2012 Olimpiyat oyunları için Londra’nın seçildiği belli olduğunda, olimpiyatların toplam harcamasının 2.7 milyar Pound olacağı hesaplanmıştı. Ancak, “evdeki hesap çarşıya uymadı” ve 2007 yılına gelindiğinde, 9.3 milyar Pound harcanmasının kaçınılmaz olduğu anlaşıldı. Kesin hesap hala çıkmamış olmakla birlikte, olimpiyat gözlemcilerinden Julian Cheyne’nin yaptığı hesaplamalara göre, toplam harcamaların son değeri 13 milyar Pound’u aştı. Üstelik, bu tutara ulaşım giderleri dahil değil. Ulaşım giderleri de eklenirse, harcamanın boyutu 24 milyar Poundu buluyor.
Önceleri Londra Yaz Olimpiyatları’nın giderlerinin özel sektöre yükleneceği ve ilk kez bu devasa yükün kapitalist sistem tarafından çözüleceği söylenmişti. Ama, ilk başlarda işe talip olan Avustralya firmaları dahil olmak üzere tüm özel şirketlerin, arsaların uzun süreli ücretsiz kiralanması formülü ile bu büyük işi gerçekleştiremeyecekleri anlaşılınca, tüm yük İngiliz Hükümeti’ne (yani, İngiltere halkına) kaldı. Olimpiyatlar sırasında 10.000 polis ve güvenlik görevlisine ek olarak, 13.500 askeri personel görev yaptı. Güvenlik konusunda ABD’den de yardım istenmesi üzerine, ayrıca 500 FBI ajanı da İngiliz polisine yardımcı
İmalat sanayi ekonomimizin can damarı olmaya devam ediyor. Cari işlemler hesabındaki ağırlığı da dikkate alındığında, bu önem daha da artıyor. İmalat sanayi ihracatının bölgesel dağılımına bakıldığında, AB ülkelerinin Türkiye için en büyük pazar olmaya devam ettikleri görülüyor. Ancak, yaşanan ekonomik kriz nedeniyle sıkıntı yaşayan AB’nın ihracatımızdaki payı son yıllarda biraz gerilemiş durumda.
Türkiye’nin AB’ye yaptığı toplam ihracattaki paylarına göre sektörlerin ihracat performansları değerlendirildiğinde, 2000-2010 döneminde genel olarak imalat sanayisinin rekabet gücünde az da olsa artış yaşandığı gözlemleniyor. Öte yandan, alt sektörlere ilişkin analizlerde ilk dikkat çeken nokta, son on yıllık dönemde imalat sanayinin ihracatında sektörel bazda önemli bir değişimin yaşanmış olduğu. Geleneksel ihraç sektörü olan tekstil ürünleri ile giyim eşyası sektörünün toplam ihracattaki payı önemli derecede düşmüş; buna karşılık, başta motorlu kara taşıtları, römork ve yarı-römork imalatı ve başka yerde sınıflandırılmamış makine ve teçhizat imalatı olmak üzere, plastik ve kauçuk ürünler ve metal eşya sanayi sektörlerinin paylarında önemli artışlar kaydedilmiş bulunuyor. Bu
Sonbahar ayları hem politik hem de ekonomik bakımdan hareketliliğe ve dalgalanmaya açık olacak. Özellikle siyasi hareketlenmenin ve sosyal olayların ciddi boyutlara ulaşacağı anlaşılıyor. ABD dahil bir çok ülkede seçim var; İsrail’in İran’a saldırma olasılığı bulunuyor; İspanya ve Yunanistan’da iç karışıklıklar çıkması bekleniyor. Öte yandan, Arap Baharı yaşayan ülkelerdeki ve Suriye’deki siyasi gelişmeler de ciddiyetle izlenecek.
Global ekonomik görünüme gelince:
n ABD, İngiltere, Almanya, Fransa ve Çin ekonomileri önceki yıla göre düzelme sinyalleri veriyor. Bu ülkelerdeki büyüme oranları önceki yıla göre artış kaydediyor. Ancak, Japon ekonomisindeki büyüme geçen yıl yüzde 2.4 iken bu yıl azalarak yüzde 1.5 civarında gerçekleşecek.
n Ülkelerin Merkez Bankaları global ekonomik darboğazı aşmak için tedbirler alıyorlar. İngiltere Merkez Bankası varlık alımı için belirlediği 325 milyar sterlin seviyesindeki üst limiti, 375 milyar sterline yükseltti ve bankaların çok ucuza kredi verebilmelerini sağlayan “Funding for Lending” programını açıkladı.
Amerikan Merkez Bankası verdiği kredileri geri alma operasyonunu aralık ayına erteledi; üstelik, 267 milyar doları bulan 3 yıl
Yaz rehaveti biterken, dünya ve ülkemiz hem siyasi hem de ekonomik bakımdan yeni gelişmelere sahne olacak. Bizleri oldukça dalgalı bir sonbahar bekliyor. Türk ekonomisinin verilerine bakıldığında, bu yıl sonbahara geçen yıldan daha güçlü girdiğimizi söyleyebiliriz:
Geçen yıl, ekonomideki büyüme güçlü bir şekilde devam ederken, cari açık milli gelirin %10’una yükselmişti. Bu yıl ekonomi biraz soğutuldu; büyüme ile birlikte cari açık da düştü.
Geçen yıl, canlı iç talebi kısıtlamaya yönelik tedbirler ve kurlardaki artışla enflasyon ve faizler artmıştı. Bu yıl, döviz kurları istikrarlı; enflasyonda ve faizlerde artış baskısı yok.
Geçen yıl, ekonomik büyüme ve vergi borçlarının yeniden yapılandırılmasının katkısıyla, bütçe hedefleri aşılmış, borçluluk gerilemişti. Bu yıl, bütçe açığı biraz artmakla birlikte, tehlike sinyali yok.
2011 sonu itibariyle faiz dışı fazla milli gelirin %1.9’una, bütçe açığı ise %1.3’üne denk gelmekte idi. Geçen yıl, bütçenin finansmanı ağırlıkla iç borçlanma yoluyla yapılmış, iç borç çevirme oranı %85 olmuştu; kamu kesiminin toplam net borcunun milli gelire oranı %22’ye inmişti. Bu yıl, istikrar korundu; hatta iyileşmeler görüldü.
Döviz kuru
Piyasa ekonomisi sisteminin en önemli prensiplerinden birisinin “Balık tutmayı öğretmemek; ama tuttuğun balığı mümkün olduğu kadar yüksek fiyatla satmak” olduğu bilinir. Karl Marx bile, “Bir adama balık tutmayı öğretmek, bütün iş hayatınızı yok edebilir” demişti.
Richard Branson “Bir iş fırsatını kaçırdım diye üzülmeyin; iş fırsatları otobüsler gibidir; biri kaçsa bile öbürü biraz sonra muhakkak gelir. Yeter ki, durakta beklemeyi bilin,” derdi. Dolayısıyla, ne üreteceğinize veya hangi servisi vereceğinize karar verdikten sonra, bir internet sayfası oluşturmak, bir satış teklifi hazırlamak, ödemelerin size nasıl ulaşacağını belirlemek ve kendinizi tanıtmaya başlamak, “iş fırsatlarına açık olmak; yani, durakta beklemek” anlamına geliyor.
Ticaretin eski kurallarına göre, malın veya servisin hangi yaşta, cinsiyette, ırkta ve gelir seviyesinde müşteriye hitap ettiğinin ve iş yerinin bulunduğu konumun esas alınmasıyla, işin değeri belirlenirdi. Artık, bir iş yerinin değerlendirilmesinde, sadece mal veya servisin hangi ihtiyaçları karşılayacağı, satış hünerleri, müşteri memnuniyeti ve psikolojik değerlendirmeler ön planda ele alınıyor. Bu değişim, internet ve sanal ticaret
Diyordu ki: “Dünyada o kadar bilgisiz, bilinçsiz, boş insan var ki… bu bana sıradan birini övmeye, layık olmayanı dahi yüceltmeye mütemayil bir formasyon vermiştir.
İnsanları bilgisizlik ve bilinçsizlikle ithamımın nedeni, tek amaçları olan mutluluktan uzakta kalmamayı becerememeleridir. Mutlu insan hiç yok… Zira kimse onu nerede bulacağını bilmiyor. Ya da futbol topu gibi ardından koştuktan sonra tutup fırlatıyor. Bu aptallığı kavramak gerekiyor. Saadetle meşin top farkını hissetmek. Mutluluğu bir pepsi geğirtisinde aramak saflığını yenmek. Hayatı değil ömrü yaşamayı sana mutluluk diye yutturmaya kalkanların aritmetik kurnazlığına başkaldırmak. Yaşamak için yeterli ve gerekli tek şartın “doğmak” olduğunu inkâr edenlerin sahteliğini yakalamak.
Sonrasında, sana yalnız başarıyı sağlayacak yöntemler bulup, uygulamak kalır.”
Aramızdan ayrıldı. Bizlere, “içten bir arkadaşı olmak” engin zevkini tattırmıştı. Zaten artık, “başkaldırma zevki”nin tadılmasına bile izin yok. Sevgili Gülyüz, kıymetli Celile başınız sağ olsun.
Küçük girişimci işe nasıl başlıyor?
Yıllardan beri tüm dünyada uygulanan “sistem” ve bu sistemin “oyun kuralları”, artık sorgulanıyor. Hem ekonomik, hem demokratik sistemde hem de insan hakları uygulamasında anlaşılamayan gelişmeler var. İnsanlar artık, verilenlere razı değiller. Libya, Mısır, Suriye, Irak halkları ayaklandılar. İngiltere, ABD ve Fransa’da başkaldırı hareketleri yaşandı. Yakında, İspanya ve Yunanistan’da halk sokaklara inecek. Belki herkesin farklı sebebi var ama sonuçta, herkes sisteme karşı ve başkaldırıyor.
Olan biteni inceleyen sosyologlar ve ekonomistler, yaşananların tesadüf olmadığında hemfikirler. Dünyamızda uygulanan ekonomik ve politik sisteme güven gittikçe azalıyor. Bu gelişmede, hiç kuşkusuz küreselleşmenin büyük etkisi var. Küreselleşme, yeni bir “dünya görüşü” ve “dünya düzeni” getirebilir.
Vaat ettiklerini gerçekleştiremedi
Kapitalizm, vaat ettiği şeyleri gerçekleştiremedi. Artık, “kapitalist dünya görüşü”nün karşısında onunla karşılaştırılabilecek bir “sosyalist dünya görüşü” de yok. Kapitalizm yalnız vaat ettiği şeyleri gerçekleştirememekle de kalmadı; insanlara eşitsizlik ve işsizlik getirdi. Toplumsal ve kişisel tüm değerlerimiz aşındı. Hava ve su kirliliği de
Nobel Ekonomi Ödülü sahibi Joseph E. Stiglitz, “The Price of Inequality(Eşitsizliğin Bedeli)” kitabında, ABD’nin içinde bulunduğu girdabı ve global krizi açıklamak için, Türkiye ile de bazı benzerlikleri bulunan ilginç tespitlerde bulundu:
* “Amerikan Rüyası” (eşitsizliğin gittikçe artması ve bu nedenle ülkenin kamplara bölünmesi yüzünden), “Amerikan Kâbusu”na dönüştü.
* Bildiğimiz demokratik sistemde, “herkesin bir oyu” vardır. Geldiğimiz noktada, artık “her 1.000 doların bir oyu” var. Oylar, bir biçimde satın alınıyor.
* Lobicilik faaliyetleri o denli gelişti ki, zenginler kongre üyelerini (milletvekillerini) bir biçimde ikna edip, halkın aleyhine olsa bile istedikleri yasayı çıkarabiliyorlar.
* Yalnız politikada değil, piyasalarda da para konuşuyor. Piyasalar, zenginin daha zengin olmasını sağlayacak biçimde yönlendiriliyor. Üreterek para kazanmak yerine, paradan para kazanmak daha getirili hale geldi.
* “Ekonomi yönetme sanatı”, “para yönetme sanatı”na dönüştü. Ekonominin, iktisatçılar tarafından halkın çıkarına uygun olarak yönetilmesi gerekir. Artık, iktisatçılar değil, adına iktisatçı denilen “para yöneticileri” ekonomiyi yönetiyor.
* Oyunu kuralları ile