Kitlesel yas tutmanın yazılmış kanunu, dağıtılmış bir kullanım kılavuzu yok. Bu gerekli mi, emin değilim de...
Herkesin kendine has bir yas tutma biçimi varken, kimisi feryat figan, kimisi sessiz sakin, kimisi etkileşim içinde, kimisi kendi halinde acısını yaşarken tek ihtiyacımız olan belki de şu:
“Şov devam ediyor” diyenle, “Hayır, devam etmemeli” diyene...
Acısını iki Tweet, bir video paylaşımıyla anında kusanla, acısı boğazında düğümlenip öylece kalakalana...
Ne kadar üzgün olduğunu yazan köşe yazarıyla, eli kalemine gitmeyen yazara...
Televizyonda programına devam edenle, etmeyen ya da edemeyene...
Deprem yardımını oturduğu yerden parmağını hareket ettirerek yapanla, gecenin köründe yardım göndermek için Şişli Belediyesi’nin kapısında bitene...
Bir doz hoşgörü
Doğmamış oğluna mektup yazanla, bununla satır satır dalga geçene...
Fişi çekip dükkanını kapatanla, dışarıda fellik fellik dolaşana...
Canlı yayında “Deprem ne kadar Van’da da olsa” diyen spikerle, spikere internette küfürler saydıran insanlara...
Terörü protesto için sokağa dökülüp kan ter içinde yürüyenle, olan biteni yine kan ter içinde, koşu bandında koşarken minik televizyondan izleyene...
İki gözü iki çeşme ağlayanla, çeşmesinden bir damla yaş gelmeyenine...
Dili uzayanla, dili tutulana...
Ağzı bozulanla, ağzı büzülene...
Herkese herkes için biraz, hiç olmazsa bir doz, hoşgörü.
Günün sonunda hepsi tek bir acıya çıkan binbir türlü yas tutma, acı çekme, ciğeri yanma biçimiyla sarmalanmış bir hayat bu bugünlerde yutmaya çalıştığımız. Bu vesileyle geçen hafta o kadar acı varken yazamadığım için de hoşgörü...
TANIDIKLARIMIZ VE TANIMADIKLARIMIZ
Terör, deprem, trafik kazası, katliam... Ölüm, kan, şiddet...
Burnumuz bile kanamadan yaşayıp giderken her gün şiddete maruz kalmak, kanlı manzaraları seyre dalmak, ölüm haberleriyle sarsılmak ne tuhaf.
Yanından geçip gittiğiniz, televizyonda duyup devam ettiğiniz her yaralı yüz vicdan oyuyor, yürek parçalıyor. Her felaket haberi, peşinde binbir vicdan tutulmasını beraberinde getiriyor. Peki,insan tanımadığı birinin ölümüne ciğeri sökülürcesine ağlar mı? Hiç görmediğiniz bir yüz, dokunmadığınız bir el için ne kadar gözyaşı akıtabilirsiniz?
Konu yaralı bir beden olunca insan tanıdıklarımız ve tanımadıklarımız olmak üzere ikiye ayrılır mı? Dot’un yeni oyunu ‘Öksüzler’in sorduğu sorulardan biri de bu. “Dünya böyle bir yer mi oldu artık? Tanıdıklarımız ve tanımadıklarımız?” diye soruyor adam, kardeşini koruma pahasına yaralı bir insana yardım etmemeye kararlı karısına. ‘Öksüzler’, şiddetin yüzölçümü, vicdanın ağırlığı, ırkçılığın hafifliği ve herkesin herşeyi bildiği ama konuşmadığı bir yer olan aile üzerine bir oyun. Her ölüm haberiyle sınanan vicdan, ‘Öksüzler’de 90 dakikada iyice oyuluyor; “Hayat devam ediyor” teranesinin nasıl da işlemediğine tanıklık ediyoruz. Ve de hayata karşı tavır alabilmenin zorluğuna... Kadın kardeşinin bulaştığı pisliği örtbas etmeye çalışırken, kocası polisi aramamaya razı, fakat ifade vermesi gerekirse yalan söylemeyeceğini aktarınca kadın şöyle diyor: “Ya yapacağız, ya yapmayacağız. Ya öyle, ya böyle. Yok öyle yarım yamalak...”
Ya varız, ya yokuz. Yarım yamalak duruşu yemiyor hayat...