KABLOSUZ TATiL, KABLOLU SPOR

28 Haziran 2011

‘Cable Park’ teması, adrenalinle dolup taşanlar yeni bir kavram değil. Ülkemizde Biri Antalya’da, öteki Bursa’da olmak üzere iki farklı ‘Cable Park’ mevcut. Deneysel tatil için, bizim tercihimiz Antalya-Manavgat yolundaki Hipnotics. Mayıs ayında üçüncü yılını doldurmuş Hipnotics, Antalya’da bulunan üç göle sahip bir su kayağı parkı. Zorluk seviyesine göre ayrılmış göllerde, teleferik sistemi yardımıyla, wakeboard, su kayağı, mono-ski, kneeboad gibi su sporlarıyla haşı neşir oluyorsunuz.

Ben Bond... Anti-Bond...
Yukarıdaki ‘James Bond’ karesi sizi aldatmasın. “Az önce helikopterden suya atladım. Şimdi de kızgın dalgaların üstesinden gelip esas kızı kurtarıyorum” pozunu farklı açılardan inceleyelim, ‘Anti Bond’luk vakaları sıralayalım. Vaka bir: Fondaki mekan, ne bir okyanus, ne de bir açık deniz. Bildiğiniz insan eli değmiş, suni göl. Vaka iki: Kullanılan spor aleti ne mermi fırlatıyor, ne saatte 100 küsur kilometreyle gidiyor. Bırakın, ‘supersonics’ güçleri, Hipnotics’teki kullanımı en basit alet, ‘Kneeboard’. Sağa sola ‘slalom’lar yaparak ilerliyorsunuz, o kadar. Kneeboard’da pişen, önce su kayağına, ardından Wakeboard’a (bir nevi snowboard’un sulu versiyonu) geçiyor.

Yazının Devamı

SANAL ALEM BUYSA KRAL GELSiN!

26 Haziran 2011

Grupanya’dan alınan indirimli hayatlar, Foursquare’den gönde-rilen ‘Şimdi buraya geldim’ mesajları. Yoksa siz hâlâ Facebook’a fotoğraf yüklemekle mi meşgulsunuz?

FOURSQURE: STALKER SANATININ SONU

‘Foursquare’ üzerinden ‘stalker’lık hadisesini irdeleyeceksek konuyla ilgili geçmiş ‘Parti Ajanı’ yazılarından birini ısıtıp önünüze koymayı görev bilirim:
“Çağın hastalığı ‘stalker’lık! Yani, birine ‘takık’ olma hali. Ayrılınan sevgilinin ardından bir süre takipte olmak, nerede, kiminle, ne yaptığını öğrenmek, hatta bir adım öteye gidip kiminle, nerede, nasıl seviştiğini bilmek, özellikle kadınlarda sık görülen bir durum.
Her erkeğin geçmişinde bir ‘Glenn Close’ vakası vardır. Bahçedeki tavşanı öldürüp mutfağınızda pişirmese de gece dibinizden geçerken gözünüzün içine baka baka görmezlikten gelirken ertesi sabah yakın çevresine “Aa, o da mı oradaydı? Görmedim bile!” diyen; kalabalık bir partideyseniz tesadüfen (!) geceyi sırt sırta pozisyonunda geçirmenize sebep olan; her mekan girişi / tuvalet çıkışı (tabii ki tesadüfen) burnunuzun dibinde biten ve tüm bu tesadüfler silsilesini aşkla alakası olmadan sadece ayrılmanın verdiği acıyla organize eden, bu acıdan kendisine

Yazının Devamı

TEKRAR ÇAL ELTON!

23 Haziran 2011



Ülkemize gelecek dünyaca ünlü müzisyenleri, İstanbul konserinden evvel Avrupa turnesinde yakalamak bu yazın popüler gazetecilik mesaisi. Benim payıma düşen Elton John’un Hannover konseri oldu. Görev aşkıyla, elde bira, akılda “Elton John’un hangi şarkılarını biliyorum?” sorusu Hannover’deki TUI Arena’nın önündeyim. TUI’nin ‘Kasımpaşa Stadyumu’ndan hallice duruşunu, içeri girmemle algıda Abdi İpekçi Stadyumu olarak değiştiriyorum. Konser salonunda havada bir takım sorular asılı: Konserdeki en genç insan ben olabilir miyim? Huzurevinden otobüs kaldırılmış olabilir mi? Büyükanne ve büyükbabalarını refakata gelen bir avuç Alman gençliği bir kenara koyalım, yaş ortalaması en hafif tabirle ‘biraz geçkin’. Konser şık bir restialle başlıyor. ‘The Band’ üyeleri önlerindeki aleti tek tek ‘konuşturduktan’ sonra Sir, soldan soldan ‘küt’ diye sahneye düşüyor. Pek evhamlı. Ellerini avuşturarak, kısa bir selam verip, piyanosunun başına geçiyor. Sanırsınız az önce tornunun (ya da oğlunun?) altını değiştirmiş, pilavın altını kısmış, ellerini yıkadığı gibi sahneye çıkmış.

Piyanoyu ‘öttüren’ adam
Elton John piyanoyu çalmıyor, öttürüyor. Parmakları hareket etmiyor, dans ediyor. Konserde

Yazının Devamı

DÖRT YAŞINDAKi OĞLUNUZA BARBIE ALIR MIYDINIZ?

21 Haziran 2011

Haber, The New York Times’ın pazar ekine ait. 4-8 yaşları arasındaki çocuğu ‘anormal’ davranışlar sergileyen anne-babalar yaşadıkları süreci anlatıyor. Ortak paydaları, çocukların ‘sapkın’ davranışlarını görmemezlikten gelmek yerine onların tercihini kabul etmeleri. Brad Pitt ve Angelina Jolie çiftinin, erkek kılığında dolaşan kızları Shiloh, akımın en popüler çocuğu. Asıl yaygara moda markası J. Crew’in kreatif direktörü Jenna Lyons’ın 4.5 yaşındaki oğlu Beckett’in minik ayak tırnaklarına pembe oje sürerken çektirdiği fotoğraflar J.Crew’in internet sitesinde yayınlanınca kopmuş: “Sen nasıl annesin? Oğlunun psikolojisini bozuyorsun!” diyenlerle çocuğunun radikal seçimini desteklemesinden ötürü ‘kahraman’ ilan edenler olmak üzere medya ikiye bölünmüş durumda. “4 yaşındaki oğlum gay mi?” sorusu artık Batı toplumunun yüzleşmekten korkmadığı bir mevzu. Aksine yanıtını bulup çocuğunun mutluluğu için gayret sarf ediyorlar.

Görmemezlikten gelmek!
Yeni nesil çocuk kitapları bu davranış biçimini destekler nitelikte: ‘My Princess Boy’ (Benim Prenses Oğlum) ve ‘10.000 dresses’ gibi kitapları çocuk kitapları arasında bulmak mümkün. Batı, durumu sorunun üzerine gidip çözmeye çalışırken

Yazının Devamı

SiLiKONLU PLAJLAR DiYARINDA BU YAZ

19 Haziran 2011



Yaz sezonu başladı, Türk erkeği bir yaz ritüelinin daha eşiğinde: Sabah çarşaf çarşaf gazete, öğlen sere serpe tavla, akşam kadeh kadeh rakı... Futbol sezonu bitti, seçim oldu, gündem rahatladı, artık ‘hafif’ şeyler konuşulmalı. Havuz başında, deniz kenarında kafa kafaya vermiş erkeklerin sohbet konusu, ağırlıklı olarak plaj kadınları.
Erkeklerin, kadınlardaki burun kaldırma, dudak büyütme, gıdı toparlama gibi ufak operasyonları ruhu bile duymazken, göğüs hizasındaki en ufak bir değişiklik hakkında farklı analizler yapması nasıl açıklanmalı bilemedim.
Türk erkeğinin “Kadının ilk neresine bakarsınız?” sorusuna, “Gözlerine” diyen sözde romantikleri, “Kaşına/saçına” diyen özde entelleri klasman dışı bırakırsak geriye ağzının suyunu akıta akıta “Göğüslerine” diyen geniş kitle kalıyor.
Geçenlerde adını hatırlayamadığım bir sağlık dergisinde ilginç bir veriye rastladım. Türkiye’de yapılan meme büyütme operasyonlarının sayısı nisan-mayıs aylarında ikiye katlanıyor; yaz öncesi ‘balkonu güzelleştiren’ kadın sayısı her yıl keskin bir artış gösteriyormuş.
Meme, kadının kendini en kadın hissettiği olgu. Ne kadar “Kendimi daha iyi hissetmek için yaptım” dese de bu yaz

Yazının Devamı

ŞiŞEDE SANAT; KULÜPTE BALIK OLMAK

14 Haziran 2011

Deneme I: Şişede ‘sanat’ olmak
Andy Warhol, Damien Hirst gibi isimlerin elinde ‘oyuncak’ olmuş, pop-art akımı sanatçıların fetiş objesi Absolut şişe ikonu; bu sene gayet radikal, sürprizi bol bir projeye malzeme olmuş. Bu kez boş bir tuvale dönüşen Absolut şişesi, heykel boyamadan film yapımına, elektrik sanatlarından dijital sanatlara farklı disiplinlerden gelen sanatçıların yaratıcı oyunlarıyla bir ‘sanat eserine’ dönüşüyor. Sanatçı seçimi ‘oh be’ dedirten cinsten. Kadroda Club to Club festivallerinde gösterimi yapılan 'Zeitgest'tan hatırlayacağınız yönetmen Carlos Casas, üç boyutlu animasyon sihirbazı Remi Dessinges, ilüstrasyon/animasyon sanatçıları Rokkas vs. Sukkas, 3D Animation sanatçıları Room 218 ve kişisel favorim, ‘live documentation’ sanatçısı Alican Aktürk var. Her taşın, her projenin altından çıkan, çiğnenmekten tadı tuzu gitmiş bilindik isimlerle sıkıcı ve süprizsiz işler yapmak yerine, taze nefes, genç yetenek isimleri keşfetmek heyecan verici. Şık buluşma, yarın akşam santralistanbul’da.

Deneme II: Kulüpte ‘balık’ olmak
Kulüpte ‘balık’ olmak, üç saniye öncesini hatırlamadan, ‘o an’da kalarak, ‘sağdaki baktı, soldaki kesti’ diye kasım kasım kasılmadan

Yazının Devamı

ANADOLU GECELERiNDEN MEMLEKET MANZARALARI

12 Haziran 2011

Rus turistine rastlamadığınız Antalya, milletvekiline denk gelmediğiniz Ankara, Demet Akalın ya da Serdar Ortaç dinlemediğiniz bir Bursa gecesi mümkün mü? Önce tahminleri alalım, ardından adım adım Anadolu gecelerini keşfe çıkalım...ANKARA: NEŞESİ OLMAYAN ŞEHİR
* Ara başlık bana değil, Monacle dergisine ait. Derginin son sayısında yer alan Ankara analizi yazısına denk geliyorum. Dergi, Ahmet Davutoğlu ile ‘Arap Baharı’ üzerine konuşurken bakanların kendi aralarındaki konuşmaları aynen aktarmış: “Burası çok sıkıcı”, “Ankara’dan nefret ediyorum”, “Çirkin şehir”. Bakanı bile şehrin sıkıcılığından yaka silkiyorsa genci ne yapsın?
* Barlarda gereksiz bir ciddiyet hakim. Karşımda henüz 20’lerinde bir çift flörtleşme sancısı çekiyor. Ciddi ciddi meclis sorunlarını masaya yatırmış; çaktırmadan da yakın temasa girme derdindeler.
* Pastaneden bozma bar Kuki’de kapıda spor araba, elde viski ağır çekim hava civa atmak pek moda.
* Big Chef’s’in yaratıcısı Gamze Cizreli’nin yeni harikası Rafineri, şık, klas ve titizlikle işleyen bir restoran.
* Milletvekiline çarpmadan bir Ankara gecesi yaşamak zor. Balıkçı Köy Fahri ve Kolyoz Balık restoranlarından uzak durun.

Yazının Devamı

BiR KOKTEYL BiR ŞEHRi DEĞiŞTiRiR Mi?

7 Haziran 2011

Anadolu'da kokteyl tadında açılım. Ya belki şehre bir film değil kokteyl gelirse? Artı, tanışmanız gereken blogger, Bebek Şenliği sonrası yapmanız gereken hesap kitap ve üzerinde düşünülmesi gereken sos-yal sorumluluk hadisesi...


Amerika’nın saygın dergilerinden The Atlantic yaşam sayfalarından enteresan bir soruyu tartışmaya açıyor: "Manhattan, banliyöye ulaşabilir mi? Sorunun altyazısında Ruby Tuesday, Outback Steakhouse, Chili gibi New York’un kırsal noktalarına yayılmış zincir restoranların mönülerinde daha seçkin, daha ‘New Yorker’ kokteyllere yer vermesi var. Bugün, Manhattan’da içebileceğiniz gurme işi sofistike kokteylleri New York’ta Allah’ın unuttuğu bir yerde, otoyolu kenarında ya da kasaba ucunda yudumlamak mümkün. Batıdaki değişimi kavrayıp topraklarımıza dönelim. Şahsen The House Cafe, Kitchenette, Midpoint gibi delüks fast food zincirlerini bölünerek çoğalan, çoğaldıkça özgünlüğünü yitiren, sıradanlaşan organizmalar olarak görenlerdenim. İstanbul göbeğinde her gün daha özgün daha cool bir işle şımartılmaya alışmışken zincir restoranların sıradanlığından şikayetçi olmak gayet hoyrat bir durum. Tüm şımarıklığımı baştan kabul ediyorum. Ankara ve Antalya

Yazının Devamı