Önce, ‘Gerçekçi bir oyundan daha güzel ne olabilir’ inceliğini sorgulatıyor… Sonra, en doğal yanıtı ‘Yalan ikna edici olabilir ama neyse ki gerçek çok daha ikna edici’ repliğiyle yine kendi veriyor. Gözlerin etkileyiciliğinden, olaylara ve insan ruhuna hâkim olmanın sırrını keşfeden Ferzan Özpetek, ‘Şahane Misafir’ filmiyle sinemada başarıya giden yolun insan doğallığından geçtiğini bir kez daha gösteriyor.
Popüler film anlayışına kendini kaptırmayan ama festival yapımlarının kaygılarına da düşmeyen Özpetek, insan gerçeği üstünden, insana hayali güzellikler yaşatma ustası! Maçka G-Mall’daki basın gösteriminde izlediğim ‘Şahane Misafir’ bu doğrultuda gerçekleştirilmiş bir çalışma. ‘Hayatımın bir parçası’ dediği Sezen Aksu’nun buğulu tınısını öykülerinin içine başarıyla yerleştirmeyi bilen Özpetek, sanatçıdan sanatçıya selam niteliğiyle, tutkusunu sürdürmekte. Yönetmenin Türk oyuncu bulundurma geleneğinin kahramanıysa, bu kez Cem Yılmaz! Yusuf Antep karakterine bürünüp komediyle duygusallığı harmanlayan Yılmaz, ısmarlama kostüm gibi giydiği bu rolle, İstanbul’dan İtalya’ya uzanan arabesk bir esinti yaşatmakta. Başlarda pek etkili olmayan bu esintinin gücü, finale doğru daha çok hissediliyor. Yılmaz’ın şakayla karışık vurguladığı gibi, film yedi bobin olsa ya da altıncı bobinde Pietro geri vitese takılsa rahatlıkla gizemli evin tek hâkimi olacak ama ‘Türk de geldi buraya amma asılıyor’ denmemesi için geri durmuş. İtalyanları kıskançlıktan çatlatmak istemeyen Yılmaz artık başka sefere hâkimiyetini ilan eder. Nasılsa, sınırları aştı bir kez.
İtalya’nın doğal ve sıradan yaşam alanlarında, farklı mesleklerden insan manzaraları resmeden ‘Şahane Misafir’, ciddi konulara eğlenceyle yaklaşıyor. Gay olmayı bile daha doğru dürüst beceremezken, kuzeninin heteroseksüel oynaşmalarına ne cevap vereceğini hiç bilemeyen kruvasan ustası Pietro’nun dünyasından yaşamın gerçeklerine baktıran yapım, mesajlarını ironik bir dille vermekte... Mussolini’nin faşizminden, Afrika kökenli Obama’ya; bencillikle gerçekleştirilen ihanetten, hileli mirasla edinilen zenginliğe uzanan yelpazede en çok vurgulanan konu, ‘oyunculuk’! Bu işin sırrını, iyi makyaj ve kendini unutmayı becermek, şeklinde deşifre eden filmde ‘Oyuncu dediğin her şeyi yapabilmeli’ saptaması, özellikle üstünde durulması gereken bir ayrıntı.
Aslında ‘Şahane Misafir’in kritiği noktasında söylenecek çok söz var. Ancak onu sinema yazısına bırakıp gösterim sonrası gerçekleşen hoş sohbete değinmek istiyorum. Başka bir çalışma için İstanbul’da bulunan film müziklerinin yaratıcısı Pasquale Catalano’yu da beraberinde getiren Ferzan Özpetek, eserine güvenen bir sanatçı edasıyla karşımızda… Cem Yılmaz ise oyunculuğunu sınırlarımızın ötesine taşımanın verdiği haklı gururla, mutlu ve keyifli. Kameraların yarattığı izdihamın ardından geçilen soru-cevap kısmında ortaya dökülenler, hem ilginç hem de eğlenceli. Tıpkı gerçekteki gibi, hayatla hayalin her ikisinin de ‘Şahane Misafir’de iç içe geçtiğini belirten Ferzan Özpetek’ten ilk saptama, oyunculuğun dünyanın en zor işi olduğu yönünde. Oyuncu olmayı hiç düşünmeyen Özpetek’e göre rol yapanlar, ‘Başka toprakların insanı’!
Özpetek, altıncı hisleri çok kuvvetli olan ve iyi rolü bulup başarıyı yakalamayı beceren oyuncu kimliğinden söz ederken aklımıza ister istemez, sinemamızda ve dizilerde buna uyan kaç isim olduğu takılıyor. Neyse ki, bu tanımın canlı örneği Cem Yılmaz’ın İtalya gözlemleri araya giriyor da, her yapımda aynı duruşu sergileyen, mimiksiz donuklukla senaryoların başarısızlığını katmerleyenlerin olumsuzluk girdabına kapılmaktan kurtuluyoruz.
Başka topraklarda iş yapmak konusunu değerlendiren Yılmaz, set çalışanlarının ve oyuncuların ülkemizdekilerden pek de farklı olmadığını söylüyor. Ne yazık ki, bu benzerlik çalışma saatleri için geçerli değil. İtalya’da oyunculuğun daha konforlu olduğunun altını çizen Yılmaz, oyuncuların gözü yorulmadan çalışma ortamı yakalayıp kendilerine zaman ayırabilmesine imrenmiş. Yılmaz’a göre, yeni nesil sinemacılarımızın bu yönde gelişimi var. Fakat TV dizilerinin setlerinde şartlar zor. Beş saat içinde yemek molası verme zorunluluğu örneğiyle, çalışma şartlarının sıkı kurallara bağlılığını açıklayan Özpetek’e göre İtalya’daki bu konforun dayanağı, ‘sendika işinin önemsenmesi’ ve ‘senaryoya çalışıp gelen oyuncuların ortak temposu’! Bizdeki film uzunluğuna erişen dizilere yol gösterecek bu bilinci alkışlamamak imkânsız.
İlham kaynağını, İkinci Dünya Savaşı’nın gerçeklerinden alan ve kendi evinde de savaştan kalma Yahudilerin saklandığı gizli bir bölme bulunduğunu açıklayan Özpetek, yurt dışında salonları dolduran yapımlarına Türk izleyicisinin ilgisizliğini ise filmlerinin İtalyanca oluşuna bağlamakta… Ancak hayalet görme isteği konusunda hemfikir olduğum Özpetek’in bu gerekçesine katılmadığımı söylemek isterim. Bana göre sebep, konuşma dili değil algılama dili… Ucuz esprilere, kaba küfürlere, sahte oyunculuklarla sunulmaya çalışılan ruhsuz ilişkilere alıştırılan seyircinin frekans çakışması!
Bu aydınlatıcı sohbetin can alıcı noktasına gelince… Filmlerine, görkemli sofralarla ve masa başı sahnelerle imza atan Özpetek’in misafir ettiği Cem Yılmaz’ın ‘Beyaz pizza’ ile imtihanı! Filmde rol almaktan duyduğu memnuniyeti renkli kelimelerle dillendiren, Özpetek’in hayaletsiz mutfağının güzel yemeklerini ballandıra ballandıra anlatarak dinleyenleri imrendiren Yılmaz, setteki durumdan bahsederken yüreklerin burkmakta. ‘Sofra kuruluyor ama hepsi dekor. Çekim bittikten sonra bile hiç yiyemiyorsunuz’ diyerek o güzelim yemeklerin kendilerine verilmeyişinden şikâyet eden Yılmaz, Türk setlerindeki paçanga, muz ziyafetlerinin özlemini belli ki çok çekmiş. Yönetmen, ‘Beyaz pizza’nın İtalya’daki setlerde oyuncuları zinde tutmayı hedefleyen bir beslenme geleneği olduğu açıklamasıyla durumu toparlamaya çalışsa da nafile… Fellini’den günümüze uzanan geleneksel beyaz pizza düştü bir kez Yılmaz’ın diline… Pizza-mangal savaşında ilk hamle: ‘Madem o kadar ünlü, o zaman Pietro’nun masasına koyup yakın çekim yapsaydın’ resti! Hedef: Bir dahaki Ferzan setinde masadaki güzelim yemeklerin tadını çıkartmanın yolunu yapıp İtalyan geleneklerine Türk damgası vurmak!
Sinemanın büyülü bir şey olduğunu ‘Şahane Misafir’ sayesinde anlayan, buna karşılık ‘Ferzan Mutfağı’nda aç kalan ve anlı şanlı aktörlerin ellerindeki kuru hamuru kemirmesini kahkahalar arasında anlatan Cem Yılmaz ile Ferzan Özpetek sohbetine noktayı koyan ‘Beyaz pizza’ işkencesini, ünlü komedyenin esprilerine malzeme olarak bırakıp yazımıza son noktayı koyalım. Görüşümüz, ‘Şahane Misafir’in keyifle seyredilebilecek ve derin düşüncelere saplanmadan ince masajlar alınabilecek, oyunculuğun senaryoyla bütünleştiği bir yapım olduğu yönünde. Dünyanın takdir ettiği Ferzan Özpetek filmi, ‘Dil’ farkını ve tüm önyargıları bir yana atıp, sinema ortamında izlenmeyi fazlasıyla hak ediyor!
Anibal GÜLEROĞLU