirgeyeceğiz?
Develi’ye yüklendik hep beraber. Ne biçim insanlar çalıştırıyorlardı? Kameralar nasıl çalışmazdı? Çocuklarımızı nasıl koruyacaktık, pahalı restoranlarda bile güvende değillerse? Daha da adım atmazdık Develi’ye!
Ve birkaç gün sonra gerçek bomba gibi patladı yüzümüzde. Çalışanın psikopat sevgilisi filan değil, basbayağı çocuğun eniştesiydi, asiti planlayıp programlayıp çocuğun üstüne döken. ‘Amerikan rüyası’nın Türkiye şubesi gibi hayat süren bir ailenin, karısına hediye olarak cip alan babası Cihan A...
“Kıskandım” diyordu, “Benim çocuğumdan daha çok ilgi görüyordu ailede, suratına boya atıp maskara etmek istedim.” Bilememiş, boya sanıp almış evden sülfürik asiti, boca etmiş, eniştesi diye kendisinden korkmayı bile akıl edemeyecek yavrucağın üstüne.
Şimdi tabii ki bu açıklamanın da, olan bitenin de kabul edilebilir tarafı yok ya, umudumuz uzmanlarda: Ne tür bir ruh hastalığı insana bunu yaptırabilir? Nasıl bu derece ‘canavarlaşabilir’ insan?
Habertürk’te Didem Arslan’ın konuğu psikiyatr Özkan Pektaş da bu soruya yanıt vermeye çalışanlardandı. Ancak böyle zamanlarda hep bir ‘hastalık’, bir ‘bozukluk’ arar ya gönlümüz, Pektaş’ın yanıtı başkaydı: “İlla her şeyin altında psikolojik bir durum aramamak lazım,” diyordu: “Kötülük kötülüktür”. Hasta bir insanı bu kadar ince plan yapacağına inanmıyordu.
Bu biliyorum, hiç rahatlatıcı değil. İnsanın ‘özünde’ iyi olduğuna, bir sebeple ‘canavarlaştığına’, kötülüklerin hep ‘başka yerde’ yaşandığına inanmak daha iyi geliyor insana.
‘Çalışanın sevgilisi’ olsa daha iyiydi mesela... ‘Bizden’ değildi. ‘Dışarısı’ tehlikeli, ‘ailemiz’ güvenliydi. Hele hele ekonomik olarak rahat, iyi eğitimli, ‘üst sınıftan’ bir aileyse bu, kesin dışarıdaydı ‘düşman’.
‘Hasta’ da olabilirdi, etrafında dengesiz davranışlarıyla bilinen, yalnız, tutunamamış bir insan. “Borçları varmış, bunalımdaymış” derdik... Ya da “Sevgilisi terk etmiş, aşkına karşılık bulamamış”.
Hayır, hiçbiri yok. Nasıl rahatlayacağız?
Kabul edelim; tehlike düpedüz insanın ta kendisinde. İnsan ‘özünde iyi’ falan değil, kötüsü var. İstedi mi doğada başka hiçbir canlının akıl edemeyeceği kötülükleri bünyesinde barındırabilen bir varlık. Ne eğitim değiştirebiliyor bunu, ne para pul, ne rahat bir hayat...
Rahatlatıcı değil ama gerçek. Kötülük diye bir şey var.