Akşama saat sekizde Fenerbahçe-Bursaspor maçıyla başladık, saat 23.30’a geldiğimizde Fenerbahçe Ülker Euroleague’de dörtlü finallere katılmak üzere Tel Aviv deplasmanından zafer kazanmıştı.
Her iki karşılaşmanın birbiriyle kesişmesi Fenerbahçe’nin bir spor kulübü olduğunu bir kere daha bize göstermiş oldu.
Fenerbahçe Ülker’in F4 zaferini elde ettiği dakikalarda Türkiye’de 11 cm’lik ofsayt tartışmaları devam ediyordu. Futbolu tuvalet kâğıdı referansı seviyesinde anlayabilen ve değerlendiren yorumcu dünyamız için 16 gün önce Fenerbahçe’nin yaşadığı suikasttan çok daha önemli bir detaydı bu konu.
Öyle olacak ki metrobüste ayakta kalsa bunu bile hileye bağlayıp, sonra da bu bizim işimiz değil diyecek Bursaspor teknik direktörü karşılaşma sonunda sıcağı sıcağına hemen kaybettiği karşılaşmanın teknik detayından önce buna odaklanmıştı.
Evet, 11 cm. ofsaydı konuştuğunuz kadar 4 Nisan’ı konuşup, tepkisini gösterebilseydiniz Türkiye’de bir şeyleri değiştirirdiniz ama olmuyor, yetmiyor.
Maalesef Türkiye hala 4 Nisan olmamış gibi davranmaya devam ediyor, üstelik yine Fenerbahçe’yi şaibe altına alarak, hedef göstererek yapıyor.
“Biz tecrübe olarak, hilelere alışkın değiliz.”
Ne
Hani “futbol enteresan oyun” ile başlayan cümleler vardır ya peşinden bir dizi tuhaflıklar sıralanır, beklenmedik şeylere dair vurguların altı çizilir, işte Trabzonspor-Galatasaray maçı için de bunu söylemek mümkündür.
Öncelikle bu karşılaşmayı Trabzonspor nasıl kazandı, daha önemlisi Galatasaray neden kaybetti anlamak gerekiyor.
Trabzonspor her ne kadar çok etkili oynuyormuş gibi göründüğü dakikalar varsa da buna neden olan Galatasaray orta alanında yer alan boşluklar olduğunu görebilmek gerekiyor. Öyle olduğu için de Galatasaray’ın stoper bölgesinde oynayan futbolcusu Chedjou’nun ön libero bölgesine kadar çıkarak rakip takımı burada karşılamak zorunda kaldı.
Hamit çıktıktan sonra burası tamamen boşaldı.
Ancak yıllardır kenarda pas tutturulmaya çalışılan ancak ısrarla her seferinde ne kadar etkili bir oyuncu olduğunu gösteren Emre’nin girmesi Galatasaray adına orta alan ve savunmanın önünde büyük bir boşluk yaratmış olsa da hücuma dönük aksiyon Trabzonspor’un ileri çıkış hızını kesti.
İlk yarı Emre Çolak’ın kusursuz şutunun direkte patlaması futbolcu adına şanssızlıktı. Geri dönen topun Burak’ın kafa dokunuşuyla dışarı çıkmasıysa beceriksizlikti.
Emre’nin oyuna
İlk maçın hikâyesinin ne kadar önemli olduğunu bu karşılaşmayı izlediğimizde çok daha iyi anlamış olduk.
Fenerbahçe Ülker’in 11 sayı geriden gelerek kazandığı sadece serideki bir maç değildi, hem rakibine ne kadar güçlü, dirençli ve pes etmeyen bir takım olduğunu gösterdi, hem de kendisine çok değerli bir özgüven duygusu da vermiş oldu.
Ve dün akşam bu özgüven duygusunun takımı ne kadar rahatlatmış olduğunu, net olarak izledik.
Sezon boyu üç sayı çizgisinin gerisinden atış yapmaktan ısrarla kaçınan Emir’in sahanın en köşesinden belki de hiç de görmeye alışık olmadığımız yerden Maccabi potasına gönderdiği, resmen Obradovic’in elinde şekillenmiş genç Kenan Sipahi’nin cesaretle attığı üç sayılık basketler Fenerbahçe Ülker’in final yolundaki önemli bir eşiği aşmış olduğunun belirtileriydi.
Obradovic bize basketbolu yeniden öğretiyor, gösteriyor.
Her maçta bir öncekinde kenarda beklettiği bir oyuncuyu oyuna sürüp hem takımının dengesini kuruyor hem de oyuncularını bütün bir sezona yayılan mücadelenin içinde diri, güçlü ve hazır tutuyor.
Dün gecenin ilk çeyrekte Maccabi’nin bütün direncini kıran oyuncusu Semih Erden’di. Pota altında peş peşe yaptığı smaçlar hem takımı
Karşılaşmanın 26. Dakikasında Tyus gösterişli bir basket atarak durumu Maccabi lehine 54-43 yapmakla kalmıyor, bir anlamda bu maçı kazanacaklarına dair özgüven duygusuyla Obradovic’in aldığı mola nedeniyle kenara bir başka havayla geliyordu.
O sırada koç Obradovic’in yüzündeki ifade 11 sayılı farka rağmen fazlasıyla kendisinden emin ve biraz sonra çizeceği setin sonrasında sanki karşılaşmanın bütün hikâyesinin değişeceğine dair yaşanacakları önceden bilen bir kahinin sakinliğine sahipti.
Ve mola sonrası ilk hücum…
Emir biraz sonra üç sayılık baskete dönüşecek pası veriyor; Bogdanovic karşılaşmanın kaderini belirleyecek atışı yapıyor.
46-53…
Yaklaşık dört dakika sonra çeyrek biterken salondaki tüm Fenerbahçe taraftarı ayağa kalkmıştı, çünkü periyot tamamlanmış ve Fenerbahçe Ülker 59-58 önde tamamlamıştı.
Bütün spor olaylarında bilinen bir gerçek vardır ki geriden son sürat gelerek karşılamayı ağırlığını koyan takımlar asla maçı kaybetmezler.
Dördüncü periyot başlarken Maccabi bu maçı kaybedeceğini anlamış, Fenerbahçe Ülker’li oyuncularsa son çeyrekte taraftarına nasıl daha güzel bir gösteri sunabilirim arayışına girmişlerdi.
Bu ülkede Fenerbahçe nefretinin bir tarihi, nedenleri ve hiç kuşkusuz aktörleri var.
Lafı hiç evirip çevirmeden söyleyelim, Fenerbahçe nefretinin gerisinde hiç kuşkusuz Fenerbahçe’nin ve Fenerbahçelilerin kendisinin de çok büyük katkısı var.
Ali Şen, Ömer Çavuşoğlu ve Aziz Yıldırım son 40 yılda en çok konuşulmuş ve Fenerbahçe’den nefret edilmesini sağlamış Fenerbahçelilerdir.
Ancak nefret olgusu üç kişiyle açıklanacak bir duygu olamaz hiçbir zaman. Bu görünen ve çok bilindik, popüler sebeplerdir. Toplumsal tepkileri ve olayları bu kadar basit ölçülerle değerlendirirseniz, aslında onları anlamanın da önüne geçersiniz.
Türkiye’de Fenerbahçe nefreti veya Fenerbahçe’den nefret edilmesinin sağlanması bir projedir.
Ben bu projeyi arşivleri inceleyerek, kim ne yapmış derin incelemeler, araştırmalar yaparak öğrenmedim; şahsen gördüm, yaşadım, izledim ve özellikle 1990’lı yılların sonu ve 2000’li yılların başında da tüm süreçlerin sonuçlarını birleştirerek bir senteze vardım.
Size o kişi bu kişi şeklinde isim vermeyeceğim. Türkiye’de Fenerbahçe nefretinin mimarları bellidir. Bugün kişileri konuşmak anlamsızdır.
Saldırıdan sonra duygularını net olarak ifade eden ilk açıklama Kuyt’tan gelmişti. Ne diyordu Hollandalı;
“Hala elim ayağım titriyor. Ayakta zor durabiliyorum. Dik durmak istiyorum, kötü şeyler düşünmek istemiyorum ama ağlıyorum ve kendime engel olamıyorum şu anda. Gözlerimden yaşlar geliyor. Ben bu şekilde devam edemem”
O otobüsün içinde olmamasına karşın sanki her şeyi yaşamış gibi arkadaşlarının başına gelen suikast girişiminin bütün ayrıntılarını tekrar tekrar kafasında kuruyor ve hissediyordu. Facia 2 saniyelik bir refleks sayesinde önlenmişti.
Planlı ve organize bir pusu kurulmuştu. Pusuyu kuranların tek bir hedefi vardı, içinde 40 kişilik Fenerbahçe kafilesini taşıyan otobüsün yoldan çıkarılması sayesinde bu ekibin mümkünse hepsinin, yok öyle olmuyorsa en azından birkaç tanesinin ölmesini sağlamaktı.
Kuyt bunu ayırt etmiş ve kendisi olmasa bile arkadaşlarının yaşayacakları bu sonu düşünerek tepki vermişti.
Sadece o değil ki;
Alves: “Türkiye dışarıdan sürekli bombaların patladığı bir Ortadoğu ülkesi gibi duruyor. Ailem ve sevdiklerim buradan ayrılmamı istiyor.”
Türkiye’de 4 Nisan 2015’te bir suikast teşebbüsü yaşandı. Suikast girişimi Trabzon’daydı, hedef içinde 40 kişilik Fenerbahçe futbol takımı kafilesiydi.
Pusu kurulmuştu.
Hani “tüfek icat oldu, mertlik bozuldu” diyor ya atalarımız, işte böyle bir şey vardı ortada.
Tarihimizin en karanlık sayfalarında olduğu gibi tüm cesaretini pusu kurmaktan alanlar yeni bir eylem planı yapmışlardı.
Bu pusunun bir benzeri 3 Temmuz’da da kurulmuştu!
Kafileyi taşıyan otobüs şoförü vurulacaktı.
Böylece saatte yaklaşık 90-100 km yapan araç kontrolden çıkacak, önce bariyerlere çarpacak, sonra yoldan çıkacak ve peş peşe taklalar atarak artık nerede duracağı belli olmayan, içinde belki de onlarca cana mal olacak bir sona doğru yol alacaktı.
Ve bu sabah gazetelerin manşetlerinde insanların çoğu zaman en yakınından daha çok sevdiği Fenerbahçe’li futbolcuların bir kısmının fotoğraflarını görecek ve kahrolacaktık.
Türkiye’ye dışarıdan gelmiş ve son beş yılda yaşananları öğrenmek isteyen biri “3 Temmuz’da ne oldu?” diye sorsa bugün futbol kamuoyunu meşgul eden bu ortamı göstererek “işte tam da böyle bir şey oldu!” diyebileceğimiz bir ortam var.
Dün Beşiktaş Spor Kulübü’nün Televizyonu maçın devre arasında koridorlarda yaşanan gerilimi gösteren küçük bir video yayınladı.
Görüntülerde bağıran biri olduğu duyuluyordu; biz bunun kim olduğunu Emre’nin yüzünü görerek anlamıyoruz. Ama biliyoruz. Ne söylüyor Emre?
"Şerefsizler gibi yüzüme bakıp da gider, tamam mı? Her maç geliyor, her maç yedikleri aynı b.k, tamam mı. … Ben f.ck off deyince, ben bir şey diyor oluyorum. Söyle ona bir daha el hareketi yapmasın, anam avradım olsun, İstanbul burası."
Bu sözleri için Emre’yi savunacak ya da onu anlamaya çalışacak değiliz. Ancak bu görüntüler hangi amaçla gösteriliyor bunu sorup cevabını aramamız gerekiyor. Çünkü Türkiye’de öyle bir algı mühendisliği var ki insanlar yapmadıkları şeyler yüzünden bütün ömürlerini cezaevinde geçirecek cezalar alabiliyorlar ve birkaç yıl sonra Devletin en başındaki kişi çıkıp “kandırıldık” diyebiliyor.
3 Temmuz farklı değildi.
Neye inandırılmamız isteniyor?
Em