EĞİTİMDE en etkili yöntem, sizce hangisi? Ödül mü yoksa ceza mı?..
Eğitim dediysek illa da okuldaki eğitim değil. Evdeki eğitim de çok önemli...
Örneğin öğretmenseniz sınıf içi otoriteyi nasıl sağlıyorsunuz? Ya da anne - babaysanız, evdeki düzeni neyin üzerine kurdunuz? Sevginin mi, korkunun mu?..
Türk eğitim sisteminde, sınıf içi otoriteyi sağlamada geleneksel yöntem hiç tartışmasız dayak ya da not silahı. Eskiden falaka vardı, şimdi dayak.
Şiddete dayalı cezalandırma yöntemi, son yıllarda medyada tartışılır hale gelince, öğretmenler artık dayak atmaktan korkar hale geldi. Çocuklarını "eti senin, kemiği benim" mantığıyla öğretmene teslim eden velilerin sayısı da yok denecek kadar azaldı...
Ama çocukların haylazlığı bitmiyor. Aksine televizyondan kaptıklarıyla, iyice ele avuca sığmaz oldular. İşte bu aşamada, cezayla ödüllendirme arasında ikileme düşen öğretmen ve anne - babalara büyük görevler düşüyor.
Çağdaş eğitim
MİLLİ Eğitim Bakanlığı bütçesi artık katrilyonlarla ifade ediliyor. 1999 bütçesi 2 katrilyon 130 trilyon lira. Yani genel bütçenin onda biri eğitime ayrılmış durumda. Diğer bakanlıklarla kıyaslandığında rakam müthiş. Peki yeterli mi? Kesinlikle hayır.
Bütçenin yüzde 80'i yine maaşlara gidecek. Kalan yüzde 20'nin yarısı cari harcamalara, yarısı da yatırımlara ayrılacak. Anlayacağınız neresinden bakarsanız bakın devlet olanaklarıyla eğitime çağ atlatmak mümkün olmayacak.
2000 yılında 11 yıllık temel eğitimi hedefleyen Milli Eğitim Bakanı Hikmet Uluğbay, bütçe görüşmeleri sırasında "Daha çok para" dileğini bir kez daha dile getirdi. Daha çok ve daha iyi eğitim için TBMM'den daha cömert davranmasını istedi. Aynı çağrıyı hayırseverler için de yaptı.
Halk desteğinin 2 trilyon 235 milyar lirayı bulduğunu açıklayan bakan, bu bağışları repoda değerlendirerek 1 trilyon 762 milyar lira daha kazanç elde ettiklerini söyledi.
Uzun süre tartışılan repo konusu da böylece açığa kavuşmuş oldu.
&
YÖK'ün 17. yılı kavgalı gürültülü kutlanadursun, yaptıkları daha uzun süre tartışılacak...
Kuruluşundan bu yana yaptığı her doğruya karşın en az üç yanlış yapan YÖK, akademik erozyonu hızlandırdığı yetmiyormuş gibi şimdi de boğazına kadar siyaset ve çeşitli entrikaların içine bulaştı.
En son marifeti, oldu bittiye getirerek yüz binlerce mağdur yaratan tek basamaklı üniversiteye giriş sınavıydı. Sistem iyi düşünülmüştü. Ancak dayatmacı anlayış yüzünden, en büyük destekçisi olması gereken öğrencileri bile karşısına aldı.
YÖK'ün yaptıklarını eleştirmeyen bir tek radikal İslamcılar kalmıştı. Zikzak çizen türban uygulamaları nedeniyle onlar da bu kervana katıldı. Üstelik kendilerini doğuran, besleyen YÖK'ü yercesine.
YÖK miadını, yani kullanım ömrünü çoktan doldurdu. Son dört seçimdir neredeyse tüm siyasi partilerin seçim vaatleri arasında YÖK'ü kaldırmak vardı. Ama nedense seçimler bitip iktidar dönemi başlayınca YÖK konusunda verilen sözler unutulup gidiyor.
LEVENT Kırca gibi türbanlıların üniversite özerkliği aşkı da yeni yeni depreşmeye başladı. Bugüne kadar YÖK'e karşı en ufak bir bir tavrı olmayan İslami kesim, bugün YÖK'ü protesto edecekmiş. Sağcısı, solcusu, entellektüeli ve numaralı cumhuriyetçiler de onlara koltuk değneği olacakmış...
Levent Kırca gibi onlara da sormazlar mı? Bugüne kadar nerdeydiniz? YÖK kurulalı 17 yıl oldu. Yüzlerce öğretim üyesini kapı önüne kayorken, binlerce öğrenciyi sudan gerekçelerle okuldan atarken, üniversitelerin, akademisyenlerin, ilimin, bilimin itibarını ayaklar altına alırken, bugün YÖK'ü protesto edenler neredeydi?..
Eğer türbanlılar ve destekçileri, YÖK adına bir şey yapacaklarsa, bu protesto değil, liyakat nişanı olmalıydı. YÖK değil mi ki onları böylesine güçlendiren, onlara ulufe gibi diploma ve akademik kariyer dağıtan...
YÖK değil midir ki üniversitelerin yarıdan fazlasını tarikat kalesi haline getiren ve yine YÖK değil midir ki türban sorununu Türkiye'nin başına bela eden...
Din istismarcıları bugüne
MİLLİ Eğitim Bakanlığı son üç ayda üç kez öğretmen alımı yaptı. Ama hiçbirisinde de hedefe ulaşamadı. Son öğretmen alımı için başvurular bu ay içerisinde gerçekleşti. Sonuç: Yine fiyasko. 18 bin 410 kadroya karşın, 4 bin 688 başvuru yapıldı. Bunlardan en ez dörte biri, tıpkı daha önceleri olduğu gibi tayin yerini beğenmediğinden göreve başlamayacağı için 18 bin 410 kadronun 15 bini yine boş kalacak. Yani binlerce okulda dersler yine boş geçmeye devam edecek...
20 yıl önce öğretmen açığı vardı. Yine var. Bu kafayla gidildiğinde 20 yıl sonra da öğretmensiz okulları, boş geçen dersleri tartışıyor olursak hiç şaşırmayalım.
Yabancı dil, özellikle de İngilizce günümüzün olmazsa, olmaz kurallarından biri. Peki bu konuda yeterli öğretmen yetiştiriliyor mu? Kesinlikle hayır. Bırakın gerçek İngilizce öğretmenini, yabancı dille eğitim yapan üniversite mezunlarına bile İngilizce öğretmenliği yolu açıldığı halde 5 bin 945 kadroya sadece ve sadece 672 başvuru oldu.
Bu durum karşısında Milli Eğitim Bakanlığı muhtemelen önümüzdeki ay yeni öğretmen
RADYO Televizyon Üst Kurulu RTÜK ile Levent Kırca arasında günlerdir süren tartışma kişisellikten çıkıp Türkiye'nin sorunu oldu. Çeteler, Susurluk, enflasyon, Apo, hepsi unutulup gitti. Evde, kahvede, işyerinde her yerde Levet Kırca ile RTÜK arasındaki sonucu nereye varacağı belli olmayan inatlaşma konuşuluyor. Her iki taraf da kendisinin yüzde yüz haklı olduğunu savunuyor ve kamuoyunun arkalarında olduğunu söylüyor. İşin garibi, başta yasayı çıkartanlar olmak üzere, anlı şanlı büyüklerimizin çoğu iki tarafa da mavi boncuk dağıtıyor...
RTÜK yaptıklarını yanlış da bulsa hukuk devleti olmanın gereğini yerine getirip, "Değişinceye kadar biz bu yasayı uygulamak zorundayız" diye dursun, Levent Kırca açlık grevine çoktan başladı. Oldukça da ciddi görünüyor. Gündem böyle olnuca, M.Ü. İletiş Fakültesi'deki dersimizde de güncel konuları işlerken laf dönüp, dolaşıp bu tartışmaya geldi. 3. sınıf öğrencileri arasında her görüşten gençler var. Üstelik geleceğin gazetecileri pek çok konuda büyüklerinden çok daha duyarlılar.
Sözü fazla uzatmayıp bu konuda neler düşündüklerini
HUKUK devleti olabilmenin bir koşulu da, keyfiyetin ortadan kalkmasıdır. Ben yaptım oldu mantığı ile ülke yönetmeye kalkmak, devlete olan güveni sarsmaktan öte hiçbir işe yaramıyor.
Anayasa'yı korumak için nasıl ki Anayasa Mahkemesi varsa, devletin itibarını korumak için de kesinlikle böyle bir organa gereksinim var. Bu artık hukukçulardan mı oluşur, yoksa sivil toplum örgütlerini de içine alacak şekilde karma bir heyetten mi oluşur, onu kurucular düşünsün. Ama kesin olan bir şey var ki, devletin itibarını sarsan her kim olursa, yaptığı yanına kar kalmamalı...
Yeni bir kurul derken, elbette RTÜK gibi yeni bir sansür kurulunu kasdetmiyoruz. Amaç kamuoyu adına devletin saygınlığının zedelenmesini önleyici tedbirlerin alınması ve göz göre göre devleti yıpratanların bir bir ifşa edilmesi olmalıdır.
Devletin saygınlığını zedeleyenlerin başında hiç kuşkusuz siyasetçiler ilk sırada yer alıyor. Ama bizim Milli Eğitim Bakanlığı da onlardan hiç geri kalmıyor. Gün geçmiyor ki aldığı bir karar, bir diğeriyle çelişmesin.
ÖĞRETMENLERİ bazen hiç anlamıyorum. Bir tek ders yüzünden bir gencin öğrenim hayatı sona erdirilebilinir mi? Ama erdiriyorlar. Bu nasıl vicdan, bu nasıl eğitimcilik anlamak mümkün değil.
Çağdaş eğitimin temel felsefesi öğrenciyi harcamak değil kazanmaktır. Çalışmayan, öğretmenlerine saygısızlık eden ve bunları alışkanlık haline getiren öğrenciler için bile yapılabilecek bir şeyler varken, diğer tüm derslerinde başarılı öğrencileri bir tek ders yüzünden sokağa atmak kolay kabul edilecek bir durum değil.
Nitekim kabul edilmiyor da. Öğrenciler de, anne babalar da büyük bir isyan halindeler. Bu isyanları, duyarsız öğretmenlere, öğretim üyelerine değil. Onların bu duyarsızlıklarına dur demeyenlere...
Edebiyat ve diğer zorunlu dersler yüzünden binlerce öğrenci liselerde tek ders mağduru oldu. Üniversitelerde de durum farklı değil. Yüzlercesi ya okuldan atıldı ya da bir tek ders yüzünden başka ders alamadı. Açıköğretimde de durum aynı. Orada da 49'la, yani 100 üzerinden 1 puanla sınıfta kalan binlerce öğrenci var.
&