20 yıla yakındır gazetecilik yapıyorum. Türkiye'nin gündemi hiç bu kadar yüklü olmadı. Gazetecilik tabiriyle eskiden birkaç yılda bir patlayan bombalar, şimdi neredeyse her hafta peş peşe geliyor. Anlayacağınız gündem yüklü mü yüklü. Ama gelin görün ki vatanaşın gündemi, Türkiye'nin gündemi gibi öylesine hızlı değişmiyor...
Ankara'nın gündemi ile medyanın gündemi genelde birbirine paralellik sağlıyor. Ama vatandaşın gündemi, yani sorunları, kolay kolay Ankara'nın ve medyanın gündem maddeleri arasına giremiyor. Ne Meclis'te kanun oluyor, ne de gazetelerde manşet.
Bugün ele alacağımız tek ders konusu da on binlerce vatandaşımız için diğer tüm sorunlardan çok daha hayati, ama ne ilgilenen var, ne de çözüm üreten...
Lise ve üniversitelerdeki binlerce tek ders mağdurunun oluşturduğu kervana şimdi açık öğretimliler ve lisans tamamlama programına katılan öğrenciler de katıldı.
Aklın, mantığın, bilimin olduğu bir ortamda 100 üzerinden bir puan için öğrencinin bir yılı yakılır mı? Yakılmaması gerekir.
YÖK'ün disiplin yönetmeliğinde yaptığı son değişiklikler, akademik çevrelerin son günlerde en çok konuştuğu konu oldu. Ne Çakıcı kasetleri, ne Korkmaz Yiğit'in Ankara'da yarattığı deprem, ne de Apo'nun yakalanışı hocaları bu kadar derinden etkilemedi...
Gün geçmiyor ki bu konuda bir toplantı düzenlenmesin. Ortalık toz duman. İşte manzara: YÖK'ün artık alışkanlık haline gelen "ben yaptım oldu" dayatması, öğretim elemanları dernek ve sendikalarının YÖK'ün her yaptığına kayıtsız şartsız karşı çıkışları, siyasilerin üniversiteleri daha da karıştıran yaklaşımları ve gelişmeleri her zaman olduğu gibi uzaktan izlemekle yetinen sessiz çoğunluk...
Tarafların görüşlerini ayrı ayrı dinlediğinizde kendi açılarından haklı gözüküyor gibiler. Ama muhalefet şerhi koyanların yaklaşımları da, demokrasi ve hukuk devleti çerçevesinde değerlendirildiğinde bir o kadar haklı izlenimi veriyor.
YÖK Başkanı Kemal Gürüz, kopartılan fırtınanın abartılı olduğuna inanıyor. "Bizim yaptığımız 1981'den bu yana uygulanan 55 maddelik disiplin yönetmeliğinin sadece
OKUL ve evlerde son günlerde giderek yoğunlaşan bir sohbet konusu var: Şiddet ve argo.
Öğretmen ve anne - babaların bu tedirginliğinin kaynağı ise öğrenciler. Kendilerini bir gün Rambo, bir gün İnek Şaban, bir gün de maymun adam olarak gören çocuk ve gençlere, artık ne anne - babalar, ne de öğretmenler söz geçirebiliyor...
Çocuklarımızı, ağzı bozuk birer cavanar haline, ne veliler, ne de öğretmenler getirdi. Tek sorumlu var o da: televizyonlar.
Çizgi filimlerde şiddetten geçilmiyor. Sinema filimleri ve parodiler ise şiddetin, erotizmin, her türlü düzeysizliğin ve Türkçeyi adeta katleden argo konuşmaların bir demeti haline geldi.
Şiddet konusunda öteden beri bir şikayet vardı. Geçen yıl Yüzyıl Işıl İlköğretim Okulu ile bu konuda bir hayli mücadele verdik. Yazılı ve görsel medya kuruluşları bir bir ziyaret edilerek bu konudaki duyarlılık dile getirildi. Etkili de oldu. En azından kan revan görüntüler ve şiddet içerikli filmler azaldı.
Çeşitli okullardan bir
GEÇTİĞİMİZ hafta Ankara'da mesleki ve teknik eğitim adına çok güzel günler yaşandı. Milli Eğitim Bakanlığı'nın düzenlediği fuarda, Türkiye'nin dört bir yanında mesleki eğitim yapan okullar, hem kendilerini tanıttılar hem de el emeği göz nuru beyin harikası ürünlerini sergilediler.
Biri Milli Eğitim Bakanı Hikmet Uluğbay ile olmak üzere fuarı iki kez gezdim. Bir de konferans verdim. Yaşadıklarım tek kelimeyle harikaydı.
Ezberci ve tüketici eğitimden, üretici eğitime belki tam anlamıyla geçemedik, ama bu konuda ciddi adımlar atıldığını ve epeyce bir yol alındığını gururla gördük.
Neredeyse attığı her adımda eleştiri konusu olan Milli Eğitim Bakanlığı, bu fuarla bir ölçüde övgüye değer işler de yapmış olduğunu kanıtladı.
Fuarda yüzlerce reyonda farklı bir mesleki eğitim kurumu kendisini tanıtıyordu. Örgün ve yaygın eğitim veren öğretim kurumları bazen bir arada, bazen de sektör olarak aynı reyonda buluşmuşlardı.
Robotların sergilendiği reyon en çok ilgi
MESUT Yılmaz hükümeti gitti, gidecek? Hemen herkesin konuştuğu yeni hükümeti kimin kuracağı. Mevcut liderlerin şansı gözükmüyor. Onların atayacağı güdümlü bir başbakanın da fazla bir şansı yok. Peki o halde başbakan kim olacak? Meclis içinden mi, Meclis dışından mı? Bu sorunun cevabı daha günlerce tartışılacak.
Türkiye'ye kriz politikasını Demirel miras bıraktı. Ve şu anda tam onun istediği bir ortam oluştu. Çankaya'da değil de, TBMM'de olsaydı şimdiye kadar kırk tane formül üretmişti. Hele hele kendisini dışlayan bir öneri ortaya atılsın, kıyameti koparırdı.
Şimdi Türkiye'nin gözü kulağı Çankaya'da, kimi hükümeti kurmakla görevlendirecek herkes onu merak ediyor. Eminim, onca yıllık tecrübesiyle en doğru kararı verecektir.
Bu arada başabakan adaylarının isimleri telaffuz edilmeye başladı. Bazı meslektaşlarımız, kırk yıllık Kani olur mu Yani dedirticesine yine bildik isimleri telaffuz etmeye başladılar. Belli ki hala kafaları çok eskilerde. Türkiye'deki değişimin farkında değiller. Sözünü ettikleri isimlerden hangi biri Türkiye'nin
TÜRKİYE'de şu anda yüzlerce televizyon kanalı var. Bu kanallarda binlerce yapımcı ve teknik personel çalışıyor. Hemen hepsi de TRT kökenli... Oysa ratinglere baktığınızda TRT ilk 5 kanal arasına bile giremiyor...
Kafaları karıştıran konu, diğer kanalları kanal yapan kişileri yetiştiren TRT nasıl oluyor da kendisini toparlayamıyor!..
Şimdi aynı soruyu İstanbul Üniversitesi Kardiyoloji Enstitüsü için sormamız gerekiyor. Kardiyoloji Enstitüsü, son yıllara kadar Türkiye'nin en gözde kalp merkezlerinden biriydi. Amerikan Hastenesi, Florence Nightingale, Bayındır, Alman ve İnternational Hospital ondan sonra düşünülüyordu. Zaten oralarda görev yapan uzmanların çoğu da Kardiyoloji Enstitüsü'nün hocalarıydı...
Oysa şimdi, dünün bir numaralı kalp merkezi çökme noktasına geldi. Enstitü, önceki rektör Cem'i Demiroğlu ile özdeşleştiği için ondan sonra gelen rektörler adeta intikam alırcasına Kardiyoloji Enstitüsü'nü gözden çıkarttılar. Merkez şimdi yoklar ve yoksunluklar içinde çırpınıyor. Kendilerini bilime ve insana adayan kadrolar da hızla
ÜNİVERSİTE sınavına girmek isteyenlere son uyarı! Başvurular 18 Kasım'da sona eriyor. Gerekli belgeleri oluşturup başvuru yapabilmeniz için çok sınırlı günler kaldı.
Gelen yoğun sorular nedeniyle, sınava kimlerin başvurabileceğini ve yeni sınav sisteminin temel noktalarını bir kez daha hatırlatmak istiyorum:
* Sınava lise son sınıfta öğrenim gören öğrencilerle, en az lise ve dengi okul mezunu olan herkes başvurabilir. Tek aşamalı yeni sınav sistemi için ne yaş sınırlaması var, ne de 3 ya da 5 kez girme sınırlaması... Yani yıllar önce liseden mezun olanlar da, üniversite öğrencileri de, ikinci bir fakülte bitirmek isteyenler de rahatlıkla başvurabilir.
* Başvuru formları, lise ve dengi okullardan alınıp tekrar aynı merkezlere teslim edilmesi gerekiyor. Daha sonra yapılacak başvurular ya da önceki yıllarda alınan ÖSS puanları kesinlikle kabul edilmiyor.
* 2 Mayıs'ta yapılacak ÖSS'de, önceki yıllardaki soruların benzerleri gelecek. Bilgiye dayalı sorulardan çok, muhakemeye dayalı sorular ağırlık
MARMARA İletişim Fakültesi'ndeki öğrencilerimle dün de yine güncel konuları tartıştık. Hatırlayacağınız gibi geçen hafta Levent Kırca ve RTÜK tartışmasını ele almış ve görüşlerini dile getirmiştik. Bu hafta da pek çok konunun yanı sıra YÖK'ü, tek basamaklı üniversiye giriş sistemini ve paralı eğitimi tartıştık.
Konular bir hafta önce verildiği için derse hazırlıklı geliyorlar. İlk haftalara kıyasla daha iyi durumdalar. En azından kantin sohbetlerinin ötesine geçip, farklı yorumlar getirebiliyorlar. Her ne kadar kendileri pek inanmasa da, eminim okul bitinceye kadar da dört dörtlük gazeteci adayı olacaklar.
Tek basamaklı üniversiteye giriş sistemini genelde olumlu buluyorlar. Ama zamanlamasının yanlış olduğunu, iyi anlatılamadığını ve lise 1'den itibaren başlatılması gerektiğinin altını çizdiler.
YÖK konusunda ise diğer tüm öğrenciler gibi önyargılılar. Başlarını ağırtan hangi konu varsa hepsinin sorumlusu olarak YÖK'ü görüyorlar. Örneğin yemek fiyatlarını bile YÖK'ün üzerine yıkıyorlar ki, bu çok büyük haksızlık. YÖK'ü, üniversite