Bakanlar Kurulu, Beşeri İlaçların Fiyatlandırılmasına Dair Karar’ı değiştirdi. Hükümet, bu sayede sağlık harcamalarında yıllık 1.5 milyar dolara yakın tasarruf edebilmeyi umuyor.
Yapılan değişiklikler, genel anlamda Araştırmacı İlaç Firmaları denilen, yeni ilaç üreten ve aldıkları ruhsat altında 20 yıl boyunca bu ilaçları satan büyük firmaları fazla rahatsız etmiyor.
18 Eylül 2009 Cuma günkü Resmi Gazetede yayımlanan Bakanlar Kurulu’nun 10 Eylül 2009 tarihli Kararı’na göre:
- Artık, referans fiyatların takibinden ve Sağlık Bakanlığı’na beyan edilmesinden firmalar sorumlu oluyor. Bakanlık, yanlış beyanda bulunanların canını yakacak.
- Piyasada yokluğu dolayısıyla kamu maliyesini olumsuz etkileyebilecek veya kamu sağlığını tehdit edebilecek ürünler de özel statüden çıkarılıp diğer ilaçlar gibi işlem görüyor.
- Depocuya satış fiyatı 6.79 TL’nin altındaki 20 yıldan eski ilaçların fiyatları değiştirilmiyor. Yani, eski ve nispeten ucuz sayılan ilaçları satan jenerik ilaç üreticileri için bu açıdan kayıp yok.
Bir kişi veya kurum, vergi kaçakçılığı ile suçlanamaz mı? Suçlanabilir. Kaçakçılığı gerçekten yaptığı ortaya çıktığında da, kendisine hapis dahil, suçunun karşılığı olan en ağır ceza verilmelidir. Bir kişi, ihtilal yapma girişiminde bulunmakla, suçlanamaz mı? Suçlanabilir. Bu suçu gerçekten işlediği ispat edildiğinde, kendisine hapis dahil, suçunun karşılığı olan en ağır ceza verilmelidir. Bizim hukukumuz ve uluslararası hukuk diyor ki: “Kişi veya kurum, suçlu olduğu ispat edilene kadar suçsuzdur”. Bu kuralın etrafından dolaşarak, uygulamayı “Kişi veya kurum, aksini ispat edene kadar suçludur” noktasına getirmek, o ülkede yaşayan kişiler veya iş yapan kurumlar için zulümdür.
Türkiye’de, haklı veya haksız, tarh edilen vergiye itiraz eden kişi veya kurumlardan, ödeme güçlerinin çok üzerinde teminat istenerek, kişi ve kurumlar iş yapamaz hale getiriliyor. Aslında bir anlamda, iflasa zorlanıyor.
Bu durumdaki şirketlerin, borsadaki hisseleri değer kaybediyor. Vergisine itiraz eden kişi veya şirketlere, daha vergi ödemesi veya ödeme miktarı kesinleşmeden, en ağır ceza verilmiş oluyor. İşte bu uygulama, serbest piyasa sistemine, rekabet anlayışına, hukuka ve insan haklarına karşı.
Ülke
Global krizden çıkışın sinyalleri alındıkça, ekonomi yönetimleri ve sistemdeki ekonomik birimler, yoğun biçimde, “kriz sonrası”nı tartışıyor. Üzerinde uzlaşılan “kriz sonrası” global ekonomi görünümü, “Bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler” döneminin sona erdiğini gösteriyor.
ABD ekonomisinden başlayarak, global kriz sonrasında, devlet kaynaklarını kullanan birçok ekonomide kamu sektörü etkili olacak. Çünkü, kriz sırasında birçok özel banka ve kuruluşun mülkiyeti önemli oranlarda kamuya geçti. Şu anda, ABD ve Avrupa ülkelerinin birçoğunda hükümetler ve kamuoyu “çıkış stratejisi”nin nasıl olması gerektiği tartışılıyor. Vatandaşın vergileri ile banka ve şirketler kurtarıldığı için, kamunun satın almak zorunda kaldığı zor durumdaki şirket hisselerinin ne zaman ve hangi fiyatla, kimlere satılacağı sorgulanıyor.
İkinci tartışılan konu, bundan sonra piyasaların ve mali sistemin nasıl gözetilip denetlenmesi gerektiği konusu. Bu konuda çeşitli görüşler olmakla birlikte, artık eski gözetim ve denetim sisteminin ayakta kalamayacağı anlaşılıyor. Gözetim konusunda merkez bankalarının daha etkili rol alması görüşü öne çıkıyor. Yine, bizdeki Sermaye Piyasası Kurulu (SPK) benzeri kurumların
Geçen hafta, Sağlık Bakanlığı’nın başlatmak istediği “Global Bütçe” uygulamasını eleştirmiştim. Önerdiği bu uygulamaya göre, Bakanlık, ilaç bedeli ödemeleri için yıllık üst limitli bir bütçe yapacak ve bu bütçenin üzerinde kalan ilaç ödemeleri yapılmayacaktı. Yani, o yılın ilaç parası ödeneği ekim ayı sonunda bitmişse, kasım ayından itibaren, ilaç firmalarından halka bedava ilaç vermeleri isteniyordu. Neyse ki, bu komik uygulamadan, biraz geri adım atıldığı anlaşılıyor.
Araştırmacı ilaç şirketlerinden birisi olan Merck’in Dış İlişkiler Direktörü Jeff Kemprecos, geçen haftaki yazımla ilgili görüşlerini bildirdi. Kemprecos’un görüşlerinin, araştırmacı ilaç şirketlerinin hepsinin ortak görüşü olduğunu düşünüyorum. Hem Bakanlık, hem de sektör için önemli gördüğümden, bu görüşleri özetle açıklıyorum:
- Sağlık harcamaları artıyor; ama kişi başına düşen sağlık harcamalarında, OECD ülkeleri arasında en alt düzeydeyiz.
- Türkiye’de sağlık harcamaları son yıllarda arttı; ancak, bunun gerçek nedeni vatandaşın sağlık hizmetlerine ve tedaviye erişimini arttıran tedbirlerdir. Özellikle, tedavi ve özel hastane giderleri, ilaç harcamalarına nazaran oransal anlamda artmıştır.
- Global kriz
Bütçe açığı giderek artıyor. Hükümet ne yapacağını şaşırmış durumda; cin fikirlere kucak açıyor. En son saçmalık, Maliye Bakanlığı’nın baskısıyla, Sağlık Bakanlığı’ndan geldi.
Sağlık Bakanlığı, ilaç üreticisi firmaları çağırarak, artık, elindeki bütçe kadar “ilaç parası” ödeyebileceğini söyledi. Çözüm olarak da örneğin, “Bakanlığın parası 9. ayda bitti; ilaç üreticisi firmalar yıl sonuna kadar bedava ilaç versinler” denildi. Bu isteğin adına da hangi cin fikirlinin aklına geldiyse, “Global Bütçe” adını verdiler. Özel hastanelerin de 9. aydan itibaren bedava hasta bakmaları istenilecek.
Şimdi sektör temsilcileri soruna çözüm bulmaya çalışıyor. Türk ilaç sanayiini eline geçirmek isteyen yabancı ilaç firmaları çok memnun ve “Global Bütçe” formülünü destekliyorlar. Çünkü, bu saçma formül, sadece birkaç sene uygulanabilecek ve bu süre içinde de Türk ilaç firmalarının çoğu iflas bayrağını çekecek. Yabancılar da Türk ilaç firmalarını yok pahasına satın alabilecekler. Yabancı ilaç firmaları “Global Bütçe” uygulamasının bir an önce başlaması için, Sağlık Bakanlığı’na yalnız baskı yapmıyor, kaynak da sağlıyorlar. Yabancı ilaç firmaları, uygulama başlarsa, Türkiye’de 2 milyar dolarlık
Ekonomiden sorumlu Bakan Ali Babacan’ı dinledim. Parantez içlerinde, söylediklerinden, benim anladıklarım var.
Babacan diyor ki:
* Bu yıl, bütçe artık faiz dışı fazla veremeyecek. (Yani, artık, faiz dışı açık dönemi yeniden başlıyor. Faiz ödemek için bile borç alacağız.)
* Bizde, bütçe açığı nedeniyle oluşan bir borç yükü var. (Yani, diğer ülkeler, “banka kurtarma”, “piyasaya likidite verme” gibi nedenlerle de borçlanmak durumunda kaldılar. Hamdolsun, biz bu dönemi 2000 yılında atlatmıştık. Bankalarımız sağlam.)
* Yeni uluslararası ekonomik dalga olmazsa, resesyon olmaz. (Yani, bize ne olacağı, önemli ölçüde, uluslararası piyasalardaki gelişmelere bağlıdır.)
* Deflasyon, bizim için çok uzak ihtimal. Buna karşı elimizde çok enstrüman var. (Yani, gerekirse, Merkez Bankası’na para bastırırız.)
* Enflasyon riski hâlâ var. Enflasyon kalıcı olarak tek hanede kalmalı. Ama, faizlerin de tek hanede kalması gibi bir hedefimiz yok. (Yani, Merkez Bankası’nın, enflasyon hedeflemesi programına devam etmesini istiyoruz.)
New York’taki kulelerin yıkılacağını önceden gören Nostradamus’un kehanetleri bir bir çıkıyor. Nostradamus, kehanetlerinde, İran’ın Avrupa’yı işgal edeceğini söylemişti. Şimdi, bu kehaneti de gerçekleşiyor. İran’ın Avrupa’yı işgal edeceği kehaneti, herkese “akıl dışı” gelmişti. Ancak, “İslam Cumhuriyeti” modelinin önümüzdeki 30- 50 yıl içinde kaçınılmaz olarak tüm Kıta Avrupa’sı ülkelerinde uygulanacağı anlaşılıyor.
- Tarih boyunca nüfusunun büyüme oranı yüzde 1.9’u aşmayan hiçbir kültür veya millet varlığını koruyamadı. İşte bunun için Tayyip Erdoğan “en az 3 çocuk” yapın diyor.
- Avrupa Birliği’nde (AB), nüfusun büyüme oranı, 31 ülkenin ortalaması olarak, sadece yüzde 1.38. Ancak, AB’de artan göçler nedeniyle, nüfus azalmamış gibi görünüyor. AB, önümüzdeki 30-50 yıl içinde eski kimliğini tamamen kaybedecek.
- AB’ye göç edenlerin yüzde 90’ı Müslüman. İslam, Avrupa ülkelerini ele geçiriyor. Çünkü, Müslüman ailelerin ortalama çocuk sayısı 8.1.
- Halen, Güney Fransa’da, kiliseden fazla cami var. 39 yıl sonra Fransa bir “İslam Cumhuriyeti” olacak.
- 30 yıl sonra, İngiltere’de halen 82.000 olan Müslüman sayısı 2.5 milyona çıkacak. Ama bu ülkede yine de Müslümanlar idareyi ele
Artık dünyanın en büyük sorunu, kontrol edilemeyen nüfus artışı. Dünya ekonomistleri, gittikçe artan biçimde bu sorunu tartışıyorlar.
- Bu gidişle, dünyada fakirlerin nüfusu gittikçe artacak. Çünkü, fakirler daha hızlı ürüyorlar.
- Bu gidişle, Fransız-İngiliz v.s. gibi gelişmiş kültürler, 20-25 yıl gibi çok kısa bir süre içinde, yok olacaklar. Çünkü, bu kültürlerin sahipleri, kültürlerini koruyacak kadar üreyemiyorlar.
- Kısa zaman süresi içinde, gelişmiş ülkelerdeki göçmenlerin sayısı, o ülkenin kendi insanlarının sayısını geçecek. Çünkü, gelişmiş ülkelerdeki göçmenler, o ülkenin vatandaşlarından daha hızlı ürüyorlar.
- Düşünen, eğitimli, bilgili insan sayısı, oransal olarak gittikçe azalıyor. Çünkü, eğitimsiz insanlar, daha hızlı ürüyorlar.
- Müslüman sayısı gittikçe artıyor. Bu artış, Hıristiyanların Müslüman olmaları nedeniyle değil. Tek neden, Müslüman nüfusun Hıristiyan nüfustan daha hızlı ürüyor olması.
- Benzer biçimde, Kürt nüfusun, Türkiye Cumhuriyeti toplam nüfusundaki oranı gittikçe artıyor. Çünkü, Kürtler çok daha hızlı ürüyorlar.