Değişen reyting sistemi ve izleyici profiliyle kızışan rekabet her geçen gün daha önemli gelir kapısı halini alan diziciliği o denli ön plana çıkarttı ki, siyasetin ardından en çok gündemde yer bulan konu haline geldi.
Dizilerim neden izlenmiyor diye telaşlananlar bir yanda… Oyuncak bolluğunda elindekini atıp yenisine heveslenen çocuklar gibi dizi değiştiren kanallar diğer yanda. Orta yerde de armudun sapı, üzümün çöpü diye ahkâm kesenler. Bizim payımıza düşen de o ahkâm kesenler tayfasından olmak.
***
Yeri geldiğinde en kaliteli yapımı dahi harcayan televizyon dünyasında başarı konusuna odaklanıldığında, dizilerle ilgili ele alınacak o kadar çok ayrıntı var ki…
Konular basmakalıp. Süreler uzun. Zaman doldurma kaygısından dolayı tempolar ağır ve heyecansız. Rakip bol. Dizilerin internetten izlenebilmesi ekran reytingine etkili. Oyuncular rolleriyle uyuşmuyor. Sırala sıralayabildiğin kadar.
Bunların her biri başlı başına ele alınması gereken konular. Ancak dizilerin geneline bakıp başarı kıyası yaptığımda gözüme çarpan en önemli ekran gerçeği, vasat dizilerin, kalıplaşmış ve argo ağırlıklı esprileriyle tutku halini alan yerli komedi filmleriyle asla baş edemeyecekleri
‘Madem beni sevmeyecektin, beni neden yarattın?’… 1818’de Mary Shelley, yarı uyanıkken gördüğü bir kâbustan etkilenip geliştirdiği Frankenstein aracılığıyla duygularını haykırırken böyle sesleniyor Tanrı’ya!
İnsan denilen büyük duygu karmaşası ve onun bitmek tükenmek bilmeyen yaşam sorgulayışı… Kim yaşamın sırrını keşfetmek istemez ki? Hayat vermeye odaklı yaratma tutkusu ve ölüme meydan okuma arzusu, ezelden beri kendini tüm varlıkların üstünde gören insan türünü yakıp kavurmamış mıdır?
İnsanoğlu, asla cevaplayamadığı sorularla dolu olan ve korkularıyla bütünleştirdiği bu güçlü duygularını sadece araştırmalara, deneylere yönlendirmekle kalmamış, kitaplara-filmlere aktarırken de adeta heveslerinin prototiplerini ortaya çıkartmıştır.
Öte yandan ‘yaratıcılık’ sıfatını kendine layık görenler hayatla oynamayı sürdürürken, kişinin hedefine ulaşmak isteğinde kendi canavarını yaratma ihtimalinin mevcudiyeti de her zaman için korkulu rüya olmuştur.
Çılgın damgası yiyen Doktor Victor Frankenstein’ın, tüm yasakları aşarak cesetlerden topladığı parçalarla yaratıp hayat verdiği ve sonra korkarak yok etmek istediği isimsiz bir bedende, farklılığından dolayı dışlanan insanların
‘Genç bir kızla, bir bakireyle başlıyor anlatımız. Çünkü bakirelik, o bir baş dönmesidir…’ diyor seneler önce İsmet Özel, ‘Bir Yusuf Masalı’ isimli şiir kitabında.
Tanrı’nın övgüsünün insanın acziyle karıştığı duygu yüklü dizelerin üstünden yıllar geçiyor ve bu kez TRT 1 ekranında Hakan Haksun’un senaryosuyla çıkıyor karşımıza ‘Bir Yusuf Masalı’…
Tıpkı İsmet Özel’in ‘Bir Yusuf Masalı’nda olduğu gibi onun da başlangıcında bir genç kız yer almakta. İki çalışmanın da ismi ve genç kıza odaklanışı aynı ama TRT1’in yeni dizisinin konusu hem farklı hem de çok daha renkli ve eğlenceli.
***
Yamak Ahmet dizisinin yapımcısı Okur Film’in yeni projesi olan ‘Bir Yusuf Masalı’, en basitinden ifadeyle bir dönem dizisi.
Ekranlardaki dönem dizisi merakı malumunuz. Dizi dizi örneklerini de gördük. Kimi tuttu, kimi dikkate dahi alınmadı. Ancak ‘Bir Yusuf Masalı’ bunlardan farklı bir dokuda!
Budin’den devşirme olarak İstanbul’a gelip devlet yapısında yükselen Cevdet Paşa’nın yeğeni Maria ile Yakup Usta’nın oğlu Yusuf arasında gelişecek olan aşk hikâyesini anlatan ‘Bir Yusuf Masalı’ öyle ayaküstü kotarılmış bir çalışma değil.
Osmanlı dönemini, İstanbul’un üç ayrı mekânında ve çarşıda ge
Merakla beklenen ve ‘yılın filmi’ diye nitelendirilen ‘Düzenbaz/American Hustle’ nihayet vizyona girdi. 1970’lerde Amerika’da geçen bir skandalı konu alarak komedileştirip sinema seyircisine sunan yapım, ‘En İyi Film’ dalı da aralarında olmak üzere 10 dalda Oscar adayı.
71. Altın Küre Ödülleri’nin Komedi-Müzikal dalında ‘En İyi Film’i olan ve üç ödülle törene damgasını vuran film, seyirciyi 28 Nisan 1978 yılına götürüp Plaza Hotel’in bir odasında, fiziksel değişimiyle göz kamaştıran Christian Bale’in keli kapatma tekniğine şahitlik yaptırarak başlıyor.
Detaylarla uzatılan bu sahne ilk bakışta sıkıcı gelebilir. Ancak daha en baştan yaratılan bu ağır tempoyu boş boş izlemek yerine, arka planındaki mesajlara odaklanıldığında durumun çok farklılaştığını hemen belirtelim.
Bir kere, her dizide veya filmde aynı tiple yer almakta sakınca görmeyen bizdeki oyuncuların koftiliğini, neredeyse tanımakta güçlük çekeceğiniz Christian Bale’in müthiş farklılığıyla daha iyi anlıyorsunuz. Gerçek bir aktörün rol uğruna nasıl dönüşüm yaşadığını düşündüren bu uzun sahne, aynı zamanda ‘Düzenbaz’lık yeteneğinin çocukluktan geldiği gerçeğini de ortaya çıkartıyor.
Amerikalı Yahudilerden olan
Urfa Ceylanpınar’da, sınırın sıfır noktasında, iki Türk askeri nöbette... Ovanın sessizliği, 200 kişilik ağır silahlı bir grubun ani saldırısıyla bozulur. İki asker, şimdi ölümle hayat, görev bilinciyle korku arasında saniyelik bir seçim yapmak zorunda... Cezalı, sorunlu ve sıra dışı bir asker, Murad Altay’ın delice cesaretiyle saldırı önlenir, silahlı grup durdurulur. Şimdi Murad Altay, tüm Türkiye’de günün konusu ve haber bültenlerinin yeni gözdesidir. Murad, Ceylanpınar Devlet Hastanesi girişinde toplanan meraklı kalabalığa ve kameralara doğru yumruğunu havaya kaldırır ve haykırır: “Ülken için yaşa, aşkın için öl..!”
TRT 1’in yeni dizisi ‘Kızılelma’dan yaptığımız bir alıntıyla başladım bugünkü yazıma. Aslında böyle birebir alıntılar yapmayı hiç sevmem. Ancak, Türkiye’nin hikâyesini kendi yerleşik tarzıyla anlatmaya soyunan Osman Sınav’ın Türkiye’de bir ilk yaratacak bu çalışmasını ele alırken, bundan iyi bir başlangıç da düşünemedim.
Zira sıradan gibi görünmelerine karşın içeriğinde çok şey barındıran bu birkaç cümle, ‘MİT’e katılmak ve hayatını Türkiye’ye adamak’ noktasındakilerin yapısını daha iyi tanımlamak için biçilmiş kaftandı!
***
Uluslararası karanlık
2012 yılında çılgın bir komedi olarak varlık bulan ‘Sağ Salim’in, ‘Sil Baştan’ diyerek yola çıktığı devam filmine girişmesi, kimilerini mutlu etmiş kimilerine de anlamsız gelmiş olabilir. Ne de olsa, ilk ‘Sağ Salim’ gişede beklenen ilgiyi yakalayamamıştı.
Oysa akıcı temposu, ilginç komedi dili ve Atiye’nin ‘Hali Hali Hal’ isimli kıvrak parçasıyla özgün atmosferini yaratan film, çevresinde yaşanan olumsuzlukları kanıksayarak hayatını hiçbir şey olmamış gibi sürdüren yeni nesil insan modeline bir çeşit gönderme gibiydi.
Ama ne yazık ki, sırf tanıtımı ve desteği güçlü olduğu için öne çıkıp gişe başarısı yakalayan nice ıvır zıvırı ihya eden sinema seyircisi, kendi yağıyla kavrulmaya çalışan yapımları gözden kaçırdığından, ‘Sağ Salim’ de sinema salonlarında arzulanan hâsılatı toplayamadı. Ancak günümüzde, internet ortamının televizyon ekranlarına ve sinema perdesine büyük rakip olduğu gerçeği de unutulmamalıydı.
Nitekim ölüm kalım arasında absürtlüğün türlüsünü sergilerken en büyük görevi Burçin Bildik’in canlandırdığı Salim karakterine veren ve Kanal D ekranında da beğeniyle izlenen ‘Sağ Salim’, sinemada es geçilirken sanal ortamda 8 milyon seyirciye ulaştı. İşte bu başarı
Ekranlarımızda estirilen dizi noktalama fırtınası izleyiciyi öylesine şartlandırdı ki, bir yapım herhangi bir nedenle yayınlanmayınca ilk akla gelen soru ‘Acaba yayından kaldırıldı mı’ oluyor. Nitekim aynı durum en son 29 Aralık’ta beşinci bölümüyle karşımıza çıkan ‘Cesur Hemşire’ için de yaratıldı.
Yılbaşı sonrası yüzünü göstermeyen ‘Cesur Hemşire’nin altıncı bölüm tanıtımı da ATV’nin sitesinde bulunamayınca takipçilerini, sevdikleri çifti ekranda görememe telaşı sardı. Bu konuda bana da pek çok mesaj geldi.
CESUR HEMŞİRE’Yİ YEDİRTMEYİZ
İzleyici mesajlarına geçmeden önce vurgulamak isterim ki, son zamanlarda sıkça karşımıza çıktığı gibi takipçilerinin istekleri önemsenmeden, reyting alamıyor bahanesinin ardına sığınılarak dizilerin apar topar yayından kaldırılması hiç hoş değil! Ekranlar, reyting abartısı yüzünden deneme yanılma tahtası haline getiriliyor. Ama kimin umurunda… Kanallar bildiğini okuyor.
Şimdi bu saptamanın ardından birkaçını özetlediğim mesajlara geçecek olursak içlerinde ‘Yoksa sevgili Cesur’umuz da Tatar Ramazan gibi yollanıyor mu?’ diyen de vardı…
‘Hakan Yılmaz’la Şebnem Bozoklu ne güzel çift olmuştu. Onlara da mı kıyıyorlar’ şeklinde sitem eden de…
Bazı yapımlar vardır, büyük umutlarla ekrana çıkartılır ama bekleneni veremeyip hayal kırıklığına dönüşür. Bazıları da umulanın aksine öyle bir tutar ki, yaratıcılarını sevindirirken bu performansı beklemeyenleri de hayli şaşırtır. İlk kez 2003 yılında Osman Sınav’ın yaratıcılığında karşımıza çıkan ‘Kurtlar Vadisi’ de bu ikinci kategoriye girenlerden.
Show TV’de ‘Bu bir mafya dizisidir’ sloganıyla başladığında doğrusu bu denli sevileceğini ve izleneceğini ben de hiç düşünmemiştim. Bende bu fikri uyandıran sebep ise başlangıçta sadece erkeklerin dünyasına hitap eden ve sahip olduğu atmosferle iç karartıcı gibi duran yapısıydı.
Ama zaman ilerledikçe yanıldığımı gördüm. Erkekler kadar kadın izleyicinin beğenisi de şaşırtıcı derecede yoğundu. Hele 11 yıldır varlığını sürdürmesine rağmen ‘Kurtlar Vadisi’nin hâlâ 2013’ün en çok izlenen dizisi olması, gerçekten de hem takdire değer hem de üstünde durulması gereken bir durumdu. Dolayısıyla benim için de, seyirciyi mıknatıs gibi çeken bu yapım hakkında birkaç satır yazmak şart oldu.
***
‘Kurtlar Vadisi’ ismiyle başlayıp günümüzde ‘Kurtlar Vadisi Pusu’ olarak devam eden dizinin özelliği neydi de insanlar eksiğine gediğine