Reklam pastasının vazgeçilmez çekiciliğinde kanallar arasında büyük bir rekabet yaşanmakta. Birbiri peşi sıra yayına sokulan dizilerle yürütülen çekişme, hafta sonları da yarışmalarla kendini gösteriyor.
Yaz aylarında izleyicinin gönlünü fetheden ve son bölümünde‘Yetenek Sizsiniz’i geride bırakıp birinci olan ‘Ben Bilmem Eşim Bilir’, İlker Ayrık farkıyla, Kanal D’nin kozu. Acun’un yapımları zaten malumunuz.
Bu sezonun sürprizi, Acun’u Star’a kaptıran Show TV’den… ‘Yetenek Sizsiniz’e rakip olarak ekrana sürülen, iç yapımlar ürünü ‘En Büyük Show’! Şov büyük olunca şimşekleri üstüne çekmesi ve yıpratma amacıyla öküz altında buzağı aranması da doğal bir süreç.
Fransız formatlı bu eğlence programının genelde başarılı bir çalışma olduğu inkâr edilemez bir gerçek. Gerek görsellikteki canlılık, gerekse birbirinden ilginç atraksiyonlarla yaşatılan keyifli ortam, ekranlarda bir fark yarattı. Bundan dolayı Caner Erdem yönetimindeki Show TV iç yapımlar ekibini tebrik etmek gerek.
Her hafta değişik ünlüleri konuk edip, sahnedeki profesyonel şovlara masa başındakilerin amatör yorumlarıyla renk katan ‘En Büyük Show’, sahne ortamının suniliğinden ziyade eğlence mekânında gösteri
Dillerden düşmeyen, uğruna cinayetler işlenen ve nihayetinde dizilerin, filmlerin çoğunun ana teması haline gelen ‘aşk’ nedir? Zamana karşı kaybedilmiş bir savaş mı? Yoksa ‘zihnin bekâretinin kalkması’ olarak nitelenen boşanma sonuçlu tek eşliliğin zamanla düşen maskesi mi?
Kimine göre 21. yüzyılda aşk, cevaplanmamış bir tel mesajının yarattığı saplantılı bekleyiştir… Kimine göre de Paris sokaklarında fare avına çıkmak. Charles Bukowski’ye göre ise aşk ‘sis’ gibidir. Sabahları ortalığı saran, güneşin çıkmasıyla kaybolan sis misali aşk da gerçeklerin ortaya çıkmasıyla yok olur.
İstanbul’a ikinci kez gelen ve kendi yazıp yönettiği ‘Aşkın Ömrü 3 Yıldır’ filminin tanıtımı için Fransız Sarayı’nda basınla buluşan Frédéric Beigbeder, ‘30 yaşından sonra hayatta kalan erkek aptaldır’ dediği yapımında, edebiyat eleştirmeni ve gece hayatı yazarı olan bir adamın tanışma, eğlenceli aşk günleri, evlilik ve boşanma sonrasında gelişen macerasını anlatıyor.
2002’de Fransız televizyonu Canal +’da Jonathan Lambert ile birlikte ‘Hypershow’ adlı talk şovu hazırlayan, TV programına çıplak çıkmakta sakınca görmeyen, 2008'de toplum içinde kokain kullanmaktan tutuklanan Fransız edebiyatının ‘yaram
Özcan Deniz ile Neslihan Atagül, iki gün boyunca sürekli öpüşmek zorunda kalmışlar. Sebep? ‘Al Yazmalım’ın bir versiyonu olarak duran ‘Araf’ filmindeki birkaç dakikalık iki seanstan ibaret sevişme sahnelerinde Yeşim Ustaoğlu’nun içine sinecek başarıyı yakalama çabası!
Kendileri için keyif miydi, eziyet mi bilemeyiz ama Özcan Deniz’in neredeyse hiç konuşmayan kamyon şoförünü canlandırdığı ‘Araf’a bir parça çekicilik katmak için iyi olmuş.
‘Araf’taki sevişmenin vurucu ayrıntısı
Uzun sekans aralıkları ve suskunluğuyla kimi zaman bezdiren ama yaşamın gerçeklerini yakalama noktasında hedefi tutturan ‘Araf’ın yaratıcısı Ustaoğlu, Özcan-Neslihan sevişmesini iki gün sonunda içine sindirmiş de, acaba eleştirel bakışla bu sahneler ne derece tatminkâr? İzleyici buradan ne duygu yakalayabilir?
Öncelikle altını çizmek gerek. Sinema perdesine ekrandan daha çok yakışan Neslihan Atagül’ün(Zehra), yüzüyle uyuşan saflıkla kollarına atıldığı Özcan Deniz(Mahur) arasında yaşanan sevişmede, öyle çıplaklık, ateşli sahneler filan beklememek lazım.
Kıyafetlerle ve kucak kucağa öpüşmeden ibaret bu iki sevişme sahnesi, başlangıcı yapılan ancak bir türlü finale ulaşamayan bir atak gibi. Tutkunun
‘Hayat devam ediyor’ felsefesi bazen gerçekten çok acıtıyor. Hani derler ya, koyun can derdinde kasap et derdinde, diye bizimkisi de o hesap.
Bir yanda, daha öncekilerin acısı soğumamışken, 200 silahsız askere hain pusu kurulduğu haberiyle yüreğimiz burkuluyor. Öte yanda, Hülya Avşar’ın ‘Altın Portakal’ jürisinin değerlendirme kriterlerini açıklayacağı basın toplantısı duruyor. Ama el mahkûm, büyüklerimiz ‘Festivaller her şartta sürer’ zihniyetiyle yaklaştığından biz de sanatçılar arasında fikir ayrılığı doğuran bir konuda neler açıklanacağını öğrenmek için davete icabet ediyoruz.
Basın Toplantısı Değil Yasak Savmak…
Daha başlamadan gerek jürisi, gerekse Antalya Büyükşehir Belediye Başkanı Mustafa Akaydın’ın ‘Altın Koza’ya yönelik tarih eleştirileriyle gündeme düşen ‘49. Uluslararası Antalya Altın Portakal Film Festivali’, yarışmacı filmlerinden ziyade bu konularla adından söz ettirmekte.
Gerçi bugüne kadarki jürilerin hangi kıstaslara göre seçildiği, kaçta kaçının gerçekten jüri olmayı hak ettiği ya da film değerlendirmelerinin ne denli adil olduğu gibi hususlar halkın gözünde ‘hatır-gönül’ noktasında cevap buluyordu. Ama ben yine de Ulusal Uzun Metraj Jüri Başkanı
Dizi ve filmlerin hayali dünyasına yoğunlaşan beyinlere, doğrudan hayatın gerçeklerini sunarak farklı bakış açısı kazandıran belgeseller en az diğerleri kadar ilgiyi hak eden yapımlar.
Ancak tematik kanallar ve devlet televizyonu dışında ne yazık ki medyada belgeselin izine rastlamak neredeyse hiç mümkün değil. ‘Neredeyse’ diyorum çünkü sadece ceza niyetine özel televizyonların ekranlarında boy gösterebiliyorlar. Oysa ülkemizde, kültürel ve insani değerleri öne çıkartan pek çok değerli belgesel film mevcut. Hal böyleyken, belgesellerin değerlendirilmesi de büyük ölçüde film etkinliklerine kalıyor.
Ana teması, kültürel mirası korumak olan ‘Safranbolu Uluslararası Altın Safran Belgesel Film Festivali’, bu değerlerin hakkını vermeyi hedefleyen organizasyonların en köklüsü!
Bu yıl Anadolu Ajansı’nın ana sponsorluğunda, Safranbolu Belediyesi ve Aktif Medya tarafından, 21-23 Eylül 2012 tarihleri arasında 13’üncü kez düzenlenecek olan ‘Safranbolu Uluslararası Altın Safran Belgesel Film Festivali’nin basın tanıtımı, Safranbolu Belediye Başkanı ve Festival Başkanı Dr. Necdet Aksoy’un, Okan Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Sanat Tasarım Yönetimi Bölüm Başkanı ve Festival Genel
TRT 1’in yeni dizisi ‘Şubat’ın bende ilk merak uyandıran yönü, adı olmuştu. Neden ‘Şubat’? En basitinden fark yaratıp ilgi çekmek için mi, yoksa karakteriyle bağdaşan bir özellikten dolayı mı bu isim seçilmişti? ‘Şubat’ı, Nişantaşı Citylife’daki galasında izlediğimde bu sorumun cevabını almış oldum.
İstanbul’un suçlarla dolu çılgın gerçeğinde kader ağlarını örmüş, bir küçük çocuk daha koca kentin sokaklarına atılmıştı. Kapıya soğuk bir kış günü konduğu için bu çocuğa ‘Şubat’ adı verilmişti. ‘Her olanın bir sebebi vardır’ diyen öykü ‘Şubat’ dizisinin adının dayanağını böyle açıklıyordu. Ama bana göre bu ismin gerekçesi dizinin özünde gizli!
Açılışından, bölüm sonuna dek kaliteli bir film tadında izlediğim ‘Şubat’, 12 ayın içinde tek farklı olan Şubat ayı gibi kendine has bir yapıya sahip. Öyle ki, ‘Metromuz oldu da Güzel ve Çirkin’i çekebileceğiz’ veya ‘O kadar uzun metro ağını nasıl bulacaklar’ türünden, bol keseden eleştirenleri fazlasıyla utandıracak başarıda! Adıyla fark yaratan yapım, sinema filmi özelliğini taşıyan çekimleriyle de fark yaratmakta.
Rum Yetimhanesi’ndeki Yangından ‘Şubat’a İlham!
Musa Uzunlar’ın etkileyici sesinden İstanbul’a dair karanlık bir tablo
Önce Bihter, sonra Fatmagül olarak ağlamaklı ses tonuna ve hüzünlü duruşuna alıştığımız Beren Saat, istediğinde çok farklı bir kimliğe bürünüp herkese meydan okuyabileceğini gösterdi. Nasıl mı? ‘Cesur’ca konuşup erkeklerin dünyasına başkaldıran bir afet edasıyla yaşattığı kahramanlık macerasıyla!
Bu öyle bir kahramanlık macerası ki, peri ışıklarıyla döşenen yolda düşülen karanlıktan kurtulma çabasını sevgi ve özveriyle harmanlayan bir kaderin ürünü. Kimilerine göre kader, bir kumaş gibi dokumuştur insanın yaşamını ve iç içe geçmişliklerle yaşanır gider… Kimilerine göre de kader, yönlendirmelerle bulunan iyi-kötü olgulardan ibarettir. Beren Saat’in sesiyle can verdiği ‘Cesur’ Merida’nın kaderi ise okunun ve aklının ucunda!
İskoçya’nın peri ışıkları kötü kaderin yakamozları
Kral babasının doğum günü hediyesi yayın yarattığı özgürlükle, en usta okçulara dudak uçuklatacak maharette bir atıcı olarak yetişen Merida, kraliçe annesinin bir hanımefendi yetiştirme isteğine inat tam bir savaşçı görünümünde.
Ancak kraliçe de oldukça kararlıdır. Kusursuzluk eğitimini oflaya poflaya kabullenen Prenses Merida, serbest kalır kalmaz kaderi değiştirmeye soyunur. Cesurca en sarp yamaçlara
Bugüne kadar pek çok vesileyle ekranlarda ‘Hayır işi’ne yönelik program düzenlendi. Ancak hiç biri ‘Benzemez Kimse Sana’ nın temposuna sahip değildi. Yaz aylarının boşluğunu doldurmak için Star TV’de boy gösteren program, katılımcıların ilk günlerin acemiliğini üstünden atmasından sonra müthiş bir ivme kazandı. Her bölüm birbirinden daha keyifli bir performansla izleyiciyi kendine bağladı.
Hem keyiflendirdi, hem de çeşitli vakıflara sembolik destek sağladı. En önemlisi de Türk insanına gözlerden ırak olduğu için akıllara da düşmeyen kuruluşları hatırlattı. Ne var ki, halkın reytingleriyle baş tacı ettiği ‘Hayır’ programı, Acun’un geldiği ortamda gitme konusunda ‘Hayır’ diyemedi.
Kesinlikle gösterişçi yardım özelliği taşımayan 13 haftalık keyifli ‘Hayır’ işi de, böylece sona erdi. Seyfi Dursunoğlu’nun dediği gibi ‘Ah yazık oldu bitti’ diyen seyirciden gelen talebin devam yönünde olduğunu belirtelim. Bu durumda pekala başka bir kanal seçeneği düşünülebilir.
Bip Bip Seyfi… Hep Böyle Kal Erol… Taze Gelin Hande…
Yaşlanmak herkesin kaderi. Ama 80 yaşına rağmen, TV’de şovun nasıl yapılacağını; ‘bip bip’li konuşmanın da bir sanat olduğunu cümle aleme gösterip bir şarkıyla