CIA 2. Başkanı Michael J. Barrett, “Casusluk, dünyanın en eski ikinci mesleğidir ve en az birincisi kadar şereflidir” demişti. Yabancı istihbarat teşkilatlarının hemen hemen hepsinin, politikacılarımızı dinlediği ortaya çıkınca; bize, yukarıdaki sözlerle cevap verildi. Zaten, dinlemelere karşı tedbir alabilecek bir gücümüz yoktu. İstihbarat o denli önemli ki; Hitler’in en büyük övüncü, Bolşeviklerden sonra en güçlü istihbarat teşkilatının İngiliz ve Amerikalılarda değil, kendilerinde olduğunu söylemekti.
İstanbul casusların mekanı
Birinci ve İkinci Dünya Savaşları sırasında, önce İstanbul ve sonra da Ankara, casusların kol gezdiği merkezlerdi. Tüm Orta Doğu, İran ve Hindistan’a kadar olan bölgedeki casusluk faaliyet ve organizasyonları, İstanbul ve Ankara’dan yönetiliyordu.
Her iki Dünya Savaşı sırasında da, savaşa taraf olan devletlerin elçileri, Osmanlı Devleti ve Türkiye Cumhuriyeti’ni kendi taraflarında savaşa sokmak için çaba sarf ettiler. Yabancı elçi ve ajanlara, ülkemizde, yine yabancı ajanlar tarafından suikastlar düzenlendi. Daha sonra açıklanan belgeler ülkemiz ile ilgili oynanan oyunları gözler önüne serdi.
Ülkemizin önemi hala büyük ve hala kaçınılmaz olarak, ülkemizde casusluk faaliyetleri sürüyor. Doğal olarak, bizim istihbarat teşkilatımız da birtakım faaliyetlerde bulunuyor. Gerek yabancı, gerekse yerel olsun; bu faaliyetlerin ne önüne geçilmesi, ne de kolayca hesap sorulabilmesi mümkün. Hesap sorulduğu zaman da, gerçek failler değil, maşalar yakalanabiliyor.
İstihbarat vermeden alınmaz
Bir çok uygulamada, ülke yöneticileri ulusal istihbarat teşkilatlarıyla yetinmeyip kendi özel gizli servislerini kuruyorlar. ‘Gestapo’, Hitler’in mevcuda ilave olarak kurduğu özel istihbarat servisi idi. Tarihte istihbarat teşkilatlarının liderleri yanılttığı ya da karşı taraf için çalıştığı birçok olay yaşanmış. Casuslar, bilgi sızdırırken yakalandıklarında, neden ‘çift taraflı ajan’ olduklarını, ‘istihbarat verilmeden istihbarat alınmaz’ prensibini uygulamak zorunda kaldıklarını söyleyerek, açıklıyorlar.
Hitler’den hoşlanmadı
Christer Jörgensen’in ‘Spying for the Führer’ isimli kitabına göre, Atatürk, hiçbir zaman Hitler’den hoşlanmadı ve anti-semitist uygulamaları kabul etmedi. Ancak, İnönü’nün Almanlara yakın durması, Türkiye’yi Alman casusluk faaliyetlerinin merkezi haline getirdi.
İkinci Dünya Savaşı sırasında, İstanbul’daki Alman İstihbarat Servisi (Abwehr) Merkezi’nin şefi Rohde, Mısır ve Bakü’deki petrol kuyularının ele geçirilmesi konusunda, Türklerden yardım geleceğini umuyordu. 1941 yılında, İngiliz Büyükelçiliği’nde çalışan ve ‘Leverkühn’ kod adıyla anılan bir Türk, Büyükelçilik’in bütün gizli dosyalarını, karşılık istemeden Almanlara vermişti.
Hala her hükümet, kendi ülkesindeki yabancı elçiliklere ulaşan bilgileri ele geçirmeye çalışıyor.
Her elçilik de, gerek kendi elemanlarını kullanarak; gerekse, içerideki kişilerle işbirliği yaparak, kendi ülkelerine mümkün olduğunca çok bilgi aktarmaya çalışıyorlar. Bütün bu bilgiler, dışişleri bakanlıklarındaki ülke ve bölge masalarında değerlendiriliyor.