Kitlesel yas tutmanın yazılmış kanunu, dağıtılmış bir kullanım kılavuzu yok. Bu gerekli mi, emin değilim de...
Şişli Belediyesi, 28 mahalle muhtarı, esnaf ve vatandaş desteğiyle toplananüç kamyon yardımı Van’a gönderdi.
Herkesin kendine has bir yas tutma biçimi varken, kimisi feryat figan, kimisi sessiz sakin, kimisi etkileşim içinde, kimisi kendi halinde acısını yaşarken tek ihtiyacımız olan belki de şu:
“Şov devam ediyor” diyenle, “Hayır, devam etmemeli” diyene...
Akaretler Art&Design Day’de neler kaçırdınız? Deniz Akkaya ve Tarkan’ın ‘smokin’ birlikteliği ve beş yıldızlı bir şampanya güzellemesi...
Parti filozoflarının çiğnemeyi pek sevdiği bir soru: “Eğlenceli olmadığını bile bile neden partilere, davetlere ısrarla gidilir?” Ve insan psikolojisini çatır çatır çözmüş ayaklı gece psikoloğunun verdiği o meşhur cevap: “Görme ve görülmenin verdiği o tarifsiz haz.”
“Gördüm/görülmedim/göreni göremedim” diye diye bir davetten ötekine koşar adım gitmek, bir metropol klişesi. Söz konusu klişeler bölünerek çoğalıyor, çoğaldıkça bayatlıyor. Yeni klişe, “Ne kaçırıyorum?” hissi. “İlle de fikrim olsun, mutlaka görmüş olayım” diye kapıdan partiye uğramalar, bacadan sergi gezmeler... Olur da iki dakikalığına uğranılmadıysa mutlaka bir gidene telefon açılıp sorulur: “Ne kaçırdım? Ne kaçırdım? Anlat...” Kısa bir girizgahın ardından buyrun haftanın “Ne kaçırdınız?” köşesine...
Akaretler Art&Design Day
Akaretler’i ‘Chelsea’leştirme projesinin mühim bir parçası Art&Design Day’in geçen hafta sonu ikincisi yapıldı. Amaç belli; yan yana dizilmiş, steril galeriler arası mekik dokunsun. Galeri önü, kaldırım üzeri tasarım duralım, sanat konuşalım. Fonda
Günümüz eğlence kültürünü, Salt Beyoğlu’ndaki ‘İstanbul’da boş zaman tüketimi ve Beyoğlu/Pera’da eğlence kültürünün dönüşümü’ konferansından incelemeye var mısınız?
Siz de İstanbullaştıramadıklarımızdan mısınız? Doğma büyüme İstanbullu olmanıza rağmen hâlâ babanızın memleketini baz alarak, “Tokatlıyım”, “Ankaralıyım” diyorsanız; kentsel dönüşüm filan umrunuzda değilse naçizane bir öneri: Salt Beyoğlu’ndaki ‘İstanbullaşmak’ sergisini görün, konuşmalardan birine katılın. Öyle bir kere gezilip görülüp, “Gittim, gördüm” denilecek türden bir sergi değil. Sergiye paralel olarak üç aya yayılan etkinlikler kapsamında her gün Beyoğlu ve kentsel dönüşüme dair nefis fikirler tokuşturuluyor, atölyeler düzenleniyor.
Salt Beyoğlu’nun giriş katındaki ‘Açık Sinema’ alanında hepi topu 40-50 kişiyiz. Kalabalık ağırlıklı genç ve kadından ibaret. ‘İstanbullaşmak’ sergisi kapsamında 90 gün boyunca, kentsel dönüşüma dair panel, atölye ve konuşmalar düzenleniyor. Günün konusu, ‘İstanbul’da boş zaman tüketimi ve Beyoğlu/Pera’da eğlence kültürünün dönüşümü’; konuşmacı Amsterdam Ünversitesi ve Bahçeşehir Üniversitesi’nden Volkan Aytar. ‘Yapım aşaması: Beyoğlu’, bir kentsel dönüşüm, atölye serisi.
Bir bekar olarak çift çift arkadaşlarla takılırken başınıza gelebilecekler neler olabilir? Artı, çizgi karakteriyle parti veren ünlü, haftanın en ‘İtalyan işi’ partisi ve Türk DJ’lerin evlilik merakı. Günün mönüsü ortaya karışık.
Kadere bak... Hayat boyunca, yakın çevremin tamamı çiftlerden oluştu. Sabah kahvaltıyı bir çift, öğlen sinemayı başka bir çift, gece kulüp kulüp gezme işini bambaşka bir çiftle geçirmenin bir sonucu olarak hayatım roman olsa (klişelerin en güzeli) bir bölümün başlığı mutlaka şöyle olurdu: ‘Aşk böcekleri’ çiftin yanındaki müzmin bekar arkadaşın makus talihi. Hayat, çift arkadaşlarınızla birlikte sosyalleşmenin de bir raconu olduğunu öğretti bana. Deneyimleri paylaşmayı görev bilirim. Bekar ya da sevgilinizle birlikte olun; kimin, ne zaman, hangi tarafa düşeceği belli olmaz. Her sosyal böceğe lazım çiftlerle takılma kılavuzundan başlıklar: Yemekte ya da sinemadayken: Çifti karşınıza oturtmak gibi bir hata yapmayın. “Hadi, biraz da birbirinizin yüzünü uzaktan seyredin” gibi romantik bahanelerle birinin yanınızda oturmasını sağlayın. Aynı ayrı gayrı oturma işini sinemada uygulamayın. Çiftlerden birine derin duygular beslemediğiniz sürece aralarına
“Ey, St. Tropez! Bana esmeyi, esip geçmeyi anlat” diyorum. Tık yok. O halde anlatmak bana düşüyor, geçen hafta St. Tropez’de esen ve esemeyen rüzgarları
Sayısı 300’ü aşkın milyon dolarlık tekneler St. Tropez açıklarında bekliyor sakin sakin. ‘Les Voiles de St. Tropez’ yarışları rüzgarın azizliğine uğramış, knot (denizcilik hız birimi) gıdım kıpırdamıyor. Kılavuzumuz, Shop&Miles Bosphporus Cup’u yaratan ve Türk takımlarının burada yarışmasını koordine eden ORG Sports Marketing’in sahibi Orhan Gorbon diyor ki: “1-2 gün rüzgar olmaması olağan bir durum. Fakat bir haftayı hiç bulmamıştı.”
O kadar yatırım, emek, masraf, ‘heyecan natsızlık’ (yani, knot) uğruna öylece duruyor su üzerinde kıpırdamadan. Nat aşağı, nat yukarı konuşmalardan çıkan sonuç şu: Yelken dünyası doğanın insanoğluna bu kadar hakim olabildiği belki de tek spor alanı. Her yarış öncesi/sonrası insanoğluna şu tabiatın sahibi değil parçası olduğu bir kez daha hatırlatılıyor. Belki de bu yüzden deniz insanı bu kadar bilge ve ‘olmuş’.
‘Yazlık’ yılbaşı havası
St. Tropez’de sokaklar, yarış nedeniyle tıklım tıklım, trafik felç. Elde şampanyalar, havaya ‘yazlık’ bir yılbaşı çoşkusu hakim. Isıtıp ısıtıp, aralara
“Her köşesinden tasarım fikirler, insanlar, objeler fışkıran bir şehrin tasarım haftası nasıl olmalı?”, yanıtı bir takım akademik tartışmalar, tasarımcı ve sosyologlar arası fikir tokuşturmaları sonucu elde edilecek mühim bir soru. Biz en azından, bir İstanbul Design Week turuyla “Nasıl olmamalı?”nın yanıtnı arayalım.
Asgari beklenti “Zihin açan/fikir saçan yaratıcı işlerden, yeni keşif tasarımcılardan, orjinal sunum ve servis, diyelim. İstanbul Design Week’teyse karşınıza çıkan ilk şey ‘Evimizin her şeyi’ IKEA. Yeme-içme alanındaysa bilidiğiniz, ‘Bambi/Kızılkayalar’ usulü ekmek arası döner başrolde.
İstanbul Design Week’te standlar arası mekik dokurken hangi Türk tasarımcıyla konuşsanız herkesin dilinde ‘aynı dertten muzdarip’ hazır cevaplar: “Son dakika katılma kararı aldık. Bunu da dün gece bitirdik.” Tasarımcılar apar topar girince fuar alanı parayı verip düdüğü çalan, pazarlama stratejisi ‘tasarımı’ sahiplenmek üzerine kurulu muhtelif markalara kalmış. Tasarım haftası ne yazık ki otomobilden enerji içeceğine, saç bakım ürününden yoğurtçuya bir bahaneyle tasarımın kenarından köşesinden tutturabilmiş markalar geçidine dönüşmüş. İştah kabartan konferansları çıkarın,
Sortaçlanmış bir başlıkla, her telden sorgu sorularla, daldan dala İstanbul gecesine kaldığımız yerden devam
SAHİ NEDEN TOPLANMIŞTIK?
Bir nevi tasarımcı küratörlüğü yapan Galata Serdar-ı Ekrem Sokak’taki Building mağazası, her sezon genç tasarımcıların ürünlerini seçip ‘Build Your Own Fashion’ başlığı altında satışa sunuyor. Serinin beşincisi sebebiyle Lush Otel’in içindeki Dada’da verilen partide nedense toplanma sebebine dair pek bir ipucu yoktu. Etrafa saçılmış Building etiketlerini ve barkovizyonda dönen bir takım sevimsiz moda çekimlerini delilden saymıyorum. Gelenlerin çoğu da gecenin anlam ve öneminden bihaber. Mekan şahane ve havadar, içkiler taze ve tadında olsa da gelenlere ‘mesajı’ veremedikten sonra bunların bir önemi var mı?
EELENCE’DE KİM, NASIL DANS EDİYOR?
Son iki yazıdır başlığa, satır aralarına saçılmış Türkçe pop sözlerinin sırrını açığa kavuşturalım. Eelence’de bir gece geçirmenin bir takım yan etkileri var. Tuhaf bir Türkçe pop sözün günlerce dilinize takılması da bunlardan biri. Eelence’de kendinden geçerek dans eden insan tipi pek çeşitli: Bir Kadir Doğulu modeli var, mesela. Çıkmış bir standın üstüne, sanırsınız klip çekiminde: Elini saçına
‘Sortaçlanmış’ başlığın nedeni eelence’de bir gecede saklı. Haftadan sarkan sorularla daldan dala bir İstanbul gecesi
NEREYE ‘JUMP’ EDELİM?
Genç, yanındaki sarışına böyle soruyor. Malum, bir mekandan diğerine ‘jump’ etmek gecenin en havalı aktivitesi. Plan üstüne plan, telefon üstüne telefon. Ve bir kesmin dilinde hep aynı soru: “Eee buradan nereye ‘jump’ ediyoruz?” Gece boyunca ‘jump’ edilen mekan sayısının da bir sınırı yok mudur? Şahsi görüşüm şu: “Bir, iki, üç, dört tamam. Daha da katlanamam.” Kimisine bir kulüpte eğlenmek, dans etmek değil, o yolda olma hali, bir sonraki durağı planlama serüveni haz veriyor. Hep bir koşturma, sektirme, zıplama (pardon, jump!) modundaki ‘zıp zıp’ arkadaşlara nacizane önerim: Bir soluklanın, yavaşlayın, yanınızdaki şahsın, bardağınızdaki içkinin tadına varın.
MİNYON’DA NE GİBİ ‘ŞEYLER’?
Minyon’da tuhaf ‘şeyler’ dönüyor. Emre Çapa, mönüyü baştan aşağı değiştirmiş. Mönünün esprisi ‘şey’: Sulu şeyler (çorbalar), yüzen şeyler (deniz mahsülleri), yuvarlak şeyler (pizzalar). Jr. Çapa’nın bir hayali var o da Mini Müzikhol’e, Kiki’ye, Otto’ya giden kitleyi Minyon’a çekmek. ‘Entel’ açılım olarak tabir ettiği atılım kapsamında Can Soylu,