Liverpool geçen sezon Premier Lig’de çok önemli bir şampiyonluğu son anda kaybedince sahip olduğu kazanma momentumunu ve takım kurgusunu yitirerek başladı bu sezona. Bu durum mücadele ettikleri Şampiyonlar Ligi gruplarındaki maçlarına da yansıdı ve oradaki pozisyonlarını da kaybederek Beşiktaş’ın rakibi oldular.
Beşiktaş ise geçen sezon Önder Özen’in kurguladığı yeni bir takım kurgusuyla bu sezon hem çok önemli transferler yaparak hem de Türkiye-Avrupa Ligi demeden kazanma alışkanlığı sağlayarak Liverpool’un karşısına çıktı.
Liverpool-Beşiktaş eşleşmesinin ilk maç ve dün geceki finalinde bu havayı ve etkiyi net olarak gördük.
Geçen hafta oynanan maçın ilk yarısında çok önemli birkaç pozisyon yakalayan ve iyi oynayan bir Liverpool vardı. Ancak her geçen dakika bu üstünlüklerini yitirdiler. Basit bir savunma zafiyetinden kaynaklanan penaltı olmasa Beşiktaş daha İngiltere’de kendisi için avantajlı bir skor olan beraberlikle dönecekti, İstanbul’a.
İstanbul Liverpool için çok farklı duygu ve anlamlar ifade ediyor.
İstanbul Liverpool için mucizeler şehridir!
Ve futbolu iyi bilen İngilizler için oynadıkları futbolun tur için yeterli olmayacağı, esaslı bir mucizeye ihtiyaç
Ersun Yanal’ın takımdan ayrılma sürecinin doğru yönetilememesi, yerine İsmail Kartal’ın atanması sezon başında Fenerbahçe’yi çalıştıran ve kadroyu yapan kişinin Aziz Yıldırım olduğu spekülasyonunu doğurmuştu. Peşinden Aziz Yıldırım’ın teknik direktörler konusunda yaptığı sivri çıkış bunu pekiştiren bir sonuç olmuştu.
Sonrasında Fenerbahçe’nin her başarısızlığında İsmail Kartal masaya yatırıldı.
Fenerbahçe’nin teknik direktörü olabilecek kapasitede olup olmadığı, bu yükü taşıyıp taşıyamayacağı sürekli gündem konusu oldu.
Neydi Aziz Yıldırım’ın iddiası; Fenerbahçe’yi şampiyon yapan teknik direktörler değil, takımdır, yönetimdir. Hiçbiri sonra gittiği kulüplerden bu başarıyı tekrar edememişlerdir. Bu nedenle Fenerbahçe’yi Ersun Yanal ile İsmail Kartal’ı çalıştırması arasında hiçbir fark yoktur.
Aziz Yıldırım’ın iddiasını destekleyecek o kadar çok örnek var ki.
Peki, bu bütün dünyada da böyle midir yoksa Türkiye gerçeği midir?
Ülkemizde her türlü yönetim şekli parçalara ayırmak ve bunlar arasında da rekabet yaratarak çatışma ortamı sağlamak üzerine kurgulanmıştır. Oysa parçaların birbirleri sayesinde varlıklarının anlamlı hale geldiği gerçeği çoğunlukla göz ardı edile
Fenerbahçe üst üste iki maçta toplam 5 puan bırakarak iç saha avantajını yitirmiş oldu. Şu bir gerçek ki kaybettiği bu puanları almış olsaydı lig kendileri için çok daha rahat ve stressiz bir hale gelecekti. Ancak beceremediler!
“Beceremediler” Fenerbahçeli futbolcuları anlatmak için güzel bir kelimedir.
Sahanın her noktasında topla oynarken rakibine karşı büyük üstünlük sağlamış, peş peşe atak pozisyonları üretmiş, defalarca kere ortalar yapmış, kaleye şut çekmiş olmalarına karşın topu üç kale direğinin arasından geçirmeyi bir türlü beceremediler.
Çünkü saha içinde Fenerbahçe’nin aklı olabilecek nitelikte bir futbolcusu yoktu.
Malum artık futbol tek futbolcu üzerine yıkılmış bir oyun olmaktan da çıktı; bu durumda takım içi ortak akıl dediğimiz şeyin devreye girmesi beklenirken bunun daha çok acelecilik, panik, telaşla karıştığını izledik.
Fenerbahçeli oyuncular attıkları gole kadarki bölümde çok daha bilinçliyken; uzun toplar, ceza sahasına atılan ortalarla olmayınca, yerden, dikine ve ceza sahasının içinde oynamayı denediler, başarılı da oldular, ikinci yarı çok daha kötü bir görüntü vardı.
Emenike’nin ilk yarı kaçırdığı akıl almaz gol pozisyonundan sonra ikinci
Hafta içinde kimileri için basit bir şiddet olayı olan bir koçun oyuncusunu tokatlama olayını tartıştığımız sıra sonunda şiddetin en büyüğü ile sarsıldık.
Mersin’de Özgecan Aslan’ın öldürülmesi olayı basit bir vakanın ötesinde bu coğrafyada hızla büyüyen bir zihniyetin sonucudur. Ortadoğu coğrafyasında bu zihniyetin sadece renk tonları var, giderek o tonlar tek bir rengin içinde toplanıyor; karanlık.
İşte böyle bir günde oynandı Gaziantepspor-Fenerbahçe karşılaşması ve karşılaşma sonunda gördük ki Fenerbahçeli futbolcuların da kafasında bu cinayet vardı.
Bugün bırakın futbol konuşmayı oynamanın bile çok zor olduğu bir gündü.
Özgecan Aslan’ın ölümünü konuşmadığımızda bu karanlık bizi teslim alacak ve yutacak.
Zor da olsa futbola dönebilirsek; Fenerbahçe geçen haftaya göre çok daha kötü oynamasına, savunmasına bu sezon görmediğimiz kadar açık vermesine karşın futbolun ilginçliklerinden olacak 5-0 galip geldi.
Emenike’nin golüne kadar sahada bildiğimiz, tanıdığımız şampiyonluk favorisi Fenerbahçe vardı. Golle birlikte sanki futbolcular maçın bittiği şeklinde bir havaya girdiler.
Takım savunmasının en önemli unsurlarından olan Mehmet Topal bile öyle basit ve hayati hat
Ülkemizde “Birkaç İyi Adam” ismiyle gösterilmiş filmin son mahkeme sahnesinde genç avukat donanma komutanına “Kırımızı Kod” emrini kendisinin verdiğini itiraf ettirmeye çalışmasını izlemiştik. Avukat, donanma komutanının yüksek irade gücünü bildiğinden aslında bu emri verdiğini itiraf etmek için yanıp tutuştuğunu bilmektedir. Küba’daki üste görev için uygun olmayan askeri kırmızı kod ile öldürmek suçundan yargılanan iki donanma erinin kurtuluşu için donanma komutanının emri kendisinin verdiğini itiraf etmesinden başka şansları da yoktur.
Ve mahkemede gerilim öyle bir seviyeye yükselir ki donanma komutanı “evet, o emri ben verdim” diye itirafta bulunur.
O andan itibaren emir ile adam öldürmekten zanlı durumunda gelecek ve komutanlığı elinden alınarak cezaevinin yolunu tutacaktır.
Cezayı kişiler veremez, uygulayamaz.
Hukuk, güçsüzü korumak için vardır. Adalet bir toplumun en sarsılmaz dayanağıdır.
Adalet kanunlarla, yasalarla, içtihat, yönetmeliklerle uygulanır.
Modern dünyada kabul görmeyen tek yöntem şiddettir. Fiziki güce dayanan her türlü uygulama insanların elinden alınmıştır.
Şiddet uygulayan kişiler modern dünyanın dikkatle takip ettiği unsurlardır.
Dün gece yatmadan önce Hürriyet’in bugünkü sayısını Ipad’ime yükleyip okumaya başladığımda manşetteki haber içimi sıktı, yüreğimi parçaladı.
“Göktürk’e tokat attım. Çünkü, ciddiyetsizdi. O tokat da hafif bir şekilde kendisini uyarmak içindi. Sıkıntı bu olayın orada kalmayıp, dışarıda anlatılması.”
Bu sözlerin sahibi kişi Milli Takımımız ve Galatasaray LH koçu Ergin Ataman’dır.
Sıkıntısına bakar mısınız? Yaptığı işten pişmanlık duymuyor da olayın dışarı çıkmasından rahatsızlık duyuyor.
“Bu olay yüzünden beni isteyen istediği yere şikâyet edebilir. Basketbol Federasyonu orada.. Ben her konuda oldukça rahatım. Ben başka hocalar gibi maç sırasında oyuncuma tepki verip, fiziki müdahalede bulunsam sporcumu küçük düşürmüş olurum. Soyunma odası nedir? Bir takımın yatak odasıdır. Orası bizim özel alanımız. Böylesine genç oyuncuları sorumsuz davranışlara itenler de menajerleridir.”
Ergin Ataman’ı kim nereye şikâyet edebilir ki? Kendisi daha birkaç ay öncesine kadar Türkiye ile Sırbistan’ın arasında diplomatik kriz çıkaracak seviyeye getirmiş, özenle korunmuş bir kişidir. Böylesine uluslararası seviyede dokunulmazlığı olan bir şahsiyet için 19 yaşında bir oyuncunun tokatlanması,
Beşiktaş giderek taşları yerli yerine oturan bir takıma dönüşüyor. Kazanması, puan alması gereken, en azından puan kaybetmemesi gereken maçları alıyor ve yoluna devam ediyor.
Hiç kuşkusuz takımda sonucu direkt olarak değiştirecek oyuncuları var.
Sosa, Demba Ba ve Olcay skora etki edebilen oyuncular.
Gökhan Töre ise tam bir kafa karıştıran oyuncu kıvamında; sanki rakibi oyalayarak diğer arkadaşlarına boş alanlar ve pozisyonlar yaratıyor.
Kerim Frei da en az Gökhan kadar etki edebilecek kapasiteye sahip bir oyuncu, üstelik rakip ceza sahasının çevresinde faul alabilme becerisi de Beşiktaş’a çok önemli bir hamle üstünlüğü sağlıyor.
Genç ve gelecek vadeden bir takım kurgusu da Beşiktaş’ı potansiyel olarak önümüzdeki beş yıla hakim bir şekle dönüştürebilir.
Hep konuştuğumuz bir sıkıntısı var, o da belki gençliğinden, tecrübe eksikliğinden çok önemli maçların sonunu getiremiyor.
Fenerbahçe ve Galatasaray maçlarında Beşiktaş adına ortada bir takım izleyememiştik.
Zaman zaman takımlar hakemlerden rahatsız olabiliyorlar, iyi oynadıkları futbolun onlar tarafından sonuca bağlanamıyor oluşundan şikâyet edebiliyorlar, haksız çıkan bir kart, ataklarının gereksiz ofsaytlarla kesilmesi, çok kritik bir yerde verilmeyen bir serbest atış, penaltı, rakibin oyuncusuna gösterilmeyen ihtarlar vs. vs. vs…
Bu durumun sürekli tekrar göstermesi kuşkusuz bir feryada dönüşebilir. Takım yöneticileri böyle süreçlerde basının karşısına geçip hakem hatalarını gösteren açıklamalarda bulunabiliyorlar.
Maalesef bu Türkiye’nin doğallıklarından biridir.
Ayrı konu…
Ancak insan Beşiktaş ve Fenerbahçe karşısında izlediği Trabzonspor için dünkü karşılaşmada bir hakem hatası bile olsa bu türden bir feryadın nedenini anlayamıyor.
Hele maç öncesinde hakemin telefonla aranmasını anlamak bir yana nereye yerleştireceğini bile bilemiyor.
İşe yaradı mı?