‘Madem beni sevmeyecektin, beni neden yarattın?’… 1818’de Mary Shelley, yarı uyanıkken gördüğü bir kâbustan etkilenip geliştirdiği Frankenstein aracılığıyla duygularını haykırırken böyle sesleniyor Tanrı’ya!
İnsan denilen büyük duygu karmaşası ve onun bitmek tükenmek bilmeyen yaşam sorgulayışı… Kim yaşamın sırrını keşfetmek istemez ki? Hayat vermeye odaklı yaratma tutkusu ve ölüme meydan okuma arzusu, ezelden beri kendini tüm varlıkların üstünde gören insan türünü yakıp kavurmamış mıdır?
İnsanoğlu, asla cevaplayamadığı sorularla dolu olan ve korkularıyla bütünleştirdiği bu güçlü duygularını sadece araştırmalara, deneylere yönlendirmekle kalmamış, kitaplara-filmlere aktarırken de adeta heveslerinin prototiplerini ortaya çıkartmıştır.
Öte yandan ‘yaratıcılık’ sıfatını kendine layık görenler hayatla oynamayı sürdürürken, kişinin hedefine ulaşmak isteğinde kendi canavarını yaratma ihtimalinin mevcudiyeti de her zaman için korkulu rüya olmuştur.
Çılgın damgası yiyen Doktor Victor Frankenstein’ın, tüm yasakları aşarak cesetlerden topladığı parçalarla yaratıp hayat verdiği ve sonra korkarak yok etmek istediği isimsiz bir bedende, farklılığından dolayı dışlanan insanların öyküsünü anlatan gotik roman ‘Frankenstein’ da böylesi anlamlarla yüklü bir klasik!
Her ne kadar çoğunluk tarafından korku türü olarak görülse de, aslında içeriğindeki yalnızlık ve dışlanmışlık felsefesi, defalarca sinema ve tiyatroya uyarlanan bu esere dramatik ve ilahi bir nitelik kazandırmıştır. Ancak bu niteliği her uyarlamada yakalamak ne yazık ki mümkün değil.
Nasıl ki; Kevin Grevioux ile Stuart Beattie tarafından kaleme alınan ‘Frankenstein: Ölümsüzlerin Savaşı/I, Frankenstein’, bu eseri orijinal başlangıcıyla ele alıp sonrasında gündüzleri taşlaşan, geceleri ise canlanan varlıklar olduğuna inanılan mitolojik canlı garggoyleler ile iblislerin lideri Naberius arasındaki çekişmeyle yeni bir forma sokmuşsa! Hal böyle olunca, Frankenstein da ölümsüzlerin savaşından yansıyan iyiyle kötünün savaşına dönüşmüş.
***
Yaratıcısının adıyla anılıp Frankenstein olarak bilinen yaratığın kollarında donan Doktor’u gömmek isterken başlangıcını yapan film, ortaya çıkan iblislerle gelişmekte. İblislerin hedefi, Doktor’un ölüleri canlandırma formülünü elde etmek ve bunun için de canavarını yakalamak. Bu noktada her tür kötülüğü yapmaya gücü yeten iblis Naberius’un, Doktor Frankenstein’ın yaratığının ve notlarının peşine düşmesi mantıkla pek bağdaşmasa bile eğlenceli dakikalar yaratmak adına hayli etkili.
İblisleri öldürmesiyle, ‘Naberius birini canlı istiyorsa onu yok etmek için yeterli sebep vardır’ diyen garggoylelerin dikkatini çeken ve ışığın kraliçesi Leonore’a götürüldükten sonra Adam ismini alan yaratık aracılığıyla ‘Bütün canlılar kutsaldır’ mesajını veren ‘Frankenstein: Ölümsüzlerin Savaşı’nda en dikkat çeken ayrıntı, baş melek Mikail’in emriyle kurulan tarikatın koruyuculuk görevinin dilden düşürülmeyişi!
İblislerle savaşıp insanları koruyan bu tarikatın silahlarıysa, kutsal su ve üstünde tarikat işareti olan her türlü alet.
Kimseye bağlanmamakta özgür iradesini ortaya koyarak zaten ‘ruh’ taşıdığını ispatlayan Adam’ı 200 yıl boyunca tek başına yaşattıktan sonra modern dünyaya döndüren öykü, o andan sonra üç boyutun yarattığı derinlik sayesinde iyice gotikleşen Katedral ve şehir görüntüleri eşliğinde ruhani çetelerin savaşına dönüyor.
Tabii, araya süs gibi yerleştirilen bayan doktorun varlığını da unutmamak lazım. Öyküye katkısı nedir, bunu tam anlamak imkânsız olsa bile hiç değilse Kraliçe Leonore’un garggoyle halinde uçuş görüntülerinden çok daha çekici duruş sergilediği de bir gerçek!
***
‘Başkalarına güvenmek sadece bir kez yapılan bir hatadır’ sözüyle, orijinal eserin felsefi yönünün kulaklarını çınlatan ‘Frankenstein: Ölümsüzlerin Savaşı’, gökten iblis yağdırdığı içeriğinde, ‘yeniden canlandırma’ arzusuna kitlenmiş durumda ki, bu da geçmişten günümüze insanlığın yegâne hedefi.
Gerçek Frankenstein’daki dramatik yapıya pek yer vermemesine karşın kendi yönlendiriciliğini yaratan yapımda ikinci kilit noktası ise bir canlının iyilikle kötülük arasında tercih yapması gerektiğinin çeşitli söylemlerle işaret edilmesi…
Bu ayrıntıyı Adam aracılığıyla vurgulayan senaryo, çörten tarikatının iblisler karşısında yenilmekten az sayıda kalmış üyesiyle de, insan yaşamlarının gölgelerde verilen savaşlarla korunduğunu yansıtıp iyilik ışığının her an üstümüzde olduğu mesajını vermekte. Böylece, gönderilenler (ki bunlar iblisler oluyor) ile yükselenler(ki bunlar da tarikat üyeleri olmakta) vasıtasıyla ruhani dünyaya inanç perçinlenmekte!
Neticede; ‘Bir şeyin bulunamamış olması yokluğunu işaret etmez’ saptamasıyla geniş çaplı bir bakış açısı yaratan ‘Frankenstein: Ölümsüzlerin Savaşı’, iyiyle kötüyü çarpıştırdığı öyküsüyle yeterince tatminkâr olamasa da görüntü ve ses tasarımının yanı sıra farklı aksiyonuyla izleyiciyi çekecek türden!
Anibal GÜLEROĞLU