Abbas Güçlü

Abbas Güçlü

aguclu@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

       Öğretmenler günü dün bir kez daha kutlandı. Cumhuriyet'in 75. yılı kadar görkemli olmasa da, Eğitim - Sen'cilerin iddia ettiği kadar da sönük geçmedi...
Öğretmenlerle ilgili dün çok parlak sözler de söylendi, duygu sömürüsü de yapıldı. Ama öğretmenlerimizin bugünkü gerçek sorunları pek fazla dile getirilmedi.
Devleti yönetenler, öğretmenin her açıdan ızdırap çektiğini bile bile pembe tablolar çizdi. Sendikacılar eğitimi, öğretmeni unutup sloganlar peşinde koştu. Öğrenci ve veliler ise bazen gönülden, bazen de zoraki sevgili öğretmenlerini hatırladı...
Madem ki ülkemiz ve çocuklarımız, hayattaki en değer verdiğimiz varlıklarımız, o halde onların geleceğini teslim ettiğimiz öğretmenlerimiz de en değer verdiğimiz kişiler olmalıdır. Onların sorunu, konumumuz ne olursa olsun, bizim de sorunumuz olmalıdır.
Biz, eğitimi, öğretmeni yılda bir hatırlayanlardan olmadığımız için bazen sesimizi daha fazla yükseltebiliyor, bazen de cuvaldızın en büyüğünü kendimize batırabiliyoruz. Ne siyasetçiler gibi oy kaygımız var, ne de eğitimi bir atlama tahtası olarak gören taşeronlar gibi hesabımız. Tek istediğimiz, daha aydınlık bir Türkiye için daha çok ve daha nitelikli eğitim...
Her gün yüzlerce öğretmen sorunuyla muhatap oluyoruz. Hemen hepsi yürek parçalıyor. Kimini yazıyoruz, kimini de olanaklarımız çerçevesinde çözmeye çalışıyoruz. Bazen de sadece dinliyoruz. O bile sorunlar arasında çıldırma noktasına gelen çaresiz öğretmenlerimizi rahatlatmaya yetiyor.
Turaç Özgür, yılların Fransızca öğretmeni. Tek kabahati, gönülden sevdiği, saygı duyduğu mesleğini her koşul altında sürdürmek. Eğer o da işin kolayını seçip beni istemeyeni ben de istemem deyip öğretmenliğe veda etseydi, bugün çok daha huzurlu olabilirdi. Ama yapmadı. Yapmayacak. Çünkü, öğretmenliği çok seviyor. Ancak tahammül sınırının da sonuna gelmiş. İşte duygu dolu satırlarından bazıları:
"Ben branşı lagvedilen bir Fransızca öğretmeniyim. Önce Talim Terbiye Kurulu'nun kararıyla maaş karşılığı Türkçe dersi dayatıldı. Sonra Personel Genel Müdürlüğü'nün genelgesiyle o ilköğretim okulundan bu ilköğretim okuluna süründüm durdum. En son, bütün feryatlarıma ve gitmemek için yaptığım mücadeleme rağmen Yalova'nın ücra bir köyüne atandım. Eşim çalışmıyor ve tedavi görüyor. İki kızım bir oğlum elime bakıyor. Oğlum meslek lisesi elektrik mezunu askerliğini bitireli 6 ay oldu. Başvurmadığı kapı kalmadı. Büyük kızım özel bir TV kanalında ileride iyi bir yönetmen olmak hayaliyle ücretsiz çalışıyor. Küçük kızım ise bir ilaç fabrikasında şimdilik karın tokluğuna çalışıyor. Haydi toparlanın köye göçüyoruz dediğimde, evde isyan çıktı. Sen nereye gidiyorsan git, biz buradan bir yere ayrılmayız dediler. Her gün İzmit'ten Yalova Çiftlikköy'e bir feribot, iki dolmuşla gidip geliyorum. Günde 6 saatim yollarda geçiyor ve her gün 3 milyon lira yol masrafım oluyor. Bıktım, yoruldum. Sabrım tükendi..."
Evet, söyleyin, bu eziyete nasıl dayanılır? Böyle bir günde Turaç öğretmene nasıl "Öğretmenler gününüz kutlu olsun hocam" denir?..




Yazara E-Posta: a.guclu@milliyet.com.tr