Sessiz sedasız yol almasına karşın programlarıyla kendine has bir izleyici kitlesi edinen Cine 5’te yer alan Cenk Eren’in meğer ne çok seveni varmış! Özellikle de bayan izleyiciler, Eren’in sıkı takipçisiymiş. Öyle ki, Cenk Eren’in gece kuşağına yeni bir programla terfisini sevinmek yerine, üzüntüyle karşılamışlar. İşte bu yazının sebebi de onlardan gelen tepki mailleri.
Açılışını Seyfi Dursunoğlu’nu konuk ederek yaptığı ‘Sırada Ne Var’ isimli programla gece kuşağına geçen Cenk Eren, ‘Hanımları terk etmekle’ suçlanıyor.
‘Cenk Bey, gündüz kuşağını neden bırakıp gececi oldunuz? Biz ev hanımlarını terk etmiş oldunuz. Üzüldüğümü belirtmek istedim, başarılar’ diyen Zehra Hanım’la aynı düşüncede olan satırların dışında Cenk Eren’in yeni bir yapımla saat 23.00’te ekrana gelmesini farklı yorumlayanlar da var.
‘Cenk Eren’in Ev Hali’ni çok sevdiklerini ve içeriğindeki bilgilerden çok faydalandıklarını belirten Işık Hanım, ‘Cenk Bey daha çok hanım izleyicinin ekran karşısında olduğu öğle saatinde neden kalmadı? Yoksa bayan izleyicilere yönelik olmayı beğenmedi de mi bizi bıraktı’ şeklinde bir sitemle bu değişikliği sorgulamakta.
Kendiyle aynı görüşü paylaşan bir grup bayan adına
Baharın gelişiyle hormonların yükselişe geçişi gibi, bugünlerde seks ve cinsellik olgularının tavan yaptığı filmler beyazperdede birbiri ardına boy göstermeye başladı. Hani içerikleriyle olumlu bir mesaj verseler neyse ama bırakın kayda değerliği, aksine sakıncalı sayılabilecek durumdalar. Seyirci çekmek adına iyi olan bu özellik, başıboşluk adına hayli kötü. Tutuculukla uzak yakın ilgimiz olmadığı ve sansürün her türünü şiddetle kınadığımız halde toplumumuzun bu özgürlüğe pek de hazır olmadığı bir gerçek! Hele ki, Eurovision’un lezbiyen öpüşmesinden mütevellit yayınlanmayışı, Yeşilçam filmlerinin bile ekranda sansüre uğrayışı ortadayken.
Sabun köpüğü gibi uçup giden ve görselliğin ötesinde bir şey ifade etmeyen yapımların özellikle gençliği cezp etmeye yönelik bir örneği, ‘Bahar Tatili/Spring Break’!
***
Hayli kışkırtıcı başlangıç yapıp kamerasını kıvrım kıvrım çıplak bedenler arasında dolaştıran ‘Bahar Tatili’, Elvis’ten özgürlük mücadelesine geçen ders sürecinde çizilen penis resmiyle daha ilk andan yol haritasını belli ediyor.
Cinsel objelerle ders kaynatan kızlara karşı bir başka pencere açıp Hz. İsa’nın yolundan gidip âminler eşliğinde ders yapan sınıfa bakış
Bir eleştiri yazısına başlarken en zor olan kısım güzelliklerden mi yoksa olumsuzluklardan mı konuya gireceğinize karar vermektir. Zira hangisinin ağır bastığı, sizin o konuya bakış açınızı gösterir. Tabi bir de ele alınanın kalitesini!
Davet edilmekten memnuniyet duyduğum ve iyi niyetle katıldığım ‘6. Uluslararası Elazığ Çayda Çıra Film ve Sanat Festivali’yle ilgili kritiğimi yaparken beni en çok zorlayan da bu ayrıntı oldu.
Gayretle yola çıkıldığından, Elazığ’a bir hareket getirip gelişimine katkıda bulunmak amacıyla düzenlendiğinden emin olduğum ve açılışında diğerleri gibi siyasetçi konuşmalarına yer vermemesini takdir ettiğim ‘6. Uluslararası Elazığ Çayda Çıra Film ve Sanat Festivali’ için hangisinden başlayabilirdim?
Bu noktada ikileme düştüm. Nihayet en iyisinin, festivalin gerçekleşmesinde emeği geçen kişiyle başlamak ve ortaya karışık bir eleştiri çıkartmak olduğunda karar kıldım.
Şoray’ın çayda çırasıyla yaratılan magazinsel ilgi
Elazığspor’un İstanbul’daki maçında açılan pankartı, milyon liralık reklama bedel gören Serdar Kara bu festivali yerleştirmek ve geliştirmek için koşuşturan kişi. Fırat Kalkınma Ajansı, Ticaret Odası, Valilik, Belediye, Et-Kurum Aş.
İnternetten televizyonculuğun giderek yaygınlaştığı bir gerçek. Dahası halkın bu pratikliğe olan ilgisi de meydanda. Mevcut potansiyeli en iyi biçimde değerlendirmek için geriye kalan tek şey, internetten yayına geçip kaliteli ve samimi programlar üretmek. Doğan Yayın Holding de, bu ilgiden faydalanma fırsatını kullanıp başı çekmek istediğinden olsa gerek, ortaya ‘Netd’yi çıkarttı. Pek de iyi yaptı. Kanal D, D Tay, CNNTürk, Dream, Dream Türk ve TV2’yi canlı olarak izlemeyi mümkün kılan Netd, kendine özel programlara da yer vermekte. Bunlardan biri, ‘Yan Masa’.
Salı, Perşembe ve Pazar günleri canlı olarak izlenebilen ‘Yan Masa’, ismen Kanal D’nin ‘Şanslı Masa’sını çağrıştırsa da buradaki masa olgusu bambaşka bir yapıya sahip.
Ne yalan söyleyeyim, kimi zaman gülmüş olsam bile, genelini abartılı ve danışıklı dövüş olarak görüp eleştirdiğim bir yapımdı 'Şanslı Masa'. Mantıksızlıklarla su yüzüne çıkan yapaylıklar bir yana, kendi çalar kendi söyler modundaki sunucuların komut verirken ve masada yaşananları gözlemlerken kahkahaları koyuvermelerini izlemek bana göre boşa beyin yorgunluğuydu.
Oysa Netd’nin ‘Yan Masa’sı bu minvalde boş beleş bir iş değil. Gerçekçiliği ve
Bazı yapımlar vardır ki, övgüyü mü yoksa yergiyi mi hak ettiğine kolayca karar veremezsiniz. Bir yandan içeriği, sizin değer yargılarınıza tamamen ters gelir. Diğer yandan onaylamasanız bile sinemasal açıdan iyi bir iş olduğunu düşünürsünüz. Bu zorlu ikilem, konu cinsellikse eğer daha da kafa karıştırır ve insana ‘Aklımı Oynatacağım’ dedirtir.
İşte geçtiğimiz ay düzenlenen İstanbul Film Festivali’nin açılışında gösterilecek kadar önemsenen ve vizyona çıkan ‘Aklımı Oynatacağım/I’m So Excited’ bu türden bir yapım.
İlginç mi, rahatsız edici mi?
Düzenlenen baskın sonucu sinemada gay ilişki yaşadıkları iddiası ile biri Alman, biri de Meksikalı olmak üzere 60 kişinin ‘fuhuş yapmak’tan işlem gördüğü haftayla denk düşen ‘Aklımı Oynatacağım’ın içeriği komedi kılıfıyla yumuşatılmış soft porno filmlerin üslubuna sahip.
Hani erkek, seks işlevini sürdürürken kadının hiçbir şey hissetmeyip kakara kikiri dergi okuduğu ya da tırnaklarını törpülediği türden İtalyan erotikleri vardır ya… Cinselliği, komediyle icra edip kendilerini kabul edilebilir duruma sokmaya çalışırlar. İzleyicinin irrite olması, ‘yumurta-tavuk’ bağlamında düşünmeden işini yapan horoz misali, onları hiç bağlamaz.
Sağlık, güzellik ve diyet olmak üzere üç kategorideki uygulamayı indirenlerin, cepten de istedikleri anda ulaşabilecekleri ‘Doktorum’, başlangıçtan bugüne içeriğini geliştirerek yol alan bir yapım… Ve bana göre de ekranların en ‘hayırlı’ programı.
Neden hayırlı?
Öncelikle sunucusuna hayırlı geldi. Hayatın her an her yerde bizlere bir şeyler fısıldadığını düşünen ve farkındalık yaratmak isteyen Zahide Yetiş, ‘Dinle! Hayat Sana Fısıldıyor’ isimli kitabını çıkarttı. Kuşkusuz bu kitabın yaratılmasında, ‘Doktorum’ programından edinilen tecrübelerin payı büyüktür.
Bu özele yönelik hayır dışında ‘Doktorum’, genele de hayırlı bir program. Zira sabah saatlerinde ekranlara bakma alışkanlığı olanların beyinlerini, bilmem kim ne giymiş, falanca kimle takılıyormuş gibisinden boş ve nahoş lakırdılarla doldurmak yerine faydalı bilgileri algılamalarını sağlıyor.
İnsanların bilinçlenmesine ve sağlık konusunda daha dikkatli olmasına zemin hazırlamaya yönelik özelliğinin ötesinde ‘Doktorum’un diğer hayırlı yönü, bilfiil hayır işlemesi.
Dallarında uzman doktorları konuk ederek umut dağıtan ‘Doktorum’un kendilerine başvuranlara, şayet mümkünse, tedavi olanağı sağlaması önemli bir ayrıntı!
Mizah dilini eleştiri üstüne kuran ve zaman zaman da hayli iğneleyici olup kervancının develerini ürküten bir çizgide yol alan (Şan Tiyatrosu’nun yakılmasına sebep olan Muzır Müzikal gibi) Ferhan Şensoy, beş yıllık bir aradan sonra ‘Muhalif Başkan’la beyazperdede.
Oyunlarını severek izlediğim iki usta tiyatrocudan biri olan (diğeri de Ali Poyrazoğlu) Ferhan Şensoy’un kalabalık bir vizyon haftasına denk düşen filmi, beklediğim yapımlardandı. Çünkü filmle ilgili röportajında beş yıllık sürecin gerekçesini, ‘Benim bir sinema projesine dâhil olabilmem için o işin kısacık tatilime denk gelmesi gerekiyor. Ben tiyatronun yanında sinema yapıyorum. Yani ben tiyatroyla evliyim, sinema benim kaçamağım) sözleriyle açıklayan Ferhan Şensoy’u beyazperdede görünmeye ikna edebilen projeyi merak ediyordum.
***
Ferhan Şensoy’u sinemada yeniden yer almaya ikna etmenin dışında medyafaresi.com’un desteğini alarak, ‘ilk kez bir internet sitesinin sponsor olduğu film’ özelliğine de sahip olan ve İstinye Park'taki galasında izlediğim ‘Muhalif Başkan’ın kritiğine geçmeden önce galayla ilgili birkaç ayrıntıya değinmek isterim.
İnsanların ‘ayranı yok içmeye’ misali koşturduğu Justin Bieber’in
Karakterlerinin çok yönlülüğü ve gelişimiyle dünya çapında başarı kazanan Marvel, süper güçlerle insani zaafları birlikte sunan filmleriyle sinema dünyasında hayli ses getirmekte. Robert Downey Jr.’ın sempatik ve karizmatik canlandırmasıyla ele alınan ‘makine-insan’ birlikteliği analizini keyifli bir seyirliğe dönüştüren ‘Iron Man 3’, bu anlamda güzel bir örnek olarak karşımızda.
Hem ‘Iron Man’ hem de ‘Marvel’s The Avengers’ın devamı niteliğini taşıyan ‘Iron Man 3’ filmini geliştirme aşamasında ayrıntılara daha da özen gösteren Marvel, kahramanı Tony Stark’ın iç dünyasına dalarken rutin gelişimli bir devam filmi olmak yerine kendine yeni bir yol çizmeyi uygun bulmuş.
Yoğun katılımlı basın gösteriminde izlediğim ‘Iron Man 3’ü yaratırken klasik hikâyeden de faydalanmayı uygun bulan Marvel, yaratıcı kötü kimliğiyle popüler olan ‘Mandarin’ karakterini alıp modern uyarlamaya katmış. ‘Iron Man 2’nin yarattığı hayal kırıklığını telefi etmek için çıkılan yolda daha ekstrem bir şeyler ortaya koyma dürtüsü, kötülüklerini biyolojik silaha dönüştürüp ABD yönetimine karşı başkaldırı havası verme ustası Mandarin (Ben Kingsley) karakterinin devreye sokulmasına neden olmuş. Bu klasik öykü