Şimdilerde dünyada bira-yemek uyumu da moda olmaya başladı. Şarap gibi. Ben de internet sitemin okuyucuları arasından seçilen beş isim ve pek çok güzel biranın ithalatçısı Teoman Hünal Bey’le bir tadım gerçekleştirdim. Sonuçlar aşağıda
“Şimdiden geçmiş olsun o zaman!” Bana hem acıyan hem de iyi şanslar dileyen dayım. Kapıdan çıkmak üzereyken ağzından bu sözler dökülüyor. Hayır, gol
yollarındaki kısırlığımız
yüzünden beni fıtık edecek bir GS maçına gitmiyorum. Düzenlediğim bir bira paneline
Geçen hafta Wines of Turkey ve İngiliz Konsolosluğu Ticaret Ateşesi’nin birlikte düzenlediği bir akşam yemeği ve şarap tadımına katıldım. Wines of Turkey (WOT) 16 şarap üreticisini temsil eden ve Türk şaraplarını uluslarası platformlarda tanıtmak için çaba sarf eden bir kuruluş. Sözü geçen akşam yemeği Tünel’de Richmond otelindeki Leb-i Derya lokantasında yapıldı ve WOT üyesi olan üreticilerin pek çoğunun sahipleri akşam yemeğine katıldı.
Geceye katılan üreticiler şunlardı: Yazgan, Pamukkale, Kocabağ, Vinkara, Kavaklıdere, Kayra, Gülor, Sevilen, LA, Arcadia, Selendi, Urla, Doluca, Barbare, Prodom, Paşaeli.
Tadımlar iki seans şeklinde düzenlendi ve her seansta sekiz şarap tadıldı. Yani her üreticinin bir şarabı katıldı. Daha sonraki akşam yemeğinde ise şu şaraplar açıldı: 2010 Sarafin Sauvignon Blanc, 2009 Vinkara Mahzen Chardonnay, 2009 Pamukkale Nodus Merlot, 2008 Kayra Imperial Cabernet Sauvignon ve 2009 Sevilen Late Harvest Muscat.
İngiltere’de Fat Duck lokantasında çalışan değerli someliyemiz İsa Bal şarapları tanıttı ve haklarında konuştu. Bence şaraplar hakkında teker teker yaptığı yorumlar son derece yerinde ve kibarca idi. Yani diplomasiyi elden bırakmadan
Geçen haftadan devam ediyorum. Nerede kalmıştık? Hah, Haut Brion Şatosu’nda seyrettiğim filmde gözlerine ve zarafetine hayran kaldığım hanımdan bahsediyordum
Joan Dillon, Mouchy Düşesi. Menekşe gözleriyle bizlere öyle bir bakışı var ki bu bakışların gerisinde özgüveni yüksek, mağrur ama pencerelerini dünyaya kapamamış, merak dolu ve çelik gibi iradeli bir şahsiyetin varlığını iliklerinize kadar hissediyorsunuz.
Bu güzel hanım Mission Haut Brion Şatosu’nu 1935 senesinde satın almış olan New Yorklu bankacı Clarence Dillon’un torunu.
Joan’ın babası da tarihe geçmiş bir ad. Okuyucularım arasında hâlâ aydınlanmayan bir suikaste kurban giden ABD Başkanı John F. Kennedy’yi hatırlayanlar var mı? İşte Kennedy’nin Maliye Bakanı Douglas Dillon Joan’ın babası.
Douglas Dillon, Başkan Eisenhower döneminde de Amerika’nın Paris büyükelçisi. Joan Fransa’da doğup büyümüş.
Avrupa’daki üst düzey yaşamın tadını almış Amerikalılar mecbur olmadıkça ülkelerine dönmek istemezler. Amerikan yaşam biçimi onlara fazla basit, vulger, yavan ve sıkıcı gelir. Joan da babasıyla dönmemiş Amerika’ya.
Benim özel bir gayret gösterip elimde fenerle aramama gerek yok.
İzmir’de doğru dürüst balıkçı bulamamaktan yakındığımdan beri dostlar, arkadaşlar seferber oldu bana İzmir’de balık yedirtmek icin.
Örneğin bu satırları yazarken söz vermiş bulunuyorum. Bir dahaki İzmir çıkartmasında Önder beyin beni götüreceği balıkçıya gidiyoruz. Bumin beye de sözüm var.
Beyler bekleyedursun, öncelik bayanlara.
Sevgili Evrim beni geçen İzmir’e gelişimde Körfez’de
bir balıkçıya götürdü. Bir de yakın arkadaşı ve kendisi gibi İzmirli Evren’i çağırmış.
Erkek okuyucularım bana gıpta ediyorlarsa haklılar.
Mission Haut Brion şatosunda tura başladık öncesinde biraz bağlarda dolaştık. Birbirine bu kadar yakın bağlardan nasıl bu kadar farklı şarap çıkar?
Pazar günkü yazımda Bordeaux’daki Saint-James butik otel ve Michelin iki yıldızlı lokantasını eleştirirken buraya yanımda getirdiğim 89 Haut Brion şarabından bahsetmişstim.
Amerika’da hemen her lokanta sizin şarabınızı yanınızda getirmenizi kabul ediyor ama ‘tıpa açma’ parası alıyorlar. 15 dolar. Eğer devamlı müşteriyseniz bu para genellikle alınmıyor.
Avrupa’da yavaş yavaş bu güzel gelenek başlıyor. Ama henüz kural değil, istisna. Bu açıdan bakarsanız Saint-James gibi bir lokantanın çarşamba günleri müşterilere ücret almadan kendi şaraplarını getirme izni vermesi takdire şayan.
Darısı bizim başımıza!
Bordeaux yakınlarındaki Saint James otelinin kendine özgü bir estetik anlayışı var. Lokantanın iki Michelin yıldızlı şefi de değişik şeyler denemekten hoşlanan Michel Portos
Michel Portos doğduğu Marsilya mutfağı ile Güneydoğu Asya mutfağının sentezini ortaya çıkarıyor.
Yıl 1986. Amerika’da doktora öğrencisiyim. Araştırma bursu ile dokuz ay Paris’te kalıyorum.
O sıralar dolar kuvvetli. Bursum ayda 1000 dolar. Aşağı yukarı 300 dolara Paris’in en baba yerlerinden biri olan Ile Saint Louis’de 10 metrekarelik bir apartman katı kiralıyorum.
Bir dolap içi büyüklükteki tuvalete girip çıkmak için yatağımdan atlamam gerekiyor ama ben hayatımdan memnunum.
Manzaram yok tabii. Stüdyomun bulunduğu 22Quai de Bethune adresi dışarıdan muhteşem gözüküyor. 16’ncı yüzyılda inşa edilmiş ve oymalı demir kapı at arabalarının girip çıkması için saray kapısı büyüklüğünde inşa edilmiş.
Bu kapıdan girince önünüze avlu çıkıyor ve geride, burada yaşayan asilzadelerin uşakları için inşa edilmiş ikinci bir bina var. Ben bu binanın en minik çatı katındayım.
Geçen ay hanım Bordeaux’da bir konferansa katıldı ve konferans sonrası benim çok sevdiğim güneybatı Fransa’da dört günlük bir tatil şansı doğdu. Bu bölgenin yemeği dışında bu kadar sevmemin nedeni doğası ve tarihi. Her tarafta şatolar, ortaçağ kasabaları ve ilginç mağaralar bulunuyor. İşte dört günlük gezinin bir özeti...
BİRİNCİ GÜN
Ünlü şef balığı berbat etmiş
Bordeaux’dan ayrıldıktan sonra Bergerac yakınında Sainte-Sabine adlı minik köyde Michelin yıldızlı ve internette hakkında harika şeyler okuduğum Les Etincelles lokantasını ziyaret ediyoruz.
Genç bir çift işletiyor burayı. Menü her gün değişiyor.
Bizim şansımıza deniz kerevitli kabak çorbası, fener balığı, ıstakoz, güvercin ve kahveli-çikolatalı bir tatlı düşüyor.
Bizim fonksiyonel ama kişiliksiz 4-5 yıldızlı otellerin tam tersi. Hayalimdeki İsviçre köy evi. Hani bir Heidi ve dedesi eksik
İnsanlar gerçek yüzlerini ‘kumar masasında, uzun seyahatte ve askerlikte’ gösterir derler. Birasına tavla oynamanın dışında pek kumar oynamadığım ve sigara dumanlı gazinolardan nefret ettiğim için işin kumar kısmını bilmem. Ama diğer ikisi doğru.
Ya kurumlar? Bence onlar da gerçek yüzlerini kriz durumları sırasında ortaya koyuyorlar. İşler yolunda gittiği zaman babam da güleryüz gösterir. Önemli olan kriz sırasında anlayışlı olmak, empati göstermek.
İtalya’nın Aosta Vadisi’nde, Cugna adlı kasabadaki Hotel Bellevue’yle ilk tanışmam sırasında bir krize tanık oluyorum.
Pazar günkü yazımda bahsettiğim büyük şef Santi Santimaria’nın anısına düzenlenen yemek şöleni ve törenler için iki günlüğüne Aosta’dayım. Katılanların büyük çoğunluğu ve davetli şefler etkinliklerin merkezi Montblanc yakınındaki Courmayeur’de konaklıyor. Orada yeterli oda yok. 2-3 gariban Cugna’daki adını verdiğim otele postalanıyor. Bizi götüren takside yanımda çok matrak bir adam var. Papyonlu, 1 metre 55 santim boyunda, 60’lı yaşlarda. Sonradan