Bir zamanlar ‘Küçük Emrah’ filmleri, ‘Acıların Çocuğu’ kavramını yaratmıştı sinema dünyasında. Şimdiyse ‘Öyle Bir Geçer Zaman Ki’ dizisi, ‘Acıların Ailesi’ olgusunu moda yaptı ekranlarda. İhanetle başlayıp entrikalarla gelişen felaketler zinciri, Akarsu Ailesinin fertlerini öylesine sıkboğaz etmekte ki Küçük Emrah’ta bile böylesi yaşanmamıştır. Ülkü Aker’in ‘Gülmek için yaratılmış gözlerde yaşlar niye?’ sözlerini hatırlatan dizide, kahramanlara bir ‘Oh’ demek yasak! Tabii izleyene de.
Ali Kaptan’ın azgın tekeliğiyle başlayan musibetlerin ardı arkası kesilmiyor. Akarsu girdabının gittikçe genişleyen halkaları önüne geleni içine çekip hallaç pamuğu gibi savurmakta… Onlarla temasta bulunanların mutsuzluk ve felaketin pençesine düşmemesi imkânsız.
Kendi halinde balık tutup ruhundaki acısıyla baş başa yaşayan Hikmet Karcı, Cemile’ye bulaştığı anda hem kendi ölüm fermanını imzalıyor, hem de kurulu düzeninde gayet verimli çalışan holdingin.
İş dünyasının ve sosyetenin cool erkeği Soner de Aylin’e abayı yakınca Murat’ın sonunu hazırlayıp kendisinin de mutsuzluğunu garantiliyor. Araba kazasına karşı dirençli olduğunu gören Soner, hayata veda için kardeşinin taklitçiliğine
‘Başlamış üzere’şeklindeki bozuk cümle ve Cengiz Semerçioğlu harf hatasıyla TV 8’den canlı canlı ekran başındakilere ulaşan ‘3. Antalya Televizyon Ödülleri’, Antalya Büyükşehir Belediye Başkanı Prof. Dr. Mustafa Akaydın’la ‘Kırmızı Halı’ sunucusu Cengiz Semercioğlu’nun ‘Antalya havası’ konusundaki sıcak-serin zıtlaşmasıyla açıldı.
‘Acayip şık’gelen misafir söylemi, jüri üyelerinden sonuçlar hakkında tüyo kopartma anlamsızlığı, yaptırımı ‘onur’dan ibaret olan ipucu çıtlatmama kuralı, Sema Eren’in kuaför dedikodusu, bol hatalı ve suni konuşmalar… ‘Kırmızı Halı’nın sunum ayrıntıları!
Misafirleri karşılayan Başkan´ı geç fark eden Metin Uca’nın dalgınlığı… ‘… denen kadın’ diyerek Ardahan olayına açıklık getirmeye çalışan ‘Bir Zamanlar Osmanlı- Kıyam’ dizisi oyuncusu Öykü Çelik’in kırdığı pot… Senaristlerin durumuna ‘Her hafta 80 tane boş sayfayı doldurma zorunluluğu’ noktasından değinen Gani Müjde’nin yapılan işi ‘delilik’ olarak nitelemesi… ‘Çocuk gelin’ eleştirisi olarak yola çıkıp şekil değiştiren diziye, Fikret Kuşkan’ın ‘Kanayan yaraya parmak bastık’ yorumu… Halit Ergenç’in, Meral Okay’ın vefatının ardından beklentiye girenleri hüsrana uğratacak ‘Muhteşem Yüzyıl önümüzdeki
Hani bazı öyküler öylesine doğal bir anlatımla resmedilir ki, okuyan sanki o ortamda yaşıyormuş gibi hisseder kendini! Bu eşleşmeye filmlerde de rastlanır. Beyazperdeye yansıyan mekânın gerçekçi dokusu, insanların alabildiğine doğal karakterize edilişi, sinema koltuğundan seyredilen sahnelere uzanan bir köprü oluşturur. 2. Uluslararası Malatya Film Festivali’nde izlediğim MAR da böylesi çekicilikte bir film!
Televizyonsuz ortamlarda yetişenlerin ne denli bakir kaldıklarını gösteren bu çalışmanın bir diğer ayrıntısı; ATV’deki ‘Son’ isimli dizide, kaçak bilim adamı ‘Bahman’ olarak Pazartesi geceleri karşımıza çıkan Yılmaz Şerif’in Yeşilçam’daki başarılı oyunculuğunu MAR’da bir kez daha konuşturması. Pek çok TV dizisinde ve ‘Kara Köpekler Havlarken’, ‘Kader’ gibi iz bırakan filmlerde kendini gösteren Volga Sorgu Tekinoğlu’na 2. Uluslararası Malatya Film Festivali’nde ‘En İyi Erkek Oyuncu’ ödülü getiren filmin diğer ekran yüzü, ‘Kurtlar Vadisi’nde Baron’un kızı ‘Sofia’ karakteriyle oyunculuğunu ispatlayan Begüm Kütük. ATV’nin ‘Uçurum’unda Büyük Patron olan usta sanatçı Mahmut Gökgöz de MAR’ın iş bitirici berber dişçisi. Oyuncu kadrosu sağlam olunca, yapımın da gücü kendiliğinden
Önce Nuri Bilge Ceylan, sonra Zeki Demirkubuz…İki farklı ödül töreni, iki farklı yönetmen…Ortak noktalarıysa, tarzları!SİYAD Gecesi’nde bizzat şahit olmuştum, Nuri Bilge Ceylan’ın ‘yerli tören’ giyimine. Zeki Demirkubuz’un 31. İstanbul Film Festivali’ndeki ‘Bizim çocuklar’ boş vermişliğiniyse, şehir dışında olduğumdan, medyadan izleyebildim… Biri kazağıyla, diğeri sahnede çiğnediği sakızla yurtiçi ödüllere verdikleri değeri layıkıyla gösterdi. Aslında ikisinin davranışı da, geniş açıdan bakıldığında, yurdumuzdaki sanat-sanatçı ve ödül anlayışıyla doğru orantılı olduğundan kızmak yerine tebrik etmek gerek!
Nedir, bizdeki sanatçı ve ödül anlayışı? Öncelikle sanatçı havasına girebilmek için saç-sakal birbirine karışacak; bu yapılmamışsa berduş kılıksızlığı, kılık olacak. Takım elbiseden hele hele ‘Medeniyet yuları’ kravattan fersah fersah kaçılacak… Kilim desenli, tiftiklenmiş ve fazlaca dökümlü kazaklarla tozlu-çamurlu ayakkabılar revaçta. Pahalı ciplerle asorti oluyormuş! Mevsim yaz ise şıpıdık parmak arası terlik, bermuda pantolon ve soluk tişörtler tören kıyafetlerinin baş tacı. Gerekirse omza bir havlu da atılabilir. Yani öyle bir kreasyon seçilecek ki, bin metre öteden
Farklı kanalların, farklı içerikli iki dizisi; ‘Suskunlar’ ve ‘Uçurum’… Ama bu farklılık tamamen görünürde! Öze indikçe benzerlikler iyice belirginleşiyor ve kaynak noktasında yeni bir akımın doğduğunu fısıldıyor.
‘Sleepers’tan uyarlanarak, çocukken yaptıkları bir hata yüzünden tüm hayatları değişen dört arkadaşın öyküsünü ekrana taşıyan ‘Suskunlar’ın intikamcıları; Ecevit, Bilal, İbrahim ve Zeki… Yetiştikleri yer, Hell’s Kitchen’dan devşirme ‘Kuyudibi’!
‘Bazen arkasında kimin olduğunu bilmediğimiz kapıları çalarız. Bazen de çaldığımız kapı arkasındaki içindir’ diyerek felsefe yapan ‘Uçurum’un intikamcısıysa, can dostunu öldüren altılının peşine düşen Tak Tak Arif… Mekân, yine ‘Kuyudibi’!
Her iki yapımda da kabadayı üretim merkezi olarak seçilen ‘Kuyudibi Mahallesi’ nerede? Arkada Galata Kulesi göründüğüne göre ‘Kuledibi’ şeklinde algılamak mümkün. Özelliği, bıçkın ve serseri üretim merkezi mi olmak? Yapımların gözdesi haline gelmesine bakılırsa, öyle!
‘Kendi adaletini kendin sağla’öğretisinin dikte edildiği ‘Suskunlar’ ve ‘Uçurum’un bir başka ortak noktası, senaryonun gelişmesi için polislerin işlevsiz ‘konu mankeni’ne dönüştürülmesi. Eva, Yaman’ın elinden kurtulup
Televizyon dünyası, zamansız bir ölümün acısını yaşıyor. Ekranlarda bir ilki gerçekleştirip tarihi farklı yönden yansıtarak pek çok kişiyi karşısına alma cesaretini gösteren Meral Okay artık aramızda yok.
Daha yayına girmeden başlatılan şikâyet kampanyalarına aldırmadan, doğru bildiği yolda yürüyen rahmetli Okay’ın eseri ‘Muhteşem Yüzyıl’, her şeyden önce ekran başındakilere tarih merakı aşılaması bakımından önemli bir iş başarmıştı. Hastalığına aldırmadan yarattığı yüzyılın devamını sağlayan Okay, temposunu düşürse de çalışma azminden ödün vermemişti. Ne hastalık geri adım attırmıştı ona, ne de hastalığını ‘Ecdadın laneti’ olarak yorumlayanların sözleri.
Sağlık durumuyla ilgili iyimser görünen Okay, verdiği demeçlerde ‘Bu hastalıkta ne olacağı kesin konuşulmaz ama ben duvara çarpmayacağım’diyerek azmini gösterirken bir yandan da yaşamın sürprizlerine açık kapı bırakmıştı. Hem daha hedefinde Abdülhamit Dönemi vardı… Ama olmadı. Bu ülkede Yavuz Sultan Selim’e ve Kanuni Sultan Süleyman’a dokunmanın güçlüklerinin farkında olmasına rağmen yılmayan senarist Okay’ın ömrü vefa etmedi. Ne acıdır ki, yaşarken hastalığıyla diziyi bağdaştıran kara zihniyete direnmeyi bilen sanatçının,
Televizyon dizileri neden bir sezonda biter? Ya, orijinalini bozmamak gibi gerekçelerle, sınırlı bölümle yayına sokulur… 28 Nisan’da 20. bölümle final yapmaya hazırlanan ‘Keşanlı Ali Destanı’ gibi! ‘Tadında bırakmak’ bahanesini de geçer akçedir… Örneği; Bloomberg HT’deki ‘Yerli Dizi’ programında, Caner Cindoruk’un ‘Firar’la ilgili sözleri… En sık rastlananı, özensizlik, pasiflik vs. sonucu düşük reyting alıp erken finalle postalanmaktır. Dingin anlatımı ve yaşamın gerçeklerini yakalayan konusuna rağmen yükselişe geçemeyen ‘Koyu Kırmızı’ misali!
Dizileri mezarlığa yollayan mekanizma böyle işlerken, hem ‘Koyu Kırmızı’ya veda için hem de benzeri haksızlıklara ön tepki olarak Murat Sarı adlı okurun satırlarını aktarmak yerinde olacak…
‘Koyu Kırmızı’nın başladığı gün itibariyle izleyiciye kan vermeyi hatırlatıp böbrek yetmezliğinin ne menem bir şey olduğunu, organ bağışının önemini, organ mafyasının nasıl çalıştığını gösterdiğini belirten Sarı, dizinin aynı zamanda şimdiki gençlerin ağzında oyuncağa dönen ‘Seni seviyorum’ sözünün derin anlamını yansıttığını da vurgulamakta. Sarı’nın reytingle ilgili saptamalarıysa şöyle:
‘Abi-kardeşliği, dostluğu, sevgi açlığını,
Önce, ‘Gerçekçi bir oyundan daha güzel ne olabilir’ inceliğini sorgulatıyor… Sonra, en doğal yanıtı ‘Yalan ikna edici olabilir ama neyse ki gerçek çok daha ikna edici’ repliğiyle yine kendi veriyor. Gözlerin etkileyiciliğinden, olaylara ve insan ruhuna hâkim olmanın sırrını keşfeden Ferzan Özpetek, ‘Şahane Misafir’ filmiyle sinemada başarıya giden yolun insan doğallığından geçtiğini bir kez daha gösteriyor.
Popüler film anlayışına kendini kaptırmayan ama festival yapımlarının kaygılarına da düşmeyen Özpetek, insan gerçeği üstünden, insana hayali güzellikler yaşatma ustası! Maçka G-Mall’daki basın gösteriminde izlediğim ‘Şahane Misafir’ bu doğrultuda gerçekleştirilmiş bir çalışma. ‘Hayatımın bir parçası’ dediği Sezen Aksu’nun buğulu tınısını öykülerinin içine başarıyla yerleştirmeyi bilen Özpetek, sanatçıdan sanatçıya selam niteliğiyle, tutkusunu sürdürmekte. Yönetmenin Türk oyuncu bulundurma geleneğinin kahramanıysa, bu kez Cem Yılmaz! Yusuf Antep karakterine bürünüp komediyle duygusallığı harmanlayan Yılmaz, ısmarlama kostüm gibi giydiği bu rolle, İstanbul’dan İtalya’ya uzanan arabesk bir esinti yaşatmakta. Başlarda pek etkili olmayan bu esintinin gücü, finale doğru daha çok