“Her köşesinden tasarım fikirler, insanlar, objeler fışkıran bir şehrin tasarım haftası nasıl olmalı?”, yanıtı bir takım akademik tartışmalar, tasarımcı ve sosyologlar arası fikir tokuşturmaları sonucu elde edilecek mühim bir soru. Biz en azından, bir İstanbul Design Week turuyla “Nasıl olmamalı?”nın yanıtnı arayalım.
Asgari beklenti “Zihin açan/fikir saçan yaratıcı işlerden, yeni keşif tasarımcılardan, orjinal sunum ve servis, diyelim. İstanbul Design Week’teyse karşınıza çıkan ilk şey ‘Evimizin her şeyi’ IKEA. Yeme-içme alanındaysa bilidiğiniz, ‘Bambi/Kızılkayalar’ usulü ekmek arası döner başrolde.
İstanbul Design Week’te standlar arası mekik dokurken hangi Türk tasarımcıyla konuşsanız herkesin dilinde ‘aynı dertten muzdarip’ hazır cevaplar: “Son dakika katılma kararı aldık. Bunu da dün gece bitirdik.” Tasarımcılar apar topar girince fuar alanı parayı verip düdüğü çalan, pazarlama stratejisi ‘tasarımı’ sahiplenmek üzerine kurulu muhtelif markalara kalmış. Tasarım haftası ne yazık ki otomobilden enerji içeceğine, saç bakım ürününden yoğurtçuya bir bahaneyle tasarımın kenarından köşesinden tutturabilmiş markalar geçidine dönüşmüş. İştah kabartan konferansları çıkarın, geriye kalan alt metni sağlam, bakarken düşündüren, düşündürürken daha da baktıran taze işlerin sayısı bir elin parmağını geçmez.
Bunlardan biri de W Otelleri ve Design Miami tarafından ‘Geleceğin Tasarımcısı’ seçilen Studio Juju’nun ‘çadır’ yorumu. Köy insanının toplandığı ve dinlendiği çadırların günümüz versiyonunda sınır yok, tente yok, kapalı ortam yok. Her şey açık, herkes şeffaf. Twitter/Facebook çağının etkilerini buram buram hissetmek mümkün. Fuar çıkışı, ‘Design Week’e katılmamış Türk tasarımcılar arası yapılan nabız yoklamadan çıkan yanıtlar düşündürücü: “Katılım bedeli çok yüksek”, “Yabancı basının ilgisi yok. Neden o kadar masraf yapalım?”
BiR MARKA YÜZÜ OLARAK BELEDiYE BAŞKANLIĞI
Mustafa Sarıgül’ün Şişli’yi bir semt değil, marka olarak ele alışı, ‘marka yüzü’ olarak biryantin saçlı, assolist dişli, jön bakışlı pozlarını kullanmakta hiçbir sakınca görmemesi, diğer belediye başkanlarına örnek teşkil etti. İstanbul’da son yükselen marka Bayrampaşa ve ‘marka yüzü’ Başkan Atila Aydıner. Reklam panolarında gördüğünüz her yeni AVM, eğlence parkı, outlet Bayrampaşa’da açılıyor. Semtin markalaşma yolunda çıkardığı bir ‘yaşam ve kültür dergisi’ var. Adı ‘Bayrampaşa’da Hayat’. Kapakta Bayrampaşa Belediye Başkanı Atila Aydıner, yanında iki ‘güleryüzlü’ çocuk ve dilinde beylik bir laf: “Güleryüzlü belediyeciliği başlattık.” 88 sayfalık dergide basılan Atila Aydıner fotoğrafının sayısı 54. Başkan, ezelden Bayrampaşalı Hidayet Türkoğlu’yla, ‘Reis’ diye hitap ettiği Başbakan Erdoğan’la, çoluk çocukla filanca şenlikte yanak yanağa, esnafla falanca açılışta omuz omza... ‘Ayşegül’ serisi kıvamında, başkanın fotoğraf albümünden seçmeler halinde devam ediyor dergi. Başkan Büyükşehir Belediye başkanı Kadir Topbaş’ın kulakları da çınlatılıyor bol bol. ‘Reis’e’ dair anektotlarsa pek enteresan: “O, bizim hakikaten duayenimiz. Onun yanında yetiştik. Siyaseti, teşkilatçılığı ondan öğrendik. Bir yönetim kuruluna nasıl gelinir, nasıl davranılır, hatta ajanda kullanmayı biz Reis’ten öğrendik. Gelirdi, çantasını açardı, ajandasını çıkarırdı, besmeleyle başlardı.”
Aydemir’in hazır evine girilmiş, boy boy aile fotoğrafları çekilmişken, muhterem eşiyle de ayaküstü röportaj yapılmış. “Bayrampaşalıların dualarını bekliyoruz” başlıklı röportaj şöyle bitiyor: “Son olarak okurlarımıza ne iletmek istersiniz” diye soruyoruz Melahat Hanım’a ve tek bir cevap veriyor: “Dua”... Atılan her başlık, kullanılan her fotoğraf hedef kitlenin vasıflarına uygun tıkır tıkır işleyen bir stratejinin parçası. ‘Yaşam ve kültür dergisi’ başlığı altında, 10 bin’lerce basılan bölgesel yayınların gerçek amacını ve neye hizmet ettiğini kestirmek güç. Başrolde kim var? Semt mi, semtin marka yüzü mi?