2008 verilerine göre bütçe giderlerinin yüzde 74’ünü vergi gelirleri karşılıyor. Bu rakama alınan borçların faiz ödemeleri dahil. Yani, devlet harcamasının her yıl yaklaşık 1/4’ü vergilerle karşılanamıyor. İşte bu açığı kapatabilmek için Hazine ya içerden ve dışardan borçlanıyor ya da özelleştirme yaparak elindeki varlıkları satıyor.
Ülkemizdeki ekonomik faaliyetlerin büyük bir bölümü “kayıt dışı”, yani vergisi verilmeyen faaliyetlerden oluşuyor. Üstelik “kayıt dışı” ekonomi her yıl daha da büyüyor. Böyle olunca da “gelir dağılımı adaletsizliği” gittikçe büyüyor ve “vergi yükünün adaletli dağıtımı” ilkesi uygulanamaz hale geliyor. Vergisini muntazaman ödeyenler vergi ödemeyenlere karşı rekabet edebilme olanağını kaybediyor.
Yüzde 2’si denetleniyor
Ülkemizde ödenen vergilerin sadece yüzde 2’si denetlenebiliyor. Derinliğine yapılabilen incelemelerin oranı ise sadece yüzde 1. Bu nedenle birçok vergi grubu, kolaylıkla, ortalama olarak bile asgari ücretin altında kazandıklarını söylüyorlar. Yani yanlarında birçok kişi çalıştıran ve bol harcama yapan bazı kişiler vergiden kaçınmak için gelirlerini düşük beyan ediyor. Örneğin, altın imalatı ve ticareti ile uğraşan 17.511 kuyumcu
Keith Ferrazzi, “Asla Yalnız Yeme (Never Eat Alone)” kitabından sonra, “Arkanızda Kim Var (Who’s Got Your Back)” kitabını yazdı. Piyasaya bu yıl çıkan yeni kitabın da Amerika’da en çok satan (bestseller) kitaplar arasına gireceği kesin. Kitapta, ilginç örnekler de var. Örneğin, Mehmet Öz’ün eşi Lisa’nın, kocasını meşhur etmek için neler yaptığı anlatılıyor. Kitap aslında, hayatınızı değiştirecek ve size sürekli arka çıkacak 3 güçlü adamla, nasıl tanışıp, ilişkinizi sürdürebileceğinizi irdeliyor.
Kitaptaki öneriler, çok özetle şöyle:
- İlk olarak, kim olduğunuzu ve hedefinizi belirleyin.
- Hareketli (canlı), nüktedan ve sağlıklı bir kişilik geliştirin.
- “Birincil Çevre”nizde bulunacak kişileri veya en azından, bunlarda bulunması gereken özellikleri belirleyin.
- Bulunduğunuz veya gitmek istediğiniz çevrenin “vazgeçilmez değerler”ini belirleyin. Bu belirlemelerinizi zaman zaman gözden geçirin.
- Verici, saldırgan olmayan, samimi ve güvenilir bir kişilik sergileyin.
Önceki hafta özel bir davette, ismini açıklamak istemediğim bir “Bakanımız” da vardı. Konuşmamız sırasında, dizimdeki menüsküsün tedavisi için, ertesi sabah erkenden Almanya’ya gideceğimi söyledim. Sayın Bakan, “Yaman Bey, bir menüsküs için oralara gitmenize gerek yok; benim de başıma geldi, Kabine’deki Bakan arkadaşların birkaçına da uyguladık; kesin sonuç alınan bir tedavi yöntemimiz var” dedi. “Nedir?” dedim. “Bolca kına alın, 5-6 dakika zeytinyağının içinde bekletin, bu karışıma arpa unu ilave edin, menüsküs olan dizinize sarın, bu tedaviyi birkaç gece uygulayın, bir şeyiniz kalmaz” dedi. Bir kahkaha patlatmışım. Oysa, yemekte bir ülkenin Cumhurbaşkanı da vardı. Sayın Bakan’a, “Tam Ak Parti’ye uygun bir çözüm” dedim.
Şu anda, aslında ülkemizde, “bilim” ile “kadercilik” çatışıyor. Sağlık Bakanı “Aşı, bilimsel bir gerçektir. Aşıya karşı çıkanlar hakkında suç duyurusunda bulunacağım” demişti. Aşıya, bizzat Başbakan karşı çıktı. Bakan, herkesin önünde haşlanınca, olay için “bir yol kazası” dedi. “Suç duyurusunda bulunma” tehdidi de ortadan kalkınca, şimdi artık bilen de bilmeyen de domuz gribi aşısı hakkında konuşuyor.
Artık Ak Parti, “ortanın ortasında” bir parti. Hepimiz, Ak
Önceki yazımda hükümetin ekonomiyi etkileyen görüşlerinden bahsetmiştim. Bugün, devam ediyorum:
- Ermenistan sınır kapısını açalım.
Kapının açılması ekonomimizin canlanmasına ve özellikle Ermenistan’a komşu illerimizin gelişmesine yol açar. Bu bölgede, geniş bir sınır ticaretine de izin verilebilir. Hem ABD hem de Rusya, Ermenistan üzerinde söz sahibi olmak ve bu ülke aracılığıyla Kafkaslar’ı kontrol etmek istiyorlar. Sınır kapısının açılması, Rusya’nın yayılma politikasına bir tampon bölge oluşturması ve enerji yollarının kontrolü nedeniyle, ABD tarafından destekleniyor. Kapının açılması sayesinde, sadece Ermenistan’a değil, ona komşu ülkelere de daha kolay mal satarız. Karadeniz otoyolu vasıtasıyla da, Kafkasya transit geçişe açılır. Ancak, tabii ki, Azerbaycan’dan da vazgeçemeyiz. Ermenistan’ın bunu görmesi gerek. Hükümetin bu politikası çok yerinde ve ayakları yere basıyor.
- Suriye, Pakistan, İran ile vizeyi kaldıralım.
Sayın Başbakan’ın bu konudaki ısrarı son derece yanlış. Vize sayesinde, insan, uyuşturucu, mal kaçakçılıkları ve kara para operasyonları, daha ciddi kontrol edilebiliyor. Vizenin tamamen kalkması yerine, vize sırasında ücret alınmaması, bu ülkelere
Rusya ile Ruble karşılığı ticaret yapalım.
- Başbakan’ı bu konuda yanlış yönlendirdiklerine inanıyorum. Başka bir ülke Merkez Bankası’nın kontrolsüz olarak basacağı ve değeri uluslararası piyasalarda belirlenmeyen para ile hiçbir mal satılamaz. Hükümet veya hükümetler garantisi olmadan, bir bankanın bu işlemlere aracılık etmesi, siyasi baskı olmadıkça mümkün değildir. Bankaların aracılık etmeyeceği, uluslararası alım satım işlemi de olanaksızdır. Ancak, buna rağmen bir ihracatçımız karşı ülke riskini, paranın ödememesi riskini, paranın transfer riskini, paranın TL veya konvertibl paraya çevrilme riskini, kara para aklama olasılığı riskini ve paranın değer kaybı riskini alırsa, Ruble veya İran Riyali ile işlem yapabilir. Doğal olarak, hükümetler anlaşırlarsa, mal karşılığı, ülkeler arası bir “takas(clearing)” operasyonu gerçekleşebilir. Bu çeşit işlemler eskiden Sovyet Bloğu devletlerle yapılırdı. Artık, uluslararası ticaret anlaşmaları ve Gümrük Birliği, bu cins rekabeti yok eden anlaşmaları kabul etmiyor. Yapılacak tek şey, yabancı ülke ithalatçılarının, ihracatçımız kabul ettiği takdirde bankalar aracılığıyla ihracatçımıza Türk Lirası üzerinden ödeme yapmalarını özendirmektir.
Sağlık Bakanlığı’nın ilaç fiyatları genelgesi ilaç şirketlerini ve eczacıları ayağa kaldırdı. Genelgeye göre, orijinalinin aynı özellikleri taşıyan jenerik ilaçlar ile yaklaşık 20 yıllık fiyat koruma süresi geçmiş orijinal ilaçların fiyatları, orijinal ilaç fiyatlarının yüzde 60’ına indiriliyor.
Bu uygulamanın başlamasından önce, sadece jenerik ilaçlar için, orijinalinin en çok yüzde 80’i olacak biçimde fiyat belirlenmesi isteniliyordu. Üstelik şimdi, orijinal ilaçlardan, ek olarak yüzde 13 iskonto talep ediliyor. Bu indirimlerden başka, eczacılara da, reçeteye yazılan ilaç ile aynı etkin maddeyi taşıyan ama dozu farklı olabilen, başka üreticilerin ilaçlarını verebilme yetkisi veriliyor.
İlaç üreticileri, eczacılara verilen bu yetkinin tıbbi açıdan, telafisi mümkün olmayan hatalar doğurabileceğini öne sürüyorlar. Bu durumda, hasta, hekim tarafından öngörülen tedaviye ulaşmak için, yüksek fark ödemek durumunda kalabilecek. Öte yandan, bu kararlar, ilaç sanayiinin gelişimine, bu alandaki istihdama ve yeni yatırımlara zarar verecek.
Yeni ilaçları piyasaya süren, uluslararası yenilikçi ilaç firmaları yüzde 60’a indirilen jenerik ilaç fiyat farkının en az yüzde 73’e çekilmesini,
Bu seferki gribin adı “domuz gribi” ama domuzla fazla bir ilgisi yok. Sadece domuzda kolay gelişme olanağı bulabildiği için adına “domuz gribi” denilmiş. Dolayısıyla biz Müslümanların, bu nedenle aşıya karşı olmamız düşünülemez.
Yine aşının kullanılması nedeniyle Türk milletinin “kobay” olarak kullanıldığı savı da geçersiz. Çünkü aşıların tümü yeni üretildi ve tüm dünyada aynı anda piyasaya veriliyor.
Kötü aşının alındığı veya çok para verildiği savı da doğru değil. Aşılar her ülkeye aynı fiyattan veriliyor. Ancak bazı üreticiler ülkelerin kişi başına düşen milli gelirini esas alarak daha ucuz fiyat belirliyorlar. Örneğin GSKBio ülkemiz için de bu uygulamayı yapıyor.
Aşı sayısı şimdilik bizim için de diğer ülkeler için de yeterli değil. Bu nedenle yüksek risk grubunda bulunan kişilere öncelik verilecek.
Dünyada kullanılan aşılar birbirlerinden farklı değil. Sadece ABD için farklı bir aşı üretilmiş. Bizim için üretilen ve Avrupa’da da kullanılacak olan aşılarda, bir katkı maddesi var. Katkı maddeleri sayesinde hem 8-10 misli fazla aşı üretilebiliyor, hem de etki süresi uzun olabiliyor. Ancak katkı maddesi kullanılan aşılarda “milyonda altı” oranında “kısmi felç” olasılığı var.
Yabancılar, “lale”ye “tulip” diyorlar. “Tulip” kelimesi, Farsçada türban anlamına gelen “toliban” kelimesinden geliyor. Tarihçiler, türbanın şeklinin “toliban”a, yani laleye benzemesi nedeniyle, bu çiçeğe “tulip” denildiğini açıklıyorlar.
İstanbul Belediyesi’nin, şehri süslerken, “türban”ı çağrıştırdığı için laleleri tercih ettiğini ve çiçeklere neden milyonlarca dolar ödendiğini şimdi anlıyoruz.
İstanbul’dan Amsterdam’a
1593 yılında, aslında bir Fransız olan ve sonradan Hollanda’da yerleşen botanikçi Carolus Clusius’e, eski bir arkadaşı olan Avusturya’nın İstanbul’daki büyükelçisi Ogier Ghiselin de Busbecq, İstanbul’dan getirdiği bir laleyi hediye etti. Osmanlı İmparatorluğu’nda çok miktarda yetiştirilen lale, o zamana kadar hiçbir Hollandalı tarafından görülmemişti. Clusius’un çeşitli laleler yetiştirip, aristokrasiye tanıtması sonrası laleler o kadar kıymetlendi ki, hırsızlar, eşya yerine lale çalmaya başladılar. Zamanla, lale, Hollanda ile özdeşleşti ve Hollanda ekonomisinin en önemli ihraç ürünlerinden biri haline geldi.
Clusius 1609’da öldü. 1620’den itibaren Hollanda’nın küresel güç haline gelmesinden sonra, Hollanda aristokratları da zenginleşti. 1636 yılından