Anadolu'da kokteyl tadında açılım. Ya belki şehre bir film değil kokteyl gelirse? Artı, tanışmanız gereken blogger, Bebek Şenliği sonrası yapmanız gereken hesap kitap ve üzerinde düşünülmesi gereken sos-yal sorumluluk hadisesi...
Amerika’nın saygın dergilerinden The Atlantic yaşam sayfalarından enteresan bir soruyu tartışmaya açıyor: "Manhattan, banliyöye ulaşabilir mi? Sorunun altyazısında Ruby Tuesday, Outback Steakhouse, Chili gibi New York’un kırsal noktalarına yayılmış zincir restoranların mönülerinde daha seçkin, daha ‘New Yorker’ kokteyllere yer vermesi var. Bugün, Manhattan’da içebileceğiniz gurme işi sofistike kokteylleri New York’ta Allah’ın unuttuğu bir yerde, otoyolu kenarında ya da kasaba ucunda yudumlamak mümkün. Batıdaki değişimi kavrayıp topraklarımıza dönelim. Şahsen The House Cafe, Kitchenette, Midpoint gibi delüks fast food zincirlerini bölünerek çoğalan, çoğaldıkça özgünlüğünü yitiren, sıradanlaşan organizmalar olarak görenlerdenim. İstanbul göbeğinde her gün daha özgün daha cool bir işle şımartılmaya alışmışken zincir restoranların sıradanlığından şikayetçi olmak gayet hoyrat bir durum. Tüm şımarıklığımı baştan kabul ediyorum. Ankara ve Antalya gecelerinde geçen birkaç gece sonrası The House Cafe’nin, Kitchenette’nin başarısını Anadolu’dan okumak lazım.
Antalya’da taze malzemeyle ‘gerçekten’ kokteyl yapan The House Cafe dışında bir yer yok gibi. Ankara’daki The House Cafe de İstanbul’daki konumundan çok daha öte bir yerde. Şehrin en saygın, en sıcak noktalarından. Söz konusu zincirleri İstanbul’da oturduğunuz köşeden küçümseyip, ‘çaycı/kahveci’ olarak görebilirsiniz. Anadolu’da bardan çıkardıkları bir kokteylle, fondan çaldıkları bir şarkıyla bıraktıkları etki, açtıkları ufuksa yadsınamaz.
‘YERLi’ BRIGITTE BARDOT:
MÜTEVAZILIĞIN, İZOLE YAŞAMIN BÖYLESİ
Dün Radikal Hayat’ta Berrin Karakaş’ın Ömür Gedik'le yaptığı söyleşiden öğreniyoruz ki Gedik, mütevazı olarak bilinirmiş, izole yaşıyormuş, vurdumduymazın tekiymiş. Bugün en az Gedik kadar hayvan haklarını korumayı kendine görev edinmiş, yola gönüllü çıkmış ne ünlü oyuncular ne yayın yönetmenleri var. Üstelik bunu göze sokmadan, kulağı rahatsız etmeden gayet kibar, şık ve mütevazı bir biçimde kotarıyorlar. Gedik’in hayvan sevgisi uğruna yaptıklarını şu dünyada “Mütevazıyım, izole yaşıyorum” diye geçinen kaç insan yapar? Asıl kafamı kurcalayan soru daha geniş çaplı: Sosyal sorumluluk projelerinin sınırları nerede başlar, nerede biter? Her ucu yardıma dayanan fikir/proje ‘sevap’ hesabına mı yazılır? Hayvan haklarını, tüm içtensizlikle ‘Ama sosyal sorumluk için’ beyliğini kalkan haline getirip fütursuzca kafamı her çevirdiğim billboad’da, bindiğim takside, açtığımı gazetede kedi bir bakış ve ‘miyav’ bir sesin karşısına çıkmasına karşılık ne ‘sosyalliği’ ne sorumluluğu’ diyorum.
BEBEK ŞENLiĞiNDE ADAM BAŞINA KAÇ STANT?
Elçiye zeval olmaz, sıcağı sıcağına atılmış 'Bebek Şenliği' başlıklı okur mailini, gidemediğim göremediğim için yorumsuz aktarıyorum: “Bebek Şenliği, geçen sene kalabalığı gördükten sonra bu sene işi hemen ticarete dökmüş. Adam başına düşen stant sayısını gerçekten merak ediyorum. Stant fazlalığından duracak yer bulamadık.” Etraftan benzer 1-2 yorum daha gelince okuyucunun merakına gidermek adına organizasyon yetkililerine ulaşıp rakamlara ulaştım. Geçen sene 146 stant kurulurken, bu seneki rakam 182’ye ulaşmış. Bebek Parkı'nın çapı malum. Matematiği siz yapın.
TANIŞIN: GÖZDE TEZER
‘Taze’ blogger Gözde Tezer, blog kirliliği arasından gerçek dili ve rahat duruşuyla sıyrılmış genç yeteneklerden. Blog’una en son güzel ‘tecavüzcü sabahlar’ yazısından bir kuble paylaşmayı, farklı bir dille tanıştırmayı görev bilirim: “Bazı sabahların niyeti kötüdür. Geçmişinizin röntgenini, siz talep etmediğiniz halde çekip yatağınıza getiren sabahlardır bunlar. 'Elimizden geleni yaptık, üzgünüm' diyen sabahlar. Hatalarınızın merkezindeki insanlarla, hakkınızda hayali röportajlar yapıp, korkunç cevaplar aldığınız sabahlar. O an tesadüfen çocukluğunuz yanaşsa yatağa, 'Sen bakma' diyeceğiniz sabahlar. Kendinizi hayatınıza ait hissedemediğiniz ama hayatına ait olmayanlar kendileriyle ne yaparlar bilemediğinizden yatakta çaresizce dönüp durduğunuz sabahlar. Hayatım legodan olsa ve o günü, o geceyi, o adamı, o kadını, o cümleyi, o saati tek hamleyle geri alsam' dediğiniz sabahlar. Legodan değil ağır tuğlalardan yapılma bu 'yetişkin' hayatı taşıyamadığınızı hissettiğiniz, çökerse olacakları görmemek için yorganın altına gizlendiğiniz sabahlar. (...) Sizi, kürtaj ettiğinizi sandığınız tüm pişmanlıklara yeniden hamile bırakan tecavüzcü sabahlar..." www.gozdetezer.com