Futbola “vasatizm” kelimesi, Aziz Yıldırım’ın son yıllarında yaptığı transferleri, özellikle de Aykut Kocaman dönemindeki oyunu ve teknik adamın çalışmayı tercih ettiği oyuncu grubunu eleştirmek üzere Serdar Ali Çelikler tarafından piyasaya sürüldü.
Aykut Kocaman’ın Alex ile yaşadığı sorun sonrasında takım üzerinde inisiyatif almak üzere yaptığı tercihler, sanki teknik direktörün yıldız futbolcularla çalışmak istememesi şeklinde algılanmaya başladı.
Birinci Pereira döneminde Robin Van Persie arasında gelişen problemler mevcut Fenerbahçe yönetiminin vasat futbolculara yöneldiği şeklindeki o popüler söylemi daha güçlendirdi.
“Yönetilemeyen Büyüklük Fenerbahçe” kitabında çok detaylı bu konu üzerinde yazdım ancak yeri geldiği için özet geçeyim; Van Persie Türkiye’ye geldiğinde %100 oynayacak bir kapasitede değildi. Zaten bununla ilgili detaylar, sonrasında sıklıkla yönetimin transfer sürecini planlama ve yönetmesi konusunda yoğun eleştiriye uğradı.
Bu durum bir sonraki sezon Advocaat döneminde biraz daha veriye dayalı bir bilgiyle desteklendi. Teknik direktör ile futbolcu arasında geçen diyaloğu biliyorum; Advocaat, iki ayağının ölçümlerini futbolcunun önüne koyup sormuş:
Fenerbahçe’nin zor bir sürece girdiğini yazdığımdan bu yana 3 ay geçti. O günlerde yaşanacakları üç aşağı beş yukarı tahmin etmiş, şansın Vitor Pereira’nın yanında olmasını dilemiştim.
Olmadı.
Neden başaramadığı da şansızlık değil, Fenerbahçe’nin hem genlerinin hem de özellikle yeni yönetimin yarattığı futbol ortamının sonucu olduğu da açık seçik ortada duruyor.
Her şeyin bu kadar belirginleştiği bir gündemde kuşkusuz artık daha net cümleler kurmak da işimizin gereği haline geliyor.
Öncelikle; Kulübün amiral gemisi, belki de varlık sebebi olan futbolun bu yönetime en uzak hatta bilmediği bir branş olduğunu yazalım.
3 Haziran 2018’den itibaren yönetimin içinde veya çevresinde yer alan ve futbolla ilgili olan herkesten söz ediyorum.
Bir kısmını şahsen tanıyordum; yönetime gelmeden önce hala konuşabiliyorken söylediklerini dinlerken, sosyal medyada yazdıklarını okurken aslında bunun emarelerini görebiliyorduk.
Ancak o seçim atmosferinin ve Aziz Yıldırım’dan bir an önce kurtulma refleksinin yarattığı ortam
Karşılaşmanın bitiş düdüğünden sonra yazının başına hemen oturmadan önce düşünmek için bir süre bekledim; “biz şimdi ne izledik, nasıl bir maç oldu ve sonuçlandı?” diye.
Fenerbahçe şampiyon olmak istiyor mu?
İstiyorsa da nasıl şampiyon olunacağını biliyor mu; bir fikri var mı?
Sahaya kazanmak için mi çıkıyor yoksa kendi kendine kaybetmek için mi?
Fenerbahçe olgun; sakin kalabilen, ne yapacağını ve kazanacağını bilen, buna göre sahada oynayan bir ekip mi?
Teknik direktörü ile oyuncu grubu aynı doğrulara inanıyor mu?
Teknik direktörü, oyuncu grubu, yönetimi ve taraftarı aynı frekansta mı?
Nedir bu şanssızlık, beceriksizlik, başarısızlık hatta artık yeri de geldiği için yazacağım, süre gelen aptallık?
3 Büyükler son yıllarda futbolun ve Süper Ligin kalitesini yükseltmek, izlenirliğini artırmak adına kafa yoracaklarına, birbirlerinin önünü kesmek için uğraştıklarından bu sezon yarışın onlarca puan gerisine düştüler.
Buralarda öğrenilecek çok fazla ders var, her takımın kendisine çıkaracağı başka notlar da var ancak bir gerçek var ki “büyüklük” olarak isimlendirilen etiket artık bu sezona ait değil, maziden kaynaklanan bir gerçeklik.
Kuşkusuz Fenerbahçe’nin dertleri çok daha başka; yıllardır hepsini detaylıca tartıştık; yazdık, konuştuk...
Fenerbahçe öğrenmeyi beceremeyen bir kurum haline geldi; sorunlar ne kadar ortada olursa olsun artık kakofoniye dönüşmüş olan o çoksesliliğin arasında kaybolup gidiyor. O kadar farklı ses, görüş, eleştiri geliyor ki bu ortamda sakin kalarak yapısal anlamda sağlam bir çerçeve oluşturabilmek pek mümkün olmuyor.
Fenerbahçe dün Jahovic’ten (Göztepe değil, yanlış anlaşılmasın) öylesine sıradan bir gol yedi ki yani neresini düzeltmeye çalışsan elinde kalacak bir durumun karşılığıydı.
İlk on birler açıklandığında genel anlamda ortaya koyulan eleştiri “yine yeni bir takım deniyor” oldu.
Tespit çok doğru; çünkü Vitor Pereira uzunca bir
Süper Ligin en büyük derbisini Fenerbahçe kazanarak kendisi için hayati soluk anlamı taşıyan çok değerli 3 puanı almış oldu.
Galatasaray-Fenerbahçe maçlarının taktiği, dizilişi, tekniği olmaz.
Ne olur?
Çok güçlü sinir sistemi, daha güçlü mücadele, ayakta kalabilme becerisi, rakibin karşısında dik durabilme ve biraz da şans tabii.
Aslında son yıllarda Fenerbahçe bu saydıklarımızdan hep yoksun çıkıyor derbilere ve çoğunlukla da kaybediyor.
“Bu sefer süreci iyi yönetmeyi başardı ki kazandı” diyebiliriz.
Galatasaray’ın kaybetme nedeni öncelikli olarak sinirlerine hakim olamamasıydı; kuşkusuz başlıca etken de Fatih Terim’di; karşılaşmanın en başından sonuna kadar kenarda sakin kalmayı beceremediği için hem sürecin gelişini göremedi hem de takımını sahada kontrollü tutamadı.
Oysa 1970’li yıllardan bu yana kaç defa futbolcu kaç kere de teknik direktör olarak bu derbilerde neyin kazandıracağını veya kaybettireceğini çok iyi deneyimlemiş olmalıydı; geçen sezon Kadıköy’de ka
Tarihinde ilk defa üst üste dört yenilginin kıyısından döndü. Bunu yazıyor olmak bile Fenerbahçe’nin neler yaşadığına dair bir ipucu veriyordur sanırım.
2-0 hatta 3-0 geriye düşmek Fenerbahçe gibi bu skorların altından kalkacağını defalarca kere ispat etmiş tarihe sahip bir kulüp için sorun olmalı mıdır?
Hele rakip Kayserispor’ken...
Ama mesele rakibin kim olduğu değil; ne sahadaki oyuncu ne taraftar 1-0 yenik duruma düştüğü an o karşılaşmanın geri döneceğine dair bir inanç taşıyor!
Defalarca kere yazdım burada böyle zamanlardan kurtuluş için ancak mucize bekleyebilirsiniz.
Takımın golünü atmış futbolcuyu tribünler ıslıklıyor, yuhalıyor.
Neden?
Çünkü bir sorumlu aranıyor!
Sezonun 11. haftası oynanıyor, Fenerbahçe 4. yenilgisini aldı. Oyun olarak ortaya bir şey koyamıyor; maçını izlerken taraftarlarına umut vermiyor.
Spor dediğimiz şey sadece mücadele, oyun, taktik değildir; yaptığın işten keyif almasını da biliyor olmak demektir.
Takım oyunlarında ekip olarak işini sevdiğini etrafa gösterbiliyor olmak çok önemli ve bir o kadar da değerli seviyedir.
Bu saydığımız gerekliliklerin biri bile konu Fenerbahçe olduğunda çok uzağında bir yerde duruyor.
Mesela Konyaspor belki oyuncu marka değeri bakımından Fenerbahçe’nin altında olmasına karşın yaptığı işten keyif aldığını gösterebilen, bunu da mücadale ederek ortaya koyabilen bir takım gibi duruyor.
İşler biraz ters gittiğinde etrafı toparlayacak bir lider arar gözler.
Bu bazen saha içindedir, kulübededir; kenardaki teknik yönetimdedir.
Fenerbahçe’nin tarihine baktığımızdaysa çoğunlukla bu lider Başkan’dır!
Avrupa’daki maçtan sonra Fenerbahçe’nin zor bir sürece girdiğini yazmıştım, bunu elbette geçmişten alınmış derslere dayanarak ifade ediyordum.
Neydi bu ders; Fenerbahçe’nin yönetilemeyen büyüklük olarak önümüzde duran gerçekliği.
Kaybedilmiş bir Süper Lig karşılaşmasının ardından teknik taktik konuşmak daha doğru olur ancak bu sabah haftaya başlayan hiçbir Fenerbahçelinin içinden Alanyaspor maçını konuşmak gelmeyecek.
Oysa istatistiksel bakımdan hiç de fena olmayan bir 90 dakika çıkardı Fenerbahçe.
Guardiola yakın zamanda çok güzel bir şey söyledi; “istatistik konuşacaksak bizi yenebilecek bir takım yok. Bu kulübün son 4 yıldır yaptıkları belli, istatistik seviyesinde kaybedemeyiz.”
Oysa Manchester City çok ilginç maçlar kaybediyor. Her sezon da şampiyon olmuyor!
Hani bir klişe vardır; “futbol basit oyundur” denir, “futbolu zor hale getirenler onu basit oynayamayanlardır” diye eklenir ya işte Fenerbahçe bunun içinde debelenip duruyor.
Bu ortam ne f