Global eğilimler gösteriyor ki:
Fakir ve zenginler arasındaki ayrışma gittikçe artıyor. İnsanlar kendi ülkelerinde bile, sosyal gruplara ayrılarak yaşamak zorunda kalıyorlar.
Yakın gelecekte, ülkeler de dışarıya sadece ticaret ve turizm için açık; ama, göçmen kabul etmeyen gruplar oluşturacaklar.
Makineleşme ve bilgisayarlaşma nedeniyle, insanlar gittikçe daha zor iş bulabilecekler. Sonuçta, insanların yaşam kaliteleri gittikçe düşecek.
Ekonomik, politik ve sosyal küreselleşme endeksi gittikçe artıyor. Ekonomik bakımdan, dünyanın en küresel ülkelerinin başında Singapur, Lüksemburg, İrlanda ve Malta geliyor. Politik küreselleşmede lider ülke İtalya. Onu Fransa, Belçika, İspanya, Avusturya, İngiltere takip ediyor. Dünyanın toplam küreselleşme bakımından en gelişmiş ülkesi ise Belçika. Onu İrlanda, Hollanda, Avusturya, Singapur, Danimarka, İsveç, Portekiz, Macaristan ve İsviçre takip ediyor.
Küreselleşmeye paralel olarak kırk ülkedeki orta sınıfın gittikçe büyümesi bekleniyor. Bu ülkeler arasında Türkiye de var. En çok orta sınıf büyümesi Kuzey Amerika ve Asya Pasifik ülkelerinde yaşanacak.
Nüfus yapısı değişiyor
Geçtiğimiz elli yılda dünya nüfusu ikiye katlandı; 2040 yılında 9 milyara ulaşması bekleniyor. 1980 yılından beri gerçekleşen küçülme rakamlarına bakılırsa, önümüzdeki 40 yıl içinde Çin ve Rusya’da nüfus büyümesi değil, nüfus küçülmesi yaşanacak. Öte yandan, Hindistan nüfusunun artmaya devam edeceği ve 2040 yılında 1.7 milyara ulaşacağı hesap ediliyor. ABD’de yaşlı nüfusun tüm nüfusa oranı 2000 yılında yaklaşık % 35 iken, 2040 yılında % 39’a yükselecek. Japonya, bu konuda başı çekiyor; bu
Ekonomik araştırma yapmayı öğrendik; ama, eğilimleri belirlemeyi ve bunlar üzerinde karar vermeyi yeterince geliştiremedik. Uluslararası yatırımcılar, büyük şirketler ve devletler, yatırım kararlarını alırken ve jeopolitik siyasetlerini belirlerken, küresel ve bölgesel eğilimlere bakarlar; değişen dünya şartlarına en iyi hangi biçimde uyabileceklerini tasarlarlar. Eğilim belirleme, bugünlerde bir bilim dalı haline gelmiş bulunuyor. Bu işle uğraşanlar, her konudaki eğilimleri durmadan yenileyerek; ihtiyaç sahiplerine sunuyorlar.
Eğilimler incelenirken varsayımların da önemi var; ancak, istatistikler ve beklentiler, eğilimlerin belirlenmesinde önemli rol oynuyor. Birbirlerine bağlı önemli gelişmeler, eğilim senaryolarını oluşturuyor.
50 yılda bizi neler bekliyor?
Eğilim belirleme uzmanları, önümüzdeki elli yıldaki önemli değişiklikleri, şöyle sıralıyor:
- Bazı gelişmekte olan ülkelerin, gelişmiş ülkeleri yakalama olasılığı var. ABD’de olmasa bile, Avrupa ülkelerinde kesin bir duraklama dönemi bekleniyor. En büyük gelişmenin, Afrika’da olacağı hesaplanıyor.
- Ekonomik büyümeleri, internet ve küresel bilgisayar bağlantıları belirleyecek. Dijital bağlantılar
Ekonomimiz de siyasetimiz de gittikçe daha çok dışa bağımlı hale geldi. Ekonomik özgürlüğümüzü, kendi kararlarımızla sürdüremeyecek aşamadayız. Birçok ülke bizden farklı değil ama en kötülerinden biri biz olduk. Durum, ekonominin de siyasetin de dizginlerinin elimizde olmadığını gösteriyor.
- Kendimize yeterli miktarda tarım ürünü üretemiyoruz; yeterli miktarda hayvan besleyemiyoruz. Gıda konusunda, “kendine yeter” bir ülke olmaktan çıktık.
- Binlerce ağaç kesip karşılığında on binlerce ağaç dikiyoruz; ama bir ağacın yetişme ömrünü hesap edemiyoruz. Bütün şehirlerimiz, beton yığına döndü; şehircilik konusunda gerinin de gerisine sürüklendik. Doğayı koruyamıyoruz.
- Nüfus politikamızı tamamen kaybettik. Şu veya bu nedenle milyonlarca göçmen aldık. Sokaklar dilencilerle, “bonzai” içenlerle doldu. Her gelişmiş ülkede “Göçmen Bakanlığı” en önemli bakanlık iken, bizde böyle bir bakanlık yok.
- Bütün dünya krizde iken, elimize bir fırsat geçti; onu da inşaat yapmaya harcadık, sanayimizi iyice körelttik.
Borç faizleri artıyor
TÜSİAD Başkanı Haluk Dinçer, uzun süredir bir türlü başarılamayan, iktidar partisi ile işadamları arasındaki kutuplaşmayı bertaraf edecek yolu açtı. Aradaki diyalog eksikliği, TÜSİAD’ın Cumhurbaşkanı’nı ziyareti ve ardından Cumhurbaşkanı’nın TÜSİAD’da konuşmacı olması sonrasında, önemli ölçüde giderilmiş oldu. Bundan sonra, her iki tarafın da söylemlerine dikkat etmesi gerekiyor.
Yanlış anlaşılmaların giderilmesi ve görüşlerin karşılıklı olarak aktarılması; bundan sonra, daha sık bir araya gelinmesi sayesinde olacak. Kalıcı uzlaşma, TÜSİAD’ın iktidar partisinin söylemlerini art niyetsiz olarak değerlendirmesine; iktidar partisinin de kapitalizmin uluslararası kurallarına uygun söylem ve davranışlarda bulunmasına bağlı.
Sisteme zarar verir
Mali kuruluşlar hakkında doğru veya yanlış görüş bildirilmesi; bir mali kuruluşun itibarını kırabilecek veya şöhretine ya da servetine zarar verebilecek haber yapılması; Bankacılık Kanunu’muza göre yasak. Kanuna göre, bir banka veya mali kuruluş, Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu’na (TMSF) devredilmedikçe; ya da o kuruluşa TMSF tarafından el konulmadıkça; işlevini yerine getiriyor demektir ve bu konuda görüş bildirilmesi yasaktır.
Bir
Ortadoğu, savaş zamanlarında bile, şimdiki kadar karışmamıştı. Kimin ne yaptığı, niçin yaptığı, kimin için yaptığı belli değil. Bize ve Batı ülkelerine ilişki kurulabilecek devletler lazım iken, bölgede terör örgütleri ve başıboş çeteler kol geziyor. Batılılar bu terör örgütlerine “İslami Cihat Örgütleri” adını takmışlar; bu kargaşada, tüm İslam âlemini zan altında bırakıyorlar.
Bu kaos ortamı tam bir bilgi kirliliğine yol açıyor. Böyle olunca da kaçınılmaz olarak bütün gelişmiş ülkeler, bu bölgeye yönelik casusluk faaliyetlerinde bulunuyorlar. Bu faaliyetlerin merkez üssü de Türkiye olarak seçilmiş durumda. Bakalım bu kargaşa kaç cana mal olacak?
Franz van Papen
1939’un ilk aylarında, zaman zaman Hitler’in aleyhinde konuşmaktan da çekinmeyen, Franz van Papen, Alman Büyükelçisi olarak Ankara’ya geldi. Papen’in, önceleri Hitler’i desteklemiş, sonraları karşı çıkmış olan Alman İstihbarat Teşkilatı (Abwehr) Başkanı Canaris ile de çok yakın ilişkisi vardı. (1944 Şubat’ında Hitler, Canaris’in “doğu cephesinin çöktüğü” yolundaki gerçek haberi üzerine, onu müttefiklerin ajanı olarak suçladı ve işkenceyle öldürttü. Bu işlem gerçekleştirildiğinde, Amerikan ordusu Berlin’in
CIA 2. Başkanı Michael J. Barrett, “Casusluk, dünyanın en eski ikinci mesleğidir ve en az birincisi kadar şereflidir” demişti. Yabancı istihbarat teşkilatlarının hemen hemen hepsinin, politikacılarımızı dinlediği ortaya çıkınca; bize, yukarıdaki sözlerle cevap verildi. Zaten, dinlemelere karşı tedbir alabilecek bir gücümüz yoktu. İstihbarat o denli önemli ki; Hitler’in en büyük övüncü, Bolşeviklerden sonra en güçlü istihbarat teşkilatının İngiliz ve Amerikalılarda değil, kendilerinde olduğunu söylemekti.
İstanbul casusların mekanı
Birinci ve İkinci Dünya Savaşları sırasında, önce İstanbul ve sonra da Ankara, casusların kol gezdiği merkezlerdi. Tüm Orta Doğu, İran ve Hindistan’a kadar olan bölgedeki casusluk faaliyet ve organizasyonları, İstanbul ve Ankara’dan yönetiliyordu.
Her iki Dünya Savaşı sırasında da, savaşa taraf olan devletlerin elçileri, Osmanlı Devleti ve Türkiye Cumhuriyeti’ni kendi taraflarında savaşa sokmak için çaba sarf ettiler. Yabancı elçi ve ajanlara, ülkemizde, yine yabancı ajanlar tarafından suikastlar düzenlendi. Daha sonra açıklanan belgeler ülkemiz ile ilgili oynanan oyunları gözler önüne serdi.
Ülkemizin önemi hala büyük ve hala kaçınılmaz
Önceki yazımda, konut balonunun nasıl oluştuğunu, hükümetlerin inşaat sektörünü teşvik ederek kendi zenginlerini nasıl yarattığını ve balonun gittikçe nasıl şişirildiğini anlatmaya çalışmıştım.
Konut balonunun dar boğazı, “yapılan gayrimenkullerin satılma zorluğu” nedeniyle oluştu. Bu zorluğun aşılabilmesi için, gayrimenkul kredileri özendirildi; yabancıların ülkemizde gayrimenkul almaları teşvik edildi ve reklam kampanyalarına başlandı. Ancak, dünya ekonomik konjonktürü değişmeye ve bozulan ülke ekonomileri düzelmeye başlamıştı. Bu gelişme, hem ihracatımızı hem de inşaat sektörünü olumsuz etkiledi. Bu etkileşime, cari açığımızda büyük dengesizlik de eklenince, paramızın devalüasyonu kaçınılmaz oldu.
Büyümemizi istemiyorlar...
Türk ve yabancı ekonomistlerin önemli bir kısmı, devalüasyonu kâfi görmüyor; enflasyonun düşük tutulması için, faizlerin yükseltilmesini, tasarruflarımızın artırılmasını ve bu amaçlarla da büyümemizin sınırlandırılmasını istiyorlardı. Gerek Merkez Bankamız, gerekse ekonomiden sorumlu bakanımız da bu görüşü destekleyince, faizler artırıldı; banka kredilerinin kısıtlanması yoluna gidildi. Geri ödenemeyen kredilerde artış görülmesiyle de BDDK banka