Son boşanmasının ardından ilk kez açıklama yapan Tom Cruise, sinema dünyasının olduğu kadar magazinin de gözde isimlerinden.
Üç kez Akademi Ödülü’ne aday gösterilmesine rağmen bu ödülü hiç kazanamayan Cruise, buna karşılık Forbes Dergisi tarafından ‘dünyanın en güçlü ünlüsü’ seçilmeyi başarmış biri.
Kolay iş değil böyle bir unvana sahip olmak. Sadece oyunculuk yeteneği yetmez. Zaten her filmi büyük ilgi gören Cruise’un rol yapma gücünde bir olağanüstülük bulunduğunu iddia etmek de mümkün değil. Zira tüm filmlerinde aynı beden dili ve maske takılmış yüz ifadesiyle boy göstermekte. Yine de hemen hepsi başarıyı yakalamakta.
Ününün ve gücünün kaynağı doğal yeteneklerinden ziyade, başarı yelkenini şişiren ‘inanç’ gücüne bağlanabileceğinden, Cruise’un kadrosunda yer aldığı filmler de bu durumda kendiliğinden öne çıkmakta…
***
Öte yandan ilişkileriyle de gündeme gelen Cruise, bu konuda sürekli tökezlemekte.
İlk evliliğini Mimi Rogers ile yapan Cruise, evliliklerini birkaç yılda batırmakta gayet usta. Nicole Kidman, Penelope Cruz ve nihayetinde Katie Holmes… Son eşinden beş yılda boşanan ve bu ayrılığın yorumunu ‘Oblivion’ filminin vizyona giriş öncesine denk getirip ilgiyi
Ağır yüklerin altında ezilen insan öyküleri tıpkı Yeşilçam günlerinde olduğu gibi, günümüz televizyon-sinema yapımlarının da gözde konularından. Hem tüketilmeye uğraşılan ruhlarıyla aramızda gezinenlerin neler çektiklerini ortaya koymak, hem de gerçekleri yansıtmanın çekiciliğinden faydalanmak için tercih edilen bu öyküler, içeriklerindeki karakterleriyle değişiklik gösterse de temelde yapılan vurgu hep aynı… Parası olmayanların ‘Zerre’ kadar değeri yok!
Havada uçuşan ve ışıkta görünürlüklerini artıran zerrelerin, boşluktaki anlamsızlığını hatırlatan ismiyle karşımıza çıkan ‘Zerre’ de, iyi organize edilmiş bir sefalet kombinasyonu olarak bu söylemi aktarmaya ve yaşamın zaten bilinen gerçeklerini bir kez daha dillendirmeye yönelik bir çalışma.
Ekranlara veda ettirilmesi büyük kayıp olan ‘Kayıp Şehir’ dizisi ve festivallerdeki ödüllerine rağmen ne yazık ki gişede umulanı veremeyen ‘Kırık Midyeler’le aynı yaşam ortamında geçen ‘Zerre’, insan manzaralarıyla da aşağı yukarı aynı çizgide.
***
Paranın ne kadar önemli olduğunu üstüne basa basa işleyen ‘Zerre’, yevmiyelerini alamadıkları için şikâyet eden işçilerin çalıştığı sağlıksız bir atölye ortamından açılışını yapıyor.
İsmail Hacıoğlu'nun Fatih'i, Vildan Atasever'in İstanbul adlı bir kadını, Mazhar Alanson'un ise Fatih'in hocası Akşemseddin'i canlandırdığı ‘Osmanlı Tokadı’ uzun bir bekleyişin ardından nihayet ekrana çıkıyor. Bu süreçte de doğal olarak dizinin tanıtımları gündeme düşüyor.
13 Nisan Cumartesi saat 19.50’de izleyiciyle buluşması beklenen yapıma yer veren programlardan biri, Gülçin Santırcıoğlu ve Uğur Çavuşoğlu’nun yorumlarıyla ‘Osmanlı Tokadı’nın tanıtımını yapan ‘İyi Fikir’…
***
‘Osmanlı Tokadı’nın ayrıntılarına geçmeden, bilmeyenler için ‘İyi Fikir’in ne olduğuna da kısaca değinelim.
Her gün saat 11.15’te TRT 1 ekranından ‘kaliteli yaşamın yeni adresi’ olarak izleyiciye seslenen ‘İyi Fikir’, Erkan Şamcı’nın ev yapımı pratik güzellik reçeteleri, diğerlerine nazaran daha doğal olan zayıflama yarışması ve herkese hitap eden söylemiyle özellik gösteren bir yapım.
Egzersizin, tansiyonu ve diyabeti dengeleyen yönünü ortaya koyan; yüzmenin, kanın tüm vücuda yayılmasını sağlayan bir spor olduğunu vurgulayıp olanaklar dâhilinde yapılmasını tavsiye eden; ‘Hastalık yok hasta var’ felsefesiyle kronik hastalıkların kişiye göre farklı seyir gösterdiğini ve buna göre davranılması
İçinde yaşadığımız ortamın ne kadar çelişkilerle dolu olduğunu hiç düşündünüz mü? Söylemler, eylemler ve gerçekler… Hepsi de birbirini yalanlar durumda. Öte yandan hepsi de kendi içinde mantıklı bir gerekçeye sahip. Yani haklıyla haksızı birbirinden kesin çizgilerle ayırmak oldukça güç.
Bu giriş de nereden çıktı diyeceksiniz… Nasıl çıkmasın ki? Aynı günün içinde, televizyondan yaşama pek çok örnekle karşılaşınca ister istemez çelişkileri sergileme ihtiyacı doğuyor.
İşte size iki güncel örnek…
***
İlk çelişkimiz, herkesi yeni bir tepki yürüyüşü için, 7 Nisan Pazar günü saat 16.00’da Taksim Tramvay Durağı’nda toplanmaya çağıran ‘Emek Bizim İstanbul Bizim’ platformu tarafından gündemde tutulan Emek Sineması üstüne…
‘Durumu güzel özetliyor, değil mi?’ diyen Alin Taşçıyan’ın sayesinde öğreniyoruz ki, sevgili Atilla Dorsay ustamız Emek Sineması’nı kontrol ederken bir işçinin fiziksel tacizine uğramış. Geçmiş olsun dileklerimizi ilettiğimiz Dorsay’ın tüm yaptığı, tevekkülle öne eğilmesi gereken başı, Emek Sineması’ndan içeri uzatıp ne olup bittiğine bakmaya yeltenmek.
Ah sevgili Dorsay ahh… Ne haddinize sizin, ‘mevcut halini koruma’ garantisiyle(!) AVM tepesine taşınacak
İş dünyası; dostlukların sahteleştiği, insanların yalnızlaştığı ve kıran kırana mücadelenin sürdüğü bir mayınlı bölge. Bu bölgede yol alırken mayınlara basmadan ilerlemek önemli. Ancak bundan daha önemli olan, göründükleri gibi olmayan iş arkadaşlarının mayınlara basmasını sağlayıp onları oyun dışı bırakabilmek. Tabi, bir anda aleyhe dönebilecek olasılıkları da hesaba katarak...
Brian De Palma’nın klasik tarzındaki gerilimlerine geri dönüşünü müjdeleyen ‘Öldüren Tutku/Passion’, bu mayınlı bölgede yol arkadaşlarını devreden çıkartma yönteminin erotizmle harmanlanmış bir öyküsü.
Alain Corneau’nun filmi ‘Love Crime/Aşk Suçları’nın yeniden uyarlanışı olarak da değerlendirebileceğimiz ‘Öldüren Tutku’ Türkçeleştirilmiş ismiyle de 2005 yılı ABD yapımı olan Robert Markowitz’in filmini hatırlatmakta. Aslında kadın karakterlerin güç ve yükselme hırsına olan tutkularını tatmin için giriştikleri eylemleri işleyen konusuyla da bu filmle fazlaca benzeşmekte.
***
Akıllı telefonu tanıtmak için en akılcı reklam kampanyasını yaratmak üzere baş başa çalışan Christine ile Isabelle’in erotik izler taşıyan yumuşak sohbetiyle açılışını yapan ‘Öldüren Tutku’, doğaçlama çekilen reklam filminin
İran’da aile parçalanması ve boşanmalara baş sebep olarak görülüp eleştirilen, ülkemizde de fazlaca önemsenip ‘Muhteşem Yüzyıl yayından kaldırıldı’ başlığıyla 1 Nisan şakasına konu olmaya kadar vardırılan dizi tutkusu, yaratıcılıkta sınır tanımayanların iştahını her geçen gün daha çok kabartmakta. Bu uğurda kolları sıvayanların son ürünü, ‘interaktif dizi’…
İlk bölümlerinin ardından yayın saatleri değişen, günleriyle sürekli oynanan dizilerin ekranda kalma savaşının sıkıntılarından uzak olarak hayat bulan bu yapımın adı ‘1 Kezban 1 Mahmut’.
‘Bir erkek, bir kadın’ı çağrıştıran ismiyle dikkat çeken yapım Türkiye’nin ilk interaktif dizisi sloganıyla ve televizyon yerine ‘Delivizyon’da çıkıyor karşımıza.
***
İlk fragmanıyla sosyal medyada yoğun ilgi gören ve üç günde 200 bin kişi tarafından izlenerek dizi meraklılarının yeni fenomeni olma yolunda hızla ilerleyen yapımın bu başarısındaki baş etken, yeni nesil için hayli cazip bir söyleme sahip oluşu.
Teknolojinin getirdiği interaktif video özelliğini kullanan dizinin iletişim dilinin dışında en büyük özelliği, seyirciye senaryoya müdahale etme olanağı sunması.
Etkileşim prensibi gereği, dizinin belirli yerlerinde
Ekranlarımızın fenomen dizilerinden olup bu sezon bitiminde final yapması beklenen ‘Muhteşem Yüzyıl’ ve ‘Kurtlar Vadisi Pusu’da yaşanan çekişmelerle suların ısındığı bir hafta geride kalırken bir kez daha anlaşıldı ki, ‘İntikam’ın da ‘Merhamet’in de gücü, Kanal D’yi bu sezon zirveye taşımaya yetmeyecek.
Biz de bu kıran kırana rekabet ortamında televizyonu bir kenara bırakıp biraz da gişede birbiriyle yarışa giren iki iddialı yapım üstünde duralım dedik.
Reklam filmindeki Ferhat Göçer’in ‘Memleketim’ yorumunun twitter’da hayli ses getirdiği, Emek Sineması protestosunun 32. Uluslararası İstanbul Film Festivali’nin açılışına damgasını vurduğu haftada vizyonda öne çıkanlar ‘The Host’ ve ‘G. I. Joe: Misilleme’…
Huzurun hâkim olduğu bir dünyadaki ‘Göçebe’
Dünya huzur içinde… Doğa iyileştirilmiş… İyilik ve onur yaşam alışkanlığı olmuş… Herkes tüm ihtiyaçlarını para ödemeden karşılayabiliyor… Açlığın sıfırlandığı dünyada kavga, gürültü, cinayet gibi şiddet unsurları da yok. Kısaca dünyamız güllük gülistanlık. Tüm bu güzelliklerin sebebi, dünyamızın bir uzaylı formu tarafından işgal edilmiş olması!
İnsan bedenlerine yerleşerek dünyada kendi huzurlu yaşam biçimlerini kuran
İlk kez 1982 yılında 10. Uluslararası İstanbul Festivali kapsamında İKSV tarafından düzenlenen altı günlük film haftasıyla hayat bulan İstanbul Film Festivali, 32’nci kez açılışını yaptı.
İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş’ın ve Bülent Eczacıbaşı’nın da katılımıyla Lütfi Kırdar Kongre ve Kültür Merkezi’nde gerçekleşen açılış töreni sinema, sanat ve iş dünyasından pek çok ünlü ismi bir araya getirdi.
Selma Ergeç’in, Nazan Kesal’ın ve Muhteşem Süleyman Halit Ergenç’in tema sunumlarını yaptığı festivalde Yeşilçam’ın yıldızlarından günümüzün gözde isimlerine herkes yerini almıştı. Yılmaz Erdoğan, Mert Fırat, İlker Kaleli, Ediz Hun, Türkan Şoray, Ekrem Bora, Hande Ataizi gibi isimler eskiyle yeniyi kaynaştırmak adına dikkat çekiciydi.
Kâr amacı gütmeden kültür ve sanatı yaymaya destek olmak için uğraş veren İstanbul Kültür ve Sanat Vakfı’nın gayretleriyle 1989 yılından itibaren uluslararası hale gelerek dünya çapında tanınan festivalin açılış gecesi, film temalarının ve içeriğin göz kamaştırıcı yoğunluğuna karşın oldukça sade bir havada yaşandı.
Mikrofonu eline alanın yerine oturmayı bilmediği çoğu etkinliğin aksine Onur Ödülleri’nin dışında kimsenin konuşma