Dillerden düşmeyen, uğruna cinayetler işlenen ve nihayetinde dizilerin, filmlerin çoğunun ana teması haline gelen ‘aşk’ nedir? Zamana karşı kaybedilmiş bir savaş mı? Yoksa ‘zihnin bekâretinin kalkması’ olarak nitelenen boşanma sonuçlu tek eşliliğin zamanla düşen maskesi mi?
Kimine göre 21. yüzyılda aşk, cevaplanmamış bir tel mesajının yarattığı saplantılı bekleyiştir… Kimine göre de Paris sokaklarında fare avına çıkmak. Charles Bukowski’ye göre ise aşk ‘sis’ gibidir. Sabahları ortalığı saran, güneşin çıkmasıyla kaybolan sis misali aşk da gerçeklerin ortaya çıkmasıyla yok olur.
İstanbul’a ikinci kez gelen ve kendi yazıp yönettiği ‘Aşkın Ömrü 3 Yıldır’ filminin tanıtımı için Fransız Sarayı’nda basınla buluşan Frédéric Beigbeder, ‘30 yaşından sonra hayatta kalan erkek aptaldır’ dediği yapımında, edebiyat eleştirmeni ve gece hayatı yazarı olan bir adamın tanışma, eğlenceli aşk günleri, evlilik ve boşanma sonrasında gelişen macerasını anlatıyor.
2002’de Fransız televizyonu Canal +’da Jonathan Lambert ile birlikte ‘Hypershow’ adlı talk şovu hazırlayan, TV programına çıplak çıkmakta sakınca görmeyen, 2008'de toplum içinde kokain kullanmaktan tutuklanan Fransız edebiyatının ‘yaramaz çocuğu’ Beigbeder, Türk insanını romantik bulduğunu söyleyerek sinema izleyicisine göz kırpmakta.
Gülümseten övgüleriyle reklamcı kökenini tam anlamıyla açık eden Beigbeder, İstanbul günlerinde, reklamcılıktan gelen deneyimiyle aşk üstüne öyle bir şov sergiliyor ki, bize bir şey satabilmek için duygularımızı sömürmekle itham ettikleriyle aynı kefeye yerleşiyor.
Zaten, reklamın büyük bir kandırmaca olduğunu söyleyen yazarın kendisi de aşkın ömrünün, yoğunluğuna bağlı olduğunu belirtip bu ismi sırf ilgi uyandırmak için koyduğunu itiraf etmekte. Yazabilmek için uyuşturucu, alkol ve hapis yatmayı ilham kaynağı olarak gören Beigbeder’in bu itirafları da reklamın ta kendisi!
‘Aşk’ Denilen Şey 5 Dakikalık Tensel Tutku
İlişkilerde asıl dikkate alınması gerekenin ‘sevgi-saygı’ olduğunu umursamadan, adına ‘aşk’ denen ve gerçekte tensel tutkudan öte anlam ifade etmeyen hormonsal arzuyu kazanç kapısına çevirmeyi gayet güzel başaran reklamcı-yazar-yönetmen Beigbeder, edebiyat kurumlarını ve eleştirmenleri taşlamayı ihmal etmediği filminde, hakiki romantizmle birlikte kadın mefhumunu da yerle bir etmekte.
Özellikle erkeğin, eşinin el temasını ‘bulaşık eldiveni’ gibi algılama ayrıntısı bu yaklaşımının göstergesi. Seven insan eşinin dokunuşunu böyle algılar mı? Kadını, bir süre sonra cinsel çekiciliğini yitiren obje olarak sunan bu sahnenin aşkla değil de sevgisizlikle ilişkilendirilmesi daha doğru!
Banyodaki kitaplıktan okunan William Shakespare’in aşk üstüne yazılmış sözlerini salaklık olarak yorumlayan ‘Aşkın Ömrü 3 Yıldır’, sığ bakış açısıyla yaklaştığı ilişkilerde, erkeğin aşkının ‘elde etme tutkusu’ndan ibaret olduğunu, komediyle sulandırıp, pervasızca sergileyen bir film.
Tıpkı yeni çıkan bir ürünü elde edene kadar duyulan arzunun sahip olduktan sonra dinmesi gibi Beigbeder de, yapımında bu maymun iştahlılığı kadınlara yönlendirmiş. Yazarın bu yoldaki aracı, kendisiyle özdeşleşen Marc isimli kahramanı.
Bir erkek için tek eşliliğin imkânsız olduğunu ısrarla vurgulayan, aşk acısını müzik ve yazıyla geçiştirmeye çalışan, daha olmadı kravatla intihara kalkışacak derecede zevzekleşen Marc’ın elde etmek için peşinden koştuğu kadını, tüketici yaklaşımıyla ele alıp piyasaya yeni sürülen ‘mal’a dönüştüren Beigbeder, aslında erkeklerin ne derece aşağılık olabileceğini resmediyor.
Göz koyduğun mal, senin olmadığı sürece sahip olmak için yanıp tutuşacaksın. Avucuna aldığında ise bir süre keyfini sürdükten sonra içindeki azgınlık dalgası her şeyi sıfırlayacak. Gelsin yeni tutkular. Beigbeder’in adına ‘aşk’ deyip ömür biçtiği şey bu işte!
Böyle bir ayran gönüllülüğe aşk demek mümkün mü ki ona ömür biçilsin? Bu olsa olsa yeni kişinin bedenini keşfetme ateşidir. Bunun ömrü de yataktaki süreyle biçilir.
Bu yaklaşımı, İstanbul günleriyle iyi reklam yapan, yazarın romantik bulduğu ama gerçekte sahiplenme duygusundan öteye geçemeyen erkeklerimize uyarlarsak, ‘Aşkın Ömrü 5 Dakikadır’ demek hiç de yanlış olmaz! Yatak bitti mi, dillere dolanan aşk da biter.
İlişkilerin bu denli basitleştiği, dizilerde karmaşık aşklardan geçilmediği modern dünyada, peki ya özveri ve saygı gerektiren sevginin ömrü ne kadar, diye sorgulayacak olursak… Tüketimin ve teknolojinin sömürü kıskacına yakalanıp sanal yalnızlığa kapılan, TV dizilerinin sahte dünyasında kaybolan günümüz insanları için, belki de koca bir sıfır.
Anibal GÜLEROĞLU