Geçen sezonun en kritik karşılaşması Sivasspor’du Fenerbahçe için; kazanması halinde büyük bir ihtimalle şampiyonluğa ulaşacağı bir maçı kaybetmişti, tıpkı bir önceki sezon gibi.
Sivasspor Süper Ligin kendine göre bir istikrarı ve ortalaması olan ve bunu de hiç kaybetmeyen bir takımı.
Geçen sezonu 5. ondan öncekini 4. de tamamladı ve üst üste iki sezon Avrupa kupalarına katılma hakkı elde etti.
Rıza Çalımbay, Galatasaray-Fatih Terim istisnasını bir kenara bırakırsak Süper Ligde kendine göre o da istisnai bir durum yaratarak Sivasspor’da uzun yıllardır görev yapıyor.
Bunun hakkını ve ölçüsünü bir kere ortaya koymak gerekiyor.
Fenerbahçe’nin geride bıraktığı son 3 sezondaki istikrarsızlıklarıyla birlikte bu döneme nasıl bir tablo ile başladığını da...
Bu maçın 90+7. Dakikasında gol atıp kazanmış olsaydı karşılaşmanın zorluk derecesi ve sonuna kadar mücadele eden takım gerçeği konuşulacaktı futbol kamuoyunda.
Peki Fenerbahçe uzatma dakikalarında o golü bulacak pozisyonlar üretebildi mi veya onu istedi mi?
81. dakika...
Vitor Pereira 3 golle büyük katkı veren Enner Valencia’yı oyundan çıkarıyor, yerine 18 yaşında henüz doğru düzgün hiçbir yerde profil fotoğrafı olmayan Fatih Yiğit Şanlıtürk’ü oyuna alıyor.
O dakikadan sonra Fenerbahçe’nin ileri üçlü dizilişi yaş ortalaması 18; Arda (16), Fatih (18), Muhammed (20) haline geliyor.
Hiç abartısız herhangi bir seviyede hazırlık karşılaşmasında dahi göremeyeceğimiz bu durum UEFA’nın 2 numaralı kupasında gerçekleşiyor.
Bir daha görür müyüz bilemem ancak bu durumun çok değerli olduğu gerçeği önümüzde duruyor.
Hikaye bu değişikliklerle bitmiyor.
Büyük bir ihtimalle 88. Dakikada durum 3-2 olunca kafalardan şu geçiyor “Vitor Hoca fazla ileri gitti, Avrupa macerasının şakası olmaz!”
Evet, geçen hafta 90. Dakikada kazanılan serbest vuruşun başına Arda geçip topa Sosa vurunca eleştirdiğimizde işte tam da bu mealde tepkiler gelmişti.
Dakika 87.
Maç sıkışmış ve neredeyse de 2 puan avuçtan gitmek üzere...
İnanılır gibi değil; oyuna 16 yaşındaki Arda Güler giriyor.
50 yıldır futbolu aynı at gözlüğü ile yorumlamaya devam eden bakış açısına göre bu değişiklik olsa olsa “Ağam bizimle eğleniy” şeklinde tepkiyi hak ediyor.
Aynen Helsinki maçında Arda’nın topu alıp o serbest vuruşu kullanmaya teşebbüs etmesine verilen gibi...
“O kadar da değil!”
Aksine tam da o kadar işte!
Arda oyuna giriyor, olması gerektiği yerde koşuyor, rakibini üzerine çekiyor ve karşılaşma boyunca sürekli ıslıklanarak izlenen Samatta’dan aldığı pası Zajc’a uzatıveriyor ve o da çok düzgün bir vuruşla 3 puanı getirecek perdeyi açan golü atıyor.
Dakika 90.
Nazım tek başına ceza sahasına doğru hareketlenmişken tam çizginin üzerinde düşürülüyor, bir ayağı rakip ceza alanının içinde diğeri dışarıda; darbeyi dışarıdaki ayağına alıyor.
Penaltı mı değil mi bir tartışma konusu olduğu kesin ama Fransız hakem “faul dışarıda” diyor ve serbest vuruş veriyor.
Tribünlerden ‘Arda, Arda’ sesleri yükseliyor.
Topu eline alıyor Arda, vurma hazırlığı içinde hatta Fransız hakem de serbest atışı onun kullanacağını düşünerek uyarılarda bulunuyor.
Ancak biraz geri planda duran Sosa, genç oyuncuya kendisinin kullanacağını işaret ediyor.
Arda “what” ile “why” arası bir şey söylüyor ve yüzündeki ifade düşüyor.
Geçen sezon Fenerbahçe’de 4 gol atabilmiş Sosa gelip topa vuruyor ve barajdan dönüyor.
Hangi boyuttan yaklaşırsanız yaklaşın Süper Ligin en kırılgan ve hassas dengeler üzerinde duran takımı Fenerbahçe’dir. Bu nedenle Fenerbahçe’yi değerlendirmek, sonunda ilk söylediğiniz yere de çıksa hem kolay hem anlamlı değildir.
Neredeyse 60 senedir her sezon başında ve sırasında “bu sene Fenerbahçe’yi şampiyon yapacaklar” ne kadar boş bir söylemse, “bu Fenerbahçe’den hiçbir şey olmaz” ifadesi o kadar niteliksizdir.
Çünkü yorumculuk artık böyle kolay ve vasat bir çerçeve içine sıkışmamalıdır.
Dünkü maçın ne kadar eksiği varsa zaten hepsini bütün gün okuyup dinleyeceksiniz. Ben size başka bir yerden pencere açarak anlatmaya çalışacağım.
Son 40 yıl içinde Fenerbahçe’ye bir oyun sistemi yerleştiren ve bununla da başarıya ulaşan 3 önemli teknik adam gelmiştir. Bu teknik adamları ayrıcaklıklı yapan yerleştirdikleri taktik kurgunun sadece kendi dönemleri ile sınırlı kalmamalarıdır.
Kimlerdi;
Bu kadar mı; Fenerbahçe’ye gelen çok değerli teknik
Fenerbahçe’de 3 yıl sonraki Kongre heyecanı çok daha keskin çelişkiler ve karşıtlıklarla sona erdi. Hemen bir gün önce Aziz Yıldırım’ın 2 saat süren basın toplantısında söyledikleriyle oluşan gündem onun dışına çıkmaksızın genel olarak bir cevap verme çerçevesiyle sınırlandı.
Bu tarafından bakıldığında bir Kongre niteliğine ulaşıp ulaşılmadığı da akıllarda soru işareti olarak kaldı.
Aziz Yıldırım 3 yıl sabırla sustu. Çok ağır bir yenilgi almıştı; bunu kabullenebilmek, hazmedebilmek hiç kolay değildi. İçindeki duyguların ne kadar birikmiş olduğu da daha ağzından ilk çıkan cümleleriyle birlikte görüldü.
Susmak, hele 20 sene yönetmiş olduğunuz Kulüp’ten hemen her fırsatta “arkanıza büyük bir enkaz bırakarak ayrıldığınızın” konuşulduğu bir ortamda hiç kolay değildir.
Susabilmenin kolay olmadığını da bize ertesi gün Başkan Ali Koç gösterdi.
Sn. Aziz Yıldırım’ın söyledikleri kesinlikle bir cevap hakkı doğuruyordu ancak yeri ve zamanını ayarlamak önemliydi. Burası Fenerbahçe Spor Kulübü’nün Kongresi mi yoksa Aziz Yıldırım’a cevap verme platformu muydu; geçen dönemin bir değerlendirmesi, gelecek 3 yılda neler planlanıp, programlandığı ile ilgili geleneksel Başkan özetinin
Futbol kulüplerinin sahiplendirilmesi ile ilgili tartışma uzunca süredir bir kurtuluş reçetesi olarak gündemdeki yerini koruyarak sürüyor.
Buna yakın zamanda Fenerbahçe Spor Kulübü Başkanı Ali Koç’un gazetelerin ekonomi servislerinin yazarlarıyla yaptığı sohbette dile getirdiği “sahiplik modeli olmadan bu iş yürümez” sözlerinin eklenmesinden sonra kuşkusuz tartışmanın ağırlık merkezinde bir değişiklik olacağını da öngörmek gerekiyor.
Avrupa’da özellikle de Premier Lig’de bu modelin zaman zaman imrendirecek kadar güzel işlemesi futbolumuzun yaşadığı sıkıntılara kendi başına fikir üretmekten malül kişi ve gruplar için güzel bir can simidi oluyor.
Bu toprakların en temel sıkıntısının kolaycılık, kopyacılık, modellemecilik, benzeştirmecilik, taklitçilik olduğunu son iki yüz yılda defalarca kere pratik ettik.
Bir diğer sıkıntının sabırsızlık, hemen ve bir an önce sonuca varma telaşı olduğunu zincire halka şeklinde eklememiz yerinde olur.
Neler yapılabilir üzerine kafa yormadan önce şu soruyu sormak gerekiyor.
Sahiplik müessesine geçişte, futbol kulübünü kara para aklama aracı olarak kullanmak isteyecek kişi ve grupların satınalmasının önüne nasıl geçilebilecektir? Bu
Bizim çocukluğumuzda bu pozisyon “Milli Takımlar Teknik Direktörü” diye değil, “Milli Takımlar Genel Seçicisi” diye anılırdı. Mesele, Ligde mücadele eden takımlardaki en iyi oyuncuyu bir araya getirip, kazanacak onbiri bir araya getirmekti. Hatta bu bazen öyle yerlere giderdi ki Milli maça denk gelen ligde haftanın karmasına seçilen futbolculardan takım kurulurdu.
Zaten teknik taktikten çok; futbolcu kalitesi ve becerisinin ön planda olduğu bir döneme denk düşüyordu.
Avrupa ve dünyada yaklaşık olarak böyle bir süreç yaşanıyor olsa da özellikle 80’li yıllardan itibaren teknik, taktik, oyun kuran teknik direktörler yavaş yavaş ön plana çıkmaya başladı.
2000’li yıllarda futbolda teknik direktörün ağırlığı ve etkinliği daha belirgin hale geldi.
Ülkemizde sanki teknik direktörler böyleymiş gibi “rol çalıyor” olsalar da işin ucu öyle değil.
“Öyleymiş gibi algısı” ise her şeyin önünde gitmeyi sürdürüyor.
Öyleymiş olmasının yanılgısı maalesef spor kamuoyu tarafından da sürdürülüyor. Bu kamuoyunun içine sadece taraftarlar girmiyor; yöneticisi, idarecisi, yorumcusu, sporcusu ve tabii ki teknik direktörü de algıyı besliyor.
“Bu bir paradigmadır;” kuşkusuz ve kesinlikle kökten