Önce Nuri Bilge Ceylan, sonra Zeki Demirkubuz…İki farklı ödül töreni, iki farklı yönetmen…Ortak noktalarıysa, tarzları!SİYAD Gecesi’nde bizzat şahit olmuştum, Nuri Bilge Ceylan’ın ‘yerli tören’ giyimine. Zeki Demirkubuz’un 31. İstanbul Film Festivali’ndeki ‘Bizim çocuklar’ boş vermişliğiniyse, şehir dışında olduğumdan, medyadan izleyebildim… Biri kazağıyla, diğeri sahnede çiğnediği sakızla yurtiçi ödüllere verdikleri değeri layıkıyla gösterdi. Aslında ikisinin davranışı da, geniş açıdan bakıldığında, yurdumuzdaki sanat-sanatçı ve ödül anlayışıyla doğru orantılı olduğundan kızmak yerine tebrik etmek gerek!
Nedir, bizdeki sanatçı ve ödül anlayışı? Öncelikle sanatçı havasına girebilmek için saç-sakal birbirine karışacak; bu yapılmamışsa berduş kılıksızlığı, kılık olacak. Takım elbiseden hele hele ‘Medeniyet yuları’ kravattan fersah fersah kaçılacak… Kilim desenli, tiftiklenmiş ve fazlaca dökümlü kazaklarla tozlu-çamurlu ayakkabılar revaçta. Pahalı ciplerle asorti oluyormuş! Mevsim yaz ise şıpıdık parmak arası terlik, bermuda pantolon ve soluk tişörtler tören kıyafetlerinin baş tacı. Gerekirse omza bir havlu da atılabilir. Yani öyle bir kreasyon seçilecek ki, bin metre öteden bakan ‘İşte bu sanatçı’ diyebilsin. Sanatçı kesiminden üniversite salonlarına çağrılan Baylara, tütün içme ve uyaran öğrencilere posta koyma serbestisini; sahneye ödül almaya çıkanlaraysa sakız çiğneme hakkını tanımak da, özgür sanatçı modasının atraksiyonlarından… Bunları yapmayıp halim selim bir şeyler ortaya çıkartmaya uğraşanlar, oyunculuğun hakkını vermeye çalışanlara bırakın ödülü, sanatçı etiketi bile hak değil. Bu böyle biline, eski köye yeni adet getirilmeye!
Yerli sanatçı profilimizi çizdikten sonra gelelim ‘ödül’ ve ‘tören’ olaylarına… Yurt dışında istisnalar olsa da, genelde ciddiyetle ele alınan bu kavramların ne yazık ki bizde cılkı çıkartılmış durumda. Taşını sıksan festival fışkıran yurdumda, neredeyse mahalleler dahi yılın ‘En’lerini seçmek için organizasyon başlatacak… Elini sallasan ellisi, başını sallasan ‘En’lisi… Önüm, arkam, sağım, solum tören. Sobeleniyor, hiçbirinden nasiplenemeyen. Velhasıl-ı kelam, reklam kapısına ve körlerle sağırların birbirini ağırlayışına çevrilen ‘kopya törencilik’ rutini, gün geçtikçe daha çok besleniyor o yılın moda isimlerine ödül sunma zihniyetinden!
Ödüller, hep aynı kişilere ve işlere ekmek peynir gibi dağıtıldığına göre, böylesi yoğun trafikte lütfedip almaya gidenlerin halini de düşünmek gerek. Kolay mı sürekli grand tuvalet hazır olmak? Değil tabii… Öyleyse, ödül sarhoşu sanatçılarımız ya sürekli smokin veya takım elbiseyle gezecek ya da ‘ev içi rahatlığında’ ortama icabet edecek. Yalama olmuş tören düzeninde ikici seçenek daha makul. Hem zaten buralardaki davetlilerin çoğu da ‘kalıp’ listeden çağrılan klişeler! Yani ‘Biz, bizi biliriz’ hesabı. Kazara araya sıkışan yabancılar için de, törenden törene koşturan çilekeş sanatçılardan kılık-kıyafete özen göstermelerini beklemek insafsızlık olur.
Yurtiçindeki bu rahatlığın sınır ötesinde bulunamayacağı gerçeği, içerideki kazaklı sakızlı gevşekliğin bir başka yüzü. Adamlar hafta sekiz, gün dokuz tören düzenlemediklerine göre yaban ellerde özen göstermemek ne mümkün… Bu nedenle ‘Kırmız Halı’ üstünde yürüme şansına erişenlerin uyması mecburi olan kıyafet şartına karşı smokinler hazırdır dolapta. Tabii, kısmette kazakla altı ödülü kapmak olduğu gibi, smokinle arz-ı endam edilecek, Oscar hevesinin kursakta kalma ihtimali de akıllarda!
Sanat, sanatçı, ödül… Ucu açık muamma. Kâh kazak giyer, Bir Zamanlar Anadolu’da saplanır kara kışa… Kâh sakızla yapışır, yağan yağmura bakan Arap kızın Dostoyevski’den mamul Yeraltı camına… Baskın basanın; övgü, ödül kapanın; balon, patlatanın; başarı, hasılatın! Sanatın, popüler yaklaşımlara, çifte standarda ve taraftarlığa yenildiği; Uluslararası İstanbul Opera Festivali’nin kapanış töreninde bile eşofman giyildiği yerde kazak, sakız boş hikâye. Hiç kafamıza takmayalım, Bilge ve Zekiler layığını verirler nasılsa her şeye.
Anibal GÜLEROĞLU