Benim özel bir gayret gösterip elimde fenerle aramama gerek yok.
İzmir’de doğru dürüst balıkçı bulamamaktan yakındığımdan beri dostlar, arkadaşlar seferber oldu bana İzmir’de balık yedirtmek icin.
Örneğin bu satırları yazarken söz vermiş bulunuyorum. Bir dahaki İzmir çıkartmasında Önder beyin beni götüreceği balıkçıya gidiyoruz. Bumin beye de sözüm var.
Beyler bekleyedursun, öncelik bayanlara.
Sevgili Evrim beni geçen İzmir’e gelişimde Körfez’de
bir balıkçıya götürdü. Bir de yakın arkadaşı ve kendisi gibi İzmirli Evren’i çağırmış.
Erkek okuyucularım bana gıpta ediyorlarsa haklılar.
İki güzel bayanla mehtaplı bir akşamda İzmir Kordon’da yemek yemek her kula nasip olmaz.
Ülkemizde her kula nasip olmayan bir lüks de adam gibi, suyu akan, küveti kaymayan, şiltesi rahat, odası aydınlık, çalışmak ve telefon şarj etmek için yeterli prizi olan, personeli sabahları yanlışlıkla sizi uyandırmayan
ve güler yüzlü olan bir otel bulmak.
Ben beyzboldan ne kadar anlarsam bizim otelciler de turizm işletmeciliğinden o kadar anladıkları için paranızla rezil olmanız mümkün.
Eski Efes, şimdiki İzmir Swiss kuvvetle tavsiye edeceğim bir otel. En basit odası bile çalışmak için uygun ve konforlu.
Hem kaldığım otelden memnunum hem çekici hanımlarla yemek yiyorum. Geriye ne kalıyor?
Birinin beni pohpohlaması. Biz erkekler çok alıngan, kırılgan, kendine güveni olmayan, kendi hakkımızda -eğer olumlu ise- her söylenene inanan naif yaratıklarız.
O da oluyor. 12 yaşlarında bir Roman kız çiçek satıyor. Masadaki kızları benim kadar yakışıklı ve etkileyici bir erkek ile birlikte oldukları için tebrik ediyor.
Kordon’da tekrar bir akşam yemeğine gelirsem benim düşüneceğim ilk adres Körfez olacakEge’nin minik enginarı lokanta işi gibi değil ev işi gibi, bol zeytinyağlıÇeşitli hayaller kurmaya başlarken şef garsonun müdahelesi ile gerçek dünyaya geri dönüyorum.
Hep beraber içeri buyurup tezgaha göz atmamız ve soğukları seçmemiz isteniyor.
Seçim işi biraz zahmetli oluyor. Ben bu tip durumlarda seçimi hanımların yapmasını isterim. Ama ben yüz kere gurme değilim dememe rağmen adım gurmeye çıkmış. Soyadımın Milor olmasına rağmen herkesin ‘Milör’ demesi ve gelen davetiyelerde de ‘Milör’ yazılması gibi. Bazı şeyleri değiştiremiyorsunuz. Bari hiç kimsenin ne anlama geldiğini bilmediği ve çok ve olur olmaz kullanıldığı için anlamını kaybeden ‘demokrat’ kelimesi gibi bana ‘gürme’ deseler. Zamanla ‘gürme’, ‘gülbe’ye dönüşür; o da ‘gül be’ olarak yazılır ve hep birlikte güleriz.
Compteur’ü kontür yaptık niye ‘gourmet’ ‘gül be’ olmasın?
Evrim, olmayan kız kardeşim gibi olduğu için onu güldürmek kolay ama Evren henüz bana saygı duyuyor ve “Yahu Allah aşkına seç sevdiklerini” dememe rağmen “Sizin gibi bir gurme varken estağfurullah” falan diyor, ya da demese bile boynu bükük ve gözlerine ışık tutulmuş karaca yavrusu gibi bakıyor ve hiç sesi çıkmıyor.
Ben de seçimi lokantaya bırakıyorum. İyi de yapmışım.
Gelen soğuklar klasik Ege balıkçılarında bulunan mezeler. Özel bir yaratıcılık olduğunu ya da farklı bir yoğurt bulmak gibi özel bir çabaya girişildiğini söyleyemem.
Ama hepsinin taze olduğunu, doğru sıcaklıkta servis edildiğini ve dengelerinin yerinde olduğunu söylerim.
Örneğin semizotlu ve patlıcanlı süzme yoğurt. Bu vasıflara sahipler.
Marine hamsi biraz fazla tuzlu ama tam rakılık.
Taze malzemelerin yavan şekilde sunulmaması da ayrı bir puan. Örneğin Ege’nin minik enginarı bol zeytinyağlı. Lokanta değil ev işi gibi.
Kara börülcesi kıtır kıtır. Sosunda bol domates, soğan, hardal, biber ve sarmısak var.
Jumbo karides çok başarılı, sinarit taze ve kıvamında ızgara edilmişEfendim insanlar sarmısak yemiyor, yağlı sevmiyor, falan gibi gerekçelerle önünüze ot koymuyorlar, meze koyuyorlar.
Ahtapot salata da vasatın üstü. Ahtapotu öldürmemişler. Ama ah elimde olsa da buranın aşçısına İspanya’nın Bask bölgesinde ahtapot salatasını nasıl hazırladıklarını ya da Galiçya’da nasıl sıcak ahtapot sunduklarını gösterebilsem.
Eminim bir kez tatsa ahtapot da sınıf atlar.
Balıklardan önce salata geliyor önümüze.
Mucize! Soya sossuz salata. İri kıyılmış roka, domates, soğan ve adam gibi zeytinyağlı.
Ara sıcaklar da oldukça iyi.
Aralarında en az ilgimi çeken dil balığı kokoreç. Sarma gibi rulo haline getirmişler. Parçalanmamış olması bir artı. Öte yandan ne tam bir rakı mezesi (Kahraman’ın kokoreci gibi) ne de sulu güzel bir balık lezzeti var.
Jumbo karides çok başarılı. Beni tanımış oldukları için özel seçmiş olabileceklerini kabul ediyorum ama lokanta yerli karides satın aldığına göre başka müşteriler de bunu bulabilir (geleceğimi elbette ki bilmiyorlardı, özel ısmarlamış olamazlar). Zeytinyağı ile güveçte pişirmişler karidesi, pul biberli tereyağını ayrı getiriyorlar. Dondurulmuş ithal jumbo karideslerle fark büyük.
İçi taze kaşar ile doldurulmuş kalamar da yerli. Beğeniyor muyum? Fena değil ve ülkemizde yediğim kalamarların yüzde 90’ından iyi ama bellekte iz bırakacak gibi de değil. Kendi mürekkebinden yapılan sos ve karamelize soğan çok yakışıyor taze kalamara. Bizde dondurulmamış kalamar bulmak zor. İçini bir peynirle doldurduğun zaman da kaşar biraz yağlı. Belki çeşitli otlar ve taze tuzsuz keçi peyniri? Denemek lazım.
Tabii en önemli olan ana yemek.
Körfez’de ana yemek gayet başarılı. Gerçekten taze ve tam kıvamında ızgara edilmiş bir sinarit. Yanında da zeytinyağı, hardal, sarmısak ve az mayonezli bir sos. Mangala atıldığında yurtdışında yapıldığı gibi biraz deniz veya kaya tuzu ile sıvansa balık o zaman mükemmel olacak.
Bir pozitif öge de servis. Özellikle dikkat ediyorum. Bize özel değil. Tabaklar gereksiz yere kaldırılmıyor ama zamanı gelince temizleniyor. Yemekler arası süre çok makul. Boşalan şarabınız yenileniyor. Sizi öksüz evlat gibi yalnız bırakmıyorlar ama aşırı ilgi ile de sıkmıyorlar.
Şarabımızı kendimiz götürüyoruz. Büyük bir nezaketle açma parası almıyorlar.
Üç kişi, bu güzel yemeğe 240 TL ödüyoruz.
Şu an için, Kordon’da tekrar bir akşam yemeğine gelirsem benim düşüneceğim ilk adres bu. Bakalım bundan sonra İzmir’de beni ne gibi sürprizler bekliyor? n