Ersun Yanal’ın takımdan ayrılma sürecinin doğru yönetilememesi, yerine İsmail Kartal’ın atanması sezon başında Fenerbahçe’yi çalıştıran ve kadroyu yapan kişinin Aziz Yıldırım olduğu spekülasyonunu doğurmuştu. Peşinden Aziz Yıldırım’ın teknik direktörler konusunda yaptığı sivri çıkış bunu pekiştiren bir sonuç olmuştu.
Sonrasında Fenerbahçe’nin her başarısızlığında İsmail Kartal masaya yatırıldı.
Fenerbahçe’nin teknik direktörü olabilecek kapasitede olup olmadığı, bu yükü taşıyıp taşıyamayacağı sürekli gündem konusu oldu.
Neydi Aziz Yıldırım’ın iddiası; Fenerbahçe’yi şampiyon yapan teknik direktörler değil, takımdır, yönetimdir. Hiçbiri sonra gittiği kulüplerden bu başarıyı tekrar edememişlerdir. Bu nedenle Fenerbahçe’yi Ersun Yanal ile İsmail Kartal’ı çalıştırması arasında hiçbir fark yoktur.
Aziz Yıldırım’ın iddiasını destekleyecek o kadar çok örnek var ki.
Peki, bu bütün dünyada da böyle midir yoksa Türkiye gerçeği midir?
Ülkemizde her türlü yönetim şekli parçalara ayırmak ve bunlar arasında da rekabet yaratarak çatışma ortamı sağlamak üzerine kurgulanmıştır. Oysa parçaların birbirleri sayesinde varlıklarının anlamlı hale geldiği gerçeği çoğunlukla göz ardı edilen bir durumdur.
Bir şirketin başarısı genel müdürün ne kadar yetenekli oluşuyla ilişkilendirilir.
Kulüplerin başkanları, takımların koçları ve teknik direktörleri gibi…
Oysa bu bir süreç yönetimi ve toplam üretim başarısıdır.
Türkiye’deki altyapı gerçeğinin ne büyük bir fiyasko olduğunu geçtiğimiz haftalarda Ergin Ataman olayı özelinde yazmıştım. Altyapıdan sadece oyuncu yetişmiyor kuşkusuz, koç, teknik direktör, antrenör, hakem de yetişiyor ya da yetişemiyor.
Özgür Yankaya’nın hakemliği ortadadır. Bunca olumsuz ve kötü örneğe rağmen nasıl oluyor da daha iyisini yetiştiremeyip, her geçen gün külahımıza anlatacağımız reflekslerine bile hâkim olamayan en beceriksizini çıkarıyoruz?
Bu soru cevaplandırmaya muhtaçtır!
Türkiye’ye gelen yabancı teknik direktörlerin en büyük sorunu kadrosunda bulunan oyuncuların temel spor bilgisi eksikliğiydi. Bazen günlerce oyuncusuna doğru şut nasıl çekilir, topa nasıl vurulur, topla nasıl koşulur, hareket halindeyken nasıl pas verilir gibi detayları göstermekle zaman harcarlardı.
Yabancı teknik adamların hızla sayısının azaldığı günümüzde çok şükür futbolcu kardeşlerimizin böyle dertleri yok.
Temel futbol bilgisi zayıf olan sporcunun başarısı maalesef onun doğal yeteneklerine veya üst düzey çalışmasına bağlı kalıyor.
Rıza Çalımbay, Bülent Korkmaz gibi örnekler çok çarpıcıdır. Bu oyuncular teknik yetersizliklerini başka şekillerde kapatmışlardır.
Türkiye’de teknik direktörlük makamı da bu gerçeklerden farklı değildir.
Ülkemizde bir teknik direktörün futbol konusunda ne kadar derinliğe sahip olduğunu anlamak istiyorsanız onu maç yorumu yaparken ya da bir spor programında yorumcu olarak nasıl analiz yaptığıyla çok kolay bir şekilde değerlendirebilirsiniz.
Bununla ilgili biraz kafa patlatıyorsanız bu teknik adamın teknik direktörlük yaptığı zamanda önceki konuştukları, yorumlarıyla veya analizleriyle ve maç sonunda yaptığı açıklamalarla çelişip çelişmediğini kontrol edebilirsiniz.
Aradaki farkın gece ile gündüz kadar farklı olduğunu görürseniz şaşırmazsınız.
Aynı farkı hakemlerin sahadaki kararları ile bir yerde ya hakem hocası ya da yorumcu olduklarında da görmeniz rastlantı değil tamamen eşyanın doğasına yani Türkiye gerçeğine uygundur.
Son 15 senede 12 eğitim sistemi değişmiş bu ülkedeki en büyük sorun standartsızlıkken buradan tutarlılığa dair bir şey çıkmasını beklemek fazla iyimserlik olur.
Türkiye’de hangi teknik adam için çıkıp işte bu fark yaratır? Diyebiliriz ki?
Mustafa Denizli mi, Fatih Terim mi? Yoksa Şenol Güneş mi?
Türkiye’de Fatih Terim’e sunulmuş şans, ortam başka kime altın tepsiyle hediye edilmiştir ki?
Fatih Terim’in etkisi sportif midir yoksa sosyal mi? Daha bunu bile tartışmış, sonuca bağlamış değiliz.
Bir teknik direktör düşünün ki bir hafta içinde oynayacağı iki maça birbirine benzemez kadrolar ve taktik düzeniyle çıksın ve buna da reform, Rönesans, yeniden yapılanma adı versin.
Mustafa Denizli? Sürdürülebilir istikrarlı bir teknik direktörlük geçmişinden söz edebiliyor muyuz? Maalesef!
Mustafa Denizli’nin son dönem Beşiktaş macerasını çok yakından takip etme şaşımız olmuştu. Bugün maçları yorumlayan Mustafa Denizli’ye aynı kişi olduğuna inanmak o kadar güç ki.
Futbol sahadaki futbolcunun işini ne kadar önemsediği, ciddiye aldığı ve bunu bilerek oynayarak sahaya yansıttığı ile orantılanarak değerlendirilebilir.
Teknik direktörlük makamı dünyadaki benzerlerinde gördüğümüz gibi yapısal organizasyonunu tamamlamış futbol kulüplerinin istikrarlı bir şekilde yönetilmesini sağlayan bir yerdir. Buradaki temel kriter bir futbol modelinin oturtulması, buna bağlı oyuncu seçimlerinin sağlanması ve taktiksel süreçlerin takip edilmesidir.
Porto, Ajax, Bayern Münih gibi örneklerin teknik direktör sorunu olduğunu hiç duyduk mu?
Ya Barcelona?
Real Madrid’in çok uzun yıllar Del Bosque ile yakaladığı başarı çizgisi özünde teknik adam tercihi değil, kulübün gelenekleri ve sürdürülebilir başarı çizgisiyle sağlanmıştır.
Del Bosque şimdi bu çizgiyi İspanya Milli Takımıyla devam ettiriyor.
Manchester United ile Alex Ferguson, Arsenal-Arsene Wenger ilişkisi bunu çok daha farklı boyutlara çıkarmıştır.
Buradan Fenerbahçe özeline geri dönebilirsek;
Daum-Zico-Aykut Kocaman süreci Fenerbahçe’nin bir kadro ve sistem istikrarının oturtulduğu dönemdir.
11 yıllık bu sürecin içine Fenerbahçe 5 şampiyonluk, 2 son maç enkazı sonrası kaçan şampiyonluk ve 3 de ikincilik sığdırmıştır. Sadece Aragones bu çizginin dışındadır, bunun nedenlerini de burada çok tartıştık.
Ersun Yanal bu istikrarlı yapının içinde şartların da verdiği imkânla Fenerbahçe’yi sanki uçurmuştur.
Fenerbahçe bugün de uçuyor. Galatasaray ve Beşiktaş geçen seneki başarı çizgisine geri dönmüş olsa Fenerbahçe hala puan farkıyla liderdi.
İsmail Kartal bu modellemenin içinde ne başarısı ne de başarısızlığı abartılmaması gereken bir unsurdur. Onun en büyük eksikliği Fatih Terim gibi sosyal bir vizyonunun olmamasıdır; yoksa sanmayın ki İsmail Kartal, Fatih Terim’den daha az futboldan anlar, bilir.
Maalesef Aziz Yıldırım objesinin hem Türkiye hem de Fenerbahçe içindeki maalesef giderek daha da sevimsizleşen görüntüsü doğruları görmemizi ve konuşmamızın önüne geçiyor.
Bir maalesef daha diyeceğim; Aziz Yıldırım’ın son 15 yılda Fenerbahçe’ye ve Türkiye’ye kazandırdığı çok şey var. Başkan bütün bunları kavga ederek ve tüm sevimsizliğiyle uygulamaya soktuğu için biz onun ne yaptığını değil nasıl yapıyor olduğunu görüyor ve tartışıyoruz.
Pazartesi gecesi hakeme rağmen Fenerbahçe’nin Akhisar’ı oynadığı futbolla 6-7 fark ile yenmesi gerekiyordu. 2 metreden gol atamayan Emenike, çok müsait durumda şartları zorlaştıran Gökhan Gönül Fenerbahçe’nin maçı kaybetmesinin vizyondaki sebebidir. Emenike’nin veya Gökhan Gönül’ün bu akıl almayacak kaçırdığı fırsatlar, Fenerbahçe’nin rakibi sahadan silen futbolu işte bu 11 yıllık istikrar döneminin sonucudur.
Ancak Türkiye’de kafalar hep başka hesaplar peşinde olduğu için biz yine konuşmamız gerekenleri değil tamamen magazinel saçmalıklara konsantre oluyoruz.
İnsan rahatı sever, konformizme bayılır. Oturduğu yerden hep keyif alacak şeyleri arzular.
Maalesef bu bizim spora bakış açımızı, algımızı, yönetimimiz de belirleyen bir paradigmadır.
http://twitter.com/uzaygokerman