Dün gece yatmadan önce Hürriyet’in bugünkü sayısını Ipad’ime yükleyip okumaya başladığımda manşetteki haber içimi sıktı, yüreğimi parçaladı.
“Göktürk’e tokat attım. Çünkü, ciddiyetsizdi. O tokat da hafif bir şekilde kendisini uyarmak içindi. Sıkıntı bu olayın orada kalmayıp, dışarıda anlatılması.”
Bu sözlerin sahibi kişi Milli Takımımız ve Galatasaray LH koçu Ergin Ataman’dır.
Sıkıntısına bakar mısınız? Yaptığı işten pişmanlık duymuyor da olayın dışarı çıkmasından rahatsızlık duyuyor.
“Bu olay yüzünden beni isteyen istediği yere şikâyet edebilir. Basketbol Federasyonu orada.. Ben her konuda oldukça rahatım. Ben başka hocalar gibi maç sırasında oyuncuma tepki verip, fiziki müdahalede bulunsam sporcumu küçük düşürmüş olurum. Soyunma odası nedir? Bir takımın yatak odasıdır. Orası bizim özel alanımız. Böylesine genç oyuncuları sorumsuz davranışlara itenler de menajerleridir.”
Ergin Ataman’ı kim nereye şikâyet edebilir ki? Kendisi daha birkaç ay öncesine kadar Türkiye ile Sırbistan’ın arasında diplomatik kriz çıkaracak seviyeye getirmiş, özenle korunmuş bir kişidir. Böylesine uluslararası seviyede dokunulmazlığı olan bir şahsiyet için 19 yaşında bir oyuncunun tokatlanması, dövülmesi çok sıradan bir vakadır.
“Evet, o tokadı attım. Ama bu uyarma mahiyetinde hafif bir tokattı. Ayrıca ben oyuncuma soyunma odasında tokat da atarım, hakaret de ederim”
Soyunma odasının kendi özeli olduğu ve burada istediği gibi at koşturabileceğini ifade eden Ergin Ataman’ın bu düşünme şekliyle tribünlerin de taraftarın özeli olduğu, istediğini kafasına göre yapabileceğini söylersek ne der acaba?
Herkes kafasına göre kendisine özel mülk tahsis edip, kafasına göre takılabiliyor mu?
Ergin Ataman neden kendisine tribünlerden tepki gösteren, küfür edenlere tepki gösteriyor ki? Kendi düşünme sistemine göre bu çok normal ve doğal değil mi?
Taraftar diyor ki, tribünler benim özelimdir, yatak odamdır!
Bu mudur?
Elbette değildir.
17 Yaşında geçen seneye kadar çok sevdiği basketbolunu oynayan “eski” bir sporcu babasıyım.
Oğlum basketbolu bu kendisini dünyanın merkezinde gören tuhaf zihniyete sahip koçların elinde hem oyuncak oldu hem de daha işin başında sakatlandı ve sonrasında da küserek sporu bıraktı.
11 yaşındayken U13 seviyesinde oynanan bir Efes Pilsen maçında takımı 50-0 gerideyken koçu tarafından oyun kurucu olarak sahaya sürülüp, iyi pas veremediği için kolundan saha ortasında tutularak kenara alındığı günü hiç unutmadım.
Bütün tribünlerin “ne oluyor?” diye birbirine sorduğu ortamda annesiyle ben sessizce gelişmeleri izledik.
Bu koç hala bir yerlerde altyapıda sporcu yetiştiriyor.
Birkaç sene sonra A Liginde mücadele ederken basiretsiz, yeteneksiz koçu tarafından 11 saniye oyuna sokulup çıkarıldığında sahada mücadele eden diğer sporcu arkadaşlarından çok daha iyi olduğunu bilen onlarca veli vardı tribünlerde.
Bu şekilde onlarca örnek anlatabilirim.
Maalesef bu durumu etrafıma “sporun fıtratında bu var, yapacak bir şey yok” diyerek açıklıyordum.
Türkiye’de sporun seviyesini yeteneksiz, kişilik bozukluğu olan, kendi gelişimini tamamlayamamış, muhtemelen de bir sürü iç çelişkisi olan bu koçlar, teknik direktörler belirliyor.
Bizler kenarda çocuklarımınız bu haksız rekabet ortamında, neredeyse ölüm kalım mücadelesi vererek aradan sıyrılması için gözlerimizi her şeye kapatarak sabrediyoruz.
Kişisel fikrim bunların egemen olduğu bir spor ortamında Türkiye’de sporcu falan çıkmayacağıdır.
İşte Euroleague seviyesindeki bir koçun oyuncusuna tavrı gözümüzün önündedir. Mesele basit bir tokat olayı değildir. Çünkü spor adrenalinin en üst seviyelere ulaştığı bir ortam yaratır ve her türlü eylem, kontrolsüzce oluşabilir.
Burada Ergin Ataman çıksa “ya, kontrolümü kaybettim, istenmeyen bir durumdu, konuştuk, çözdük” diyebilse okur geçeriz.
Oysa bu koç ne yapıyor?
“Orası benim yatak odam, oraya gireni severim de…”
Gerisini getirmeyelim, anlayan anladı.
Bütün bunlar olup biterken biz de çıkıp sahada olan biteni hiçbir şeyden haberimiz yokmuş gibi izleyeceğiz öyle mi?
http://twitter.com/uzaygokerman