Ordu'nun güzel insanları ya da güzellikleri

30 Kasım 1998

       1998, benim için "Türkiye'yi ve dünyayı gezip görme yılı" oldu. Yurtiçi ve yurtdışında on binlerce kilometre yol katettim. Bugüne kadar görmediğim onlarca ülke ve kenti tanıma keyfi yaşadım.
       ABD, Kanada, İsrail, İngiltere, İsveç ve Hollanda ile başlayan dünya turunun ardından, bütün yaz haftanın iki üç gününü Milliyet olarak Güneydoğu'da geçirdik. O güzel yöremizi, güzel insanlarımızı çok daha yakından tanıma sevincini, onurunu yaşadık. Ardından, hep kalbimizde olmalarına karşın, bir bir dolaşamadığım Karadeniz turları başladı. Zonguldak, Trabzon, Giresun derken bu hafta sonu da Ordu'daydım.
       Pek çok kent için "o kenti tanımak için yaşamak gerekir" denir. İşte Ordu da böyle kentlerden biri.
       Sevecen insanları, sahil boyunca birbiri üzerine sıralanmış kutu kutu evleri ve doyumsuz yeşiliyle insanın ömrüne ömür katan kentlerden biri.
       Karadeniz'in kişi başına düşen gelir açısından bakıldığında en yoksul kenti. Okuma - yazma oranı açısından da durumu pek parlak değil. Sanayisi hemen hemen yok gibi.

Yazının Devamı

Türkçe nasıl zenginleşir?

28 Kasım 1998

       TÜRKİYE'de hep kısır çekişmeler olmuyor. Sessiz sedasız, önemli sorunlar da masaya yatırılıyor. Bunlardan biri de önceki gün Ankara'da gerçekleşen Türkçenin zenginleştirilmesine ilişkin bir toplantıydı. Pek çok ilgili kurumun katıldığı toplantıda sorunlar bir kez daha dile getirildi. Hatta öyle bir hal aldı ki, "Biraz da çözüm üretilse" noktasına gelindi ve bu konuda en duyarlı kurumlardan ikisi olan Ankara Üniversitesi Dil Öğretim Merkezi TÖMER ile TRT'nin ortak programlar yapması kararlaştırıldı.
       Dil zenginliği ile ülkelerin kültürel zenginliği birbirine paralellik sağlıyor. Dil de tüm canlılar gibi yaşayan bir varlık. Beslenmesi ve çoğalması gerekiyor. Ama heyhat...
       İngilizcede 715 bin, Almanca'da 500 bin sözcüğe karşı Türkçede 50 bin sözcük var. Onun da pek çoğu kullanılmıyor. Yine bir başka araştırmaya göre ABD'deki bir ilköğretim 5. sınıf öğrencisinin anadil kitabında 90 bin sözcük yer alırken, bu sayı Türkiye'de sadece ve sadece 28 bin tane. İlköğretim 1. sınıflarda ise durumumuz daha da vahim. ABD'li bir çocuk okula 12 bin, Fransız 9 bin, Alman 4 bin, İtalyan

Yazının Devamı

Akıl tuzu

27 Kasım 1998

       YÖK'ün kurucusu ve uzun yıllar başkanlığını yapan Prof. Dr. İhsan Doğramacı'nın asıl işi çocuk doktorluğudur. Her ne kadar Hacettepe ve Bilkent üniversitelerinin kurucusu olarak tanınsa da çocuklara olan ilgisi hiç azalmamıştır.
       O hep eleştirdiğimiz yönleri bir yana, dünya çocuklarının daha sağlıklı bir yaşam sürdürebilmeleri için gösterdiği çabalar takdire şayandır.
       UNıCEF'in yani Birleşmiş Milletler Çocuklara Yardım Fonu'nun Türkiye Milli Komitesi'nin Yönetim Kurulu, Uluslararası Pediatri Kurumu'nun da onursal başkanıdır. Ayrıca çocuklara yönelik pek çok uluslararası kuruluşun da kurucusu ve üyesidir.
       Karizmatik kişiliği ile dünyanın neresine giderseniz gidin, eğer söz konusu çocuklar ise Mister Doğramacı ismine kulak aşinalığı vardır.
       Çocuklar üzerine yazdığı kitaplarının dünyaca ünlü çocuk doktorlarının yazdıklarından aşırma olduğu iddia edilse de, yıllardır bir tek çocuğu muayane etmediği öne sürülse de o yine dünyanın en ünlü çocuk doktorları arasında gösterilmektedir.
   &n

Yazının Devamı

Sorun ve çözüm

26 Kasım 1998

       YENİ üniversiteye giriş sisteminin yarattığı haksızlıklar baş ağrıtmaya devam ediyor. Bu konuda YÖK duyarsızlığını sürdürürken, Milli Eğitim Bakanlığı bazı önemli kararlar alma aşamasında.
       Yeni sınav sistemi başarılı okullardaki öğrencilere önemli avantajlar sağlarken, sıradan okullardaki başarılı öğrencileri mağdur duruma düşürüyor.
       Örneğin İstanbul Kuştepe Lisesi'nden mezun bir öğrenci, ÖSS'de Atatürk Fen Lisesi ya da Robert Lisesi'nden mezun olan bir başka öğrenciden çok daha fazla soru yapsa bile, ondan çok daha az puan alacak. Biri ilk 100'e girerken, diğeri ilk 3 bine giremeyecek.
       Nedeni de, ağırlıklı orta öğretim başarı puanı hesaplanırken, adayların diploma notlarının yanı sıra, mezun oldukları okulun ÖSS ortalamasının da dikkate alınmasıdır.
       Klasik liselerde öğrenci ve mezun sayısı, Anadolu liseleri, kolejler ve fen liselerine göre çok kalabalık olduğu için ÖSS ortalamaları da genelde çok düşük oluyor. Diğerlerinde ise hem seçme öğrenciler alındığı için, hem de mezun az olduğu için

Yazının Devamı

Öğretmenler Günü (2)

25 Kasım 1998

       Öğretmenler günü dün bir kez daha kutlandı. Cumhuriyet'in 75. yılı kadar görkemli olmasa da, Eğitim - Sen'cilerin iddia ettiği kadar da sönük geçmedi...
       Öğretmenlerle ilgili dün çok parlak sözler de söylendi, duygu sömürüsü de yapıldı. Ama öğretmenlerimizin bugünkü gerçek sorunları pek fazla dile getirilmedi.
       Devleti yönetenler, öğretmenin her açıdan ızdırap çektiğini bile bile pembe tablolar çizdi. Sendikacılar eğitimi, öğretmeni unutup sloganlar peşinde koştu. Öğrenci ve veliler ise bazen gönülden, bazen de zoraki sevgili öğretmenlerini hatırladı...
       Madem ki ülkemiz ve çocuklarımız, hayattaki en değer verdiğimiz varlıklarımız, o halde onların geleceğini teslim ettiğimiz öğretmenlerimiz de en değer verdiğimiz kişiler olmalıdır. Onların sorunu, konumumuz ne olursa olsun, bizim de sorunumuz olmalıdır.
       Biz, eğitimi, öğretmeni yılda bir hatırlayanlardan olmadığımız için bazen sesimizi daha fazla yükseltebiliyor, bazen de cuvaldızın en büyüğünü kendimize batırabiliyoruz. Ne siyasetçiler gibi oy

Yazının Devamı

Öğretmenler Günü

24 Kasım 1998

       EĞİTİM - Sen, yani Eğitim Bilim ve Kültür Emekçileri Sendikası, 24 Kasım Öğretmenler Günü'nü protesto ediyor. Protestoyla da kalmayıp kutlayanları da eleştiriyor. Sanki onlar "kutlanmasın" deyince, tüm kamuoyu arkalarından gidecekmiş gibi... Eminim yanıldıklarını bugün bir kez daha görecekler...
       İnsanlar ve kurumlar, yüzde yüz haklıyken, ancak böylesi yanlışlarla haksız duruma düşebilirler. 24 Kasım'a karşı çıkmak, Eğitim - Sen'e ne kazandırır ki, böyle bir çatışma içerisine giriyorlar. Anlamak mümkün değil...
       İlla da bir eylem yapacaklarsa, illa da bir tepki koyacaklarsa, bu 24 Kasım Öğretmenler Günü için değil, yaz - boz tahtasına döndürülen eğitim sistemimiz, öğretmen yetiştirme yöntemimiz ve yoldan geçenin öğretmen yapıldığı çarpık anlayış olmalıydı.
      Eğitim - Sen, Öğretmenler Günü'nün 24 Kasım'da kutlanmasını, 12 Eylül'ün bir dayatması olarak görüyor. Onun için karşı çıkıyor. Oysa 24 Kasım, Atatürk'ün Millet Mektepleri Başöğretmenliği'ni kabul ettiği gün. Askerlere, özel bir gün olarak 24 Kasım'ı seçtikleri için kızmak yerine,

Yazının Devamı

Olacağı buydu!

21 Kasım 1998

       AKADEMİK çevrelerde günlerdir tartışılan YÖK Disiplin Yönetmeliği'yle ilgili kaygıların ne kadar haklı olduğu somut bir örnekle bir kez daha ortaya çıktı.
       En iyi kanun ve yönetmeliklerin bile art niyetli yöneticilerin elinde kabusa dönüştüğünü hemen herkes bilir. Hele bir de kanun ve yönetmelikler, elastiki olur ve baskı aracı olarak kullanılırsa gerisini siz düşünün.
      YÖK Disiplin Yönetmeliği'nin en fazla eleştirilen yönü buydu. YÖK, kendisini adli organların yerine koymakla kalmamış, rektörleri de hem savcı, hem de hakim yetkisiyle donatmıştı. İstediğine istediği suçu yakıştırıp, istediği cezaları verebiliyorlar. Özellikle de Anadolu üniversitelerinde, hasbel kader o makamlara oturmuş rektör ve dekanlar, tam anlamıyla ali kıran, baş kesen konumundalar. Onları denetlemesi gereken YÖK ise birkaç konu dışında tam anlamıyla kış uykusunda.
       Bugün size anlatacağımız olay, Disiplin Yönetmeliği'nin nasıl sindirme aracı olarak kullanılabileceğine ilişkin somut bir örnek. Bakalım YÖK Başkanı Gürüz bu konuda ne diyecek?...
   &n

Yazının Devamı

Doçentlik sınavı

20 Kasım 1998

       AKADEMİK unvanların ulufe gibi dağıtıldığını defalarca yazdık. Pek çok insana hiç hak etmedikleri halde doktor, doçent, profesör unvanı verilmesinin akademik saygınlığı azalttığını üzülerek izledik. Ama dün TBMM Milli Eğitim Komisyonu Başkanı, eski rektör Prof. Dr. Halil Cin'i dinleyince durumun çok daha vahim olduğu ortaya çıktı.
       Prof. Cin, akademik unvanların adeta yağmalandığını, eş, dost, ahbap ilişkileri çerçevesinde dağıtıldığını, öteden beri var olan ideolojik kayırmalara şimdi bir de tarikat bağlantılarının eklendiğini yüreği sızlayarak anlattı.
       Bütün bunlar olurken akademik saygınlığı koruması gereken kurumlar ne yapıyor? Örneğin YÖK, Üniversitelerarası Kurul, üniversite senatoları, Milli Eğitim Bakanlığı ve TBMM... Görebildiğimiz kadarıyla bu anlı şanlı kurumlar, akademik erozyonu sadece izlemekle yetiniyorlar.
       TBMM Milli Eğitim Komisyonu Başkanı Prof. Cin'i üzen de bu. Peki o halde konuyu neden Meclis'e getirmiyorsunuz, sorusunu ise yakında, çok geniş bir şekilde getirmeyi düşünüyorum şeklinde cevaplandırdı, ama kesin

Yazının Devamı