Yılın en garip ödülleri kime gidecek? Kişiye göre ‘ayarlanan’ ödüllerin adı, en az tören kadar ilgi çekecek gibi
Bir özel saç bakım markasının düzenlediği ‘Yılın En İyileri’ ödül töreni var bu gece. Ödül kategorileri, ‘türün son örneği’ cinsinden: ‘En medyatik işadamı’ diye bir kategori var, mesela. Ödül, Önder Bekensir’e verilecekmiş. Asena, ‘En cesur kadın’; Hilal Cebeci ‘En çekici kadın’ olarak ödül alacak bu gece. En orijinali de Arzu Kaprol’a gidecek ‘En tarz modacı’ ödülü sanırım. İşadamına ‘medyatik’ diye (Önder Bekensir hangi işin adamı bu arada?) ya da modacıya ‘tarz’ diye (Dikkat: Başarılı değil, tarz) ödül vermek nasıl bir mantık? Ödülü layık gördükleri isimleri alt alta koyunca şunu düşünmeden duramıyor insan: “O gece orada olması istenen isimler, sırf gelsinler, teşrif etsinler diye bir kulp uydurulmuş olunabilinir mi?”
BİRKAÇ GÜZEL ŞEHİR NOTU
‘Bant’tan iştah açıcılar: ‘Bant’ dergisi sessiz sedasız son sayısını çıkardı geçen aylarda. Roll’den sonra bir zihin açan dergiyi daha gömdük tarihe. Önce sadece ‘online dergi’ olarak devam edeceğinin haberi geldi. Asıl güzel haber ay başında düştü masaya. Ufacık, incecik bir Bant dergisi. Adı da ‘bant
Değişen Karaköy için yarın tarihi bir gün. Bankalar Caddesi üzerindeki eski Osmanlı Bankası binasında açılacak Salt Galata, Karaköy’ün çehresini değiştirecekken Karaköy’ü bekleyen asıl tehlike ne?
Büyük dönüşümün kenarındaki Karaköy’ün değişim sancıları İngiliz ‘Monocle’ dergisinin radarına takılmış. Geçen ay Karaköy’ü keşfe gelen ‘Monocle’ ekibi, yaptığı lokal röportajlardan nefis bir mini Karaköy belgeseli çıkarmış. Esnafın geleceğe dair öngörüleri pek umutlu değil. Nalbur dükkanı sahibi Levent Akbaş, “Bizi buradan Galataport gibi dönüşüm projeleri değil işsizlik götürecek” diyor.
Bölgenin sakinleri pek renkli. Hırdavatçı Levent Usta’nın kapı komşusu Amerikalı bir sanatçı Julie Umpeyer. Eski bir binayı tutup fabrikavari bir sanat alanına dönüştürmüş. Hırdavatçılar
Çarşısı’nda ilginç bulduğu materyalleri toplayıp sanatında kullanıyor. En doğru tespit Bej Cafe’nin eski işletmecisi Banu Şahinoğlu’ndan: “Herkes Karaköy’deki değişimden bahsediyor. Aslında olması gereken, insanlar ve binalar değişmeden Karaköy’ün değişmesi.” Karaköy’ü bekleyen
tehlike şu; Bankalar Caddesi’nde tarihi hanların peşi sıra havalı butik otellere dönüşmesi,
hırdavatçı Levent Usta’yla
Amer
The Hall’deki partide bir kamyon dolusu Arjantinli parti insanı, Twitter’da Erkan Can, mail kutusunda İstanbul’un ‘bilindik’ sırları ve çocukluğa götüren bir sergi: ‘Mayom İçimde’. Günün mönüsü, ortaya karışık. Önden, başlangıçlar...
Cumartesi gecesi The Hall’de Smirnoff’un ‘Exchange Project’ partisi. Buenos Aires ve İstanbul’un kardeş eğlence şehri seçilmesi sebebiyle, aynı gece İstanbul’da Buenos Aires; Buenos Aires’te İstanbul partisi var. Bir kamyon dolusu Arjantinli genç dökülmüş The Hall’ün kapısına. İçeride durum farklı. Bir odada ‘bizimkiler’, diğer odada onlar... Ufak tefek girişimci gençler dışında, Arjantin takımı The Hall’ün arka kısmında kendi halinde eğlenmeyi tercih ediyor. Parti insanı ihracatı yeni bir formül değil. Zamanında, partinin uyruğuna göre, öbek öbek İtalyanlar, İspanyollar düşmüştü şehre. Aralara 1-2 taze yüz serpiştirmek ‘körlerle sağırlara’ iyi geliyor. Ama... İşin ‘ama’sı tutmadı mı tutmayan o ‘kimya’ denen şey. Asıl havadisler gecenin Buenos Aires ayağında. Buenos Aires’te verilen ‘İstanbul’ temalı parti daha merak uyandırıcı geliyor kulağa. Eller havaya ritmini tutturabildiler mi? Sortaç şarkılarına bünyeleri nasıl tepki verdi? Yoksa
Şehirli jet-set’in ‘salaş’ merakı, kendi halindeki iki mekanın seyrini değiştirdi. Asmalı’daki Balkon Bar ve Karaköy’deki Akın Balık’ın başına gelenler...
Her belli gelir seviyesinde yaşamını sürdüren şehir insanın fantezisidir, salaş eğlence. Beyaz yakalılar, arada Boğaz’daki fiyakalı rakı-balık masasından kaçıp, kravatı gevşettiği gibi soluğu muşamba örtülü bir masada, gıcırtılı bir tabure üzerinde, rakıyı çay bardağıyla içtiği salaş bir balıkçı hayaliyle yaşar. Ucuz ama temiz olmalı, salaş ama konforlu durmalı.
Yıllardır balıkçılar pazarının sonunda kendi halinde yaşayıp giden Akın Balık, Karaköy’deki hareketlenmenin de etkisiyle, bir anda keşfedildi; bir kesmin “Hayalimdeki salaş balıkçı” dediği yere dönüştü. Şimdi, farklı semtlerden akın akın salaşsever geliyor Akın Balık’a.
Ucuz biracılar
Yaz aylarında Asmalı’da bir mekan daha benzer kaderle çehresini değiştirdi. Masaların toplanmasıyla Asmalı’da nereye gideceğini şaşıran zengin yerli turist, Otto’nun yan binasının tepesindeki Balkon’u keşfetti. ‘Ucuz biracı’ Balkon, ceketli/kalıplı abilerin istilasına uğradı. Rezervasyon nedir bilmeyen Balkon çalışanları, uzun süre “Ben filancayım. Bana şu masayı ayır”
‘İstanbul Avrupa Başkenti’ zamanında çıkmış, Salt Beyoğlu’nda devam eden ‘İstanbullaşmak:90’ konuşmaları vesilesiyle tekrar kitapevlerinin ön raflarına çıkmış bir kitap var: ‘İstanbul’da Eğlence’
Kitapta yer alan makaleler tarihsel bir eğlence turuyla başlayıp günümüz rock mekanları, türkü barları ve festivalleriyle devam ediyor. En, altı bol bol çizilen yazı, Nuray Mert’ten... ‘Beyaz Türk Dünyasında Eğlence’ başlıklı yazısında Mert, Türk dünyasının asıl eşik atladığı 80’ler sonundan günümüze ‘Beyaz Türk’ün geçtiği tüm yolları, barları özetlemiş: Cihangir’deki Bilsak, Levent’teki Stüdyo 54, Ece Bar, Aslı Altan’ın Safran’ı, Lal Dedoğlu’nun Buz Bar’ı... Nuray Mert haklı. 2000’lerde ‘Beyaz Türkler’ dediğimiz kesim, popülerleşen mekanları yeni heveslilere bırakıp, daha az bilinen mekanlar arasında köşe kapmaca oynamaya başladı. Sene, 2011. ‘Az bilinen mekan’ diye bir tabir neredeyse kalmadı. Başlıkta soruya kapılıp okuyanlara zorlama bir iki mekan çıkar elbet: Bird gibi, Münferit gibi... Belki de asıl yanıt aradığımız soru şu olmalı: Az bilinen bir mekanda sadece kafa dengi insanlarla eğlenmek isteyen Beyaz Türk kaldı mı?
Pazar gününkü Behzat Ç.’nin ‘Rakı içilecek kadın’ karakteri Savcı Esra yazısına gelen muhtelif yorumlardan, suallerden bir demet. Buyrun, birlikte cevaplayalım...
“Rakı içilek kadın kaldı mı?” diye sorduğunuza göre demek ki varmış eskiden. Nedir sizce onların soyunu tüketen? Estetik cerrahi mi?” (Elçin)
Soylarının tükenmesinin pek çok sebebi olabilir. Estetik cerrahi de bunların başında geliyor. Kişisel fikrim şu: Botoks kadınları, her ne kadar kendileri için bıçak altına yattıklarını söyleseler de, içiyle değil kabuğuyla erkeği baştan çıkarma derdinde. Dış görünüşüyle bu kadar takıntılı kadın, masada ağzından çıkan iki tatlı laftan ziyade ‘çatal’ diye tabir ettiğimiz göğüs dekoltesinin doğru açılarda gözükmesi için öne arkaya haraket eder, durur. Rakı sofrasında meme ve bacakla değil beyni ve diliyle ‘dişi’ olabilen kadın daha makbuldür.
“Kadınlarla en çok ne içiliyor biliyor musunuz? Kahve. Hep bu Amerikan filmleri yüzünden. “Bir ara kahve içelim” lafıdır gidiyor. Kahvenin kültürümüzde ne ara önemi oldu? Kızla kahve içmeden, ileriki aşamalara geçemez olduk.” (Emre)
Bana kahve iyi bir formül gibi geliyor. Karşındakini korkutmadan yakınlaşmak istiyorsan “Bir ara
Başlıktaki üç kavram, birbirine nasıl bağlanır? Yanıt için Cadılar Bayramı’nda Spoil’in kapısındayız
Southern Comfort’un Spoil’deki Cadılar Bayramı partisinden manzaralar hayli renkli. Saçını başına, kılığına kıyafetine özenen, partinin hakkını veren de var, günlük haliyle gelen de. Kanlı makyajlara, plastik Drakula dişlere itirazım yok, tek bir sorum var: Neden kıyafet partilerinde seksi olmayı beceremiyoruz? Bakınız, yurt dışındaki Cadılar Bayramı partilerine. Farklı bir kılığa bürünmek müthiş bir fantezi unsuruna dönüşmüş, herkes her an sevişecekmiş gibi duruyor. Hem korkunç hem seksi olabilmenin verdiği dayanılmaz erotizm. Bizdeki fotoğraf ne korkunç ne seksi. Gecenin devamında Spoil’den gelen iki mesaj, tam da beklendiği gibiydi: “Geceden elde edilen tüm gelirin AKUT’a aktarılacağı anons edildi.” “Beklenen şarkı: Anons sonrası 10’uncu Yıl Marşı çalmaya başladı.”
BiR TÜRKÇE POP KULÜP DAHA: ZiLLi
Piyasa, My Pavyon, eelence, Kaf:f’tan sonra ‘Türkçe pop’ kulüplerine bir isim daha eklendi: Tepebaşı’nda, 11:11’in alt katında açılan Zilli. Mekanın arkasındaki iki isim Ataberk Orel ve müzisyeni Arto. İkisi de Türkçe popu yalayıp yutmuş, çerçeveletip duvarına asmış iki
Siz acının hangi aşamasında kaldınız? “Hayat devam ediyor” diyenlere: Rakı içilecek kadın ve bir işletmeciden “Gazeteci nasıl tehdit edilir?” dersi
Ünlü psikiyatrist Elisabeth Kübler-Ross, ‘On Death and Dying’ kitabında, derin üzüntü/büyük kayıp karşısında her insanın geçmesi gereken beş aşamayı sıralıyor. Literatüre Kübler-Ross modeli olarak giren ‘five stages of grief’in Türkçe meali, sırasıyla, yaklaşık şöyle bir şey: İnkâr ve izole etmek, öfke duymak/kızgınlık, acıyı hafifletmek adına pazarlığa kalkışmak, depresyon ve gerçeği kabulleniş.
25 şehit üzerine gelen Van depreminde sayısı 600’yü bulan can kaybı, insan olan herkesi bu yollardan geçmeye sürükledi. Belli belirsiz geçen inkâr süreci, ardından Twitter’dan, Facebook’tan düzeni, düzensizliği hedef alan nefret dozu yüksek, öfke dolu mesajlar ve sonrasında acıyı hafifletmek adına var gücüyle yapılan yardımlar/pazarlıklar. Şimdi gelinen nokta depresyonla kabullenme aşaması arasında sıkışıp kalmışlık. Kimisi artık kabullenme aşamasında, dilinde bir “Hayat devam ediyor” lafı, Cadılar Bayramı partisinde giyecek kıyafet bulma derdinde; kimisi hâlâ depresyonda, haberleri okuyup yorganın altına saklanıyor. Kolunu kaldıracak