Dakika 87.
Maç sıkışmış ve neredeyse de 2 puan avuçtan gitmek üzere...
İnanılır gibi değil; oyuna 16 yaşındaki Arda Güler giriyor.
50 yıldır futbolu aynı at gözlüğü ile yorumlamaya devam eden bakış açısına göre bu değişiklik olsa olsa “Ağam bizimle eğleniy” şeklinde tepkiyi hak ediyor.
Aynen Helsinki maçında Arda’nın topu alıp o serbest vuruşu kullanmaya teşebbüs etmesine verilen gibi...
“O kadar da değil!”
Aksine tam da o kadar işte!
Arda oyuna giriyor, olması gerektiği yerde koşuyor, rakibini üzerine çekiyor ve karşılaşma boyunca sürekli ıslıklanarak izlenen Samatta’dan aldığı pası Zajc’a uzatıveriyor ve o da çok düzgün bir vuruşla 3 puanı getirecek perdeyi açan golü atıyor.
Vitor Hoca maç sonunda “ben gençlere şans vermiyorum, onlar hak ettiği için formayı alıyor” diye durumu açıklıyor.
Bu, geleneksel bakış açısını parçalayan yepyeni bir anlayıştır.
Yokluk zamanları kimi fırsatların ortaya çıkması için de ortam yaratır.
Fenerbahçe’nin yaşadığı sakatlık sıkıntıları kulübede daha fazla genç oyuncu olmasını mecbur hale getirdi.
Pelkas, Novak, Mert Hakan oynayabilecek durumda olsalardı Helsinki ve Antalyaspor karşısında Muhammed ve Arda kendilerine bu kadar şans bulabilir miydi, hiç kuşkusuz buna bir an duraksamadan hemen “evet” diye cevaplama şansımız bulunmuyor.
Mesele o şans kapıyı çaldığında hazır olup olmadığındır.
Geçen sezon Fenerbahçe QPR’dan 22 yaşındaki Osayi’yi transfer ettiğinde genç oyuncu kariyerinde 194 resmi maça çıkmıştı bile.
Ömer Faruk Beyaz’ın yaşındayken de (17) çoktan 97 resmi karşılaşmada oynamıştı.
Oysa Ömer Faruk daha sadece 22 maça çıkabildi ve oyuncu tercihini yurtdışından yana kullanırken, geçen sezon bir anda istenmeyen adam ilan edilip, kadro dışı bırakıldı.
Nedeni bu kadar açıktı oysa!
Bir örnek ile pekiştirelim; 20 yaşındaki Foden geçen sene Manchester City’de 50 maçta forma giydi. Kritik karşılaşmalarda önemli galibiyetleri getiren golleri attı, asistlerini yaptı ve artık takımın çok önemli bir oyuncusu haline geldi.
Buralar önemlidir.
Pereira’nın ilk sezonunda onun forma adaleti üzerinden defalarca tartışma yaşanmıştı.
Hoca bu sezon işi en başından sıkı tuttu, kendine sorun olabilecek kimi oyuncuları baştan oyunun dışına çıkardı, kalanlara da net mesajlar gönderdi.
Mesut’u çıkarıp yerine Muhammed’i almak önemli bir teknik adamlık iradesidir; 3 gün sonra 87. Dakikada 16 yaşındaki Arda’yı oyuna alarak da bunun rastlantısal bir durum olmadığını bize ikinci defa gösterdi.
Fenerbahçe’nin artık Süper Lig’de fark yaratacak taktiksel bir kurgusu ve oyun planı olduğunu söyleyebiliyoruz.
Bu plan her geçen gün biraz daha gelişiyor, yerleşiyor ve oyuncuların da oynamaktan keyif aldıkları bir düzene doğru evriliyor.
Geçen sezon sıklıkla bunu anlatmaya çalışmıştım.
Sıkışan oyunu 5 değişik hakkının verdiği rahatlıkla oyuncu tercihi kullanarak açmaya çalışmak bir “teknik direktörlük” becerisi, mahareti değildir.
Bir plana bağlı kalmaksızın bunu hâlâ uygulamaya devam eden benzerleri olduğunu sıkıntı ile izliyoruz.
Farklı oyuncularla başka taktikleri oynamak pekala mümkündür ancak bunu sahada görebilmeli, ayırt edebilmeliyiz.
Fenerbahçe maçın başından itibaren belli bir sistem içinde hep aynı şeyi uygulamaya gayret etti.
Rakibe ön alanda baskı yaparak; hem oyun kurmasını engelledi hem de topu kazanmak için fırsat yarattı.
Bu baskı savunmanın da ileriye çıkmasını sağlayarak takımın boyunu kısalttı.
Takım boyunun kısalmasıyla daha düne kadar sadece stoper özelliklerini bildiğimiz Attila ve Tisserand’ın aynı zamanda iki kanat beki gibi oynayabildiklerini de gördük.
Attila 3, Tisserand 6 orta ile tamamladı maçı.
Klasik sistemlere göre savunma oyuncularına saha içinde çok daha yaratıcı olmalarına fırsat yaratan sistemin pratiğini izliyoruz.
Serdar Aziz’in girmesinden sonra Attila’nın kanat hücumcusu rolünde burada da iyi işler yapması takım yerleşimini daha dinamik hale sokarak Fenerbahçe’ye yeni bir hücum opsiyonu sağladı.
Buraya kadar yazılanların bir güzelleme metni şeklinde okumadığını umuyorum.
Çünkü sistem o kadar da iyi çalışmıyor.
Anlattığım; Fenerbahçe’nin saha içinde ne yapmaya çalıştığını, bunun bir takım oyunu olduğunu asla göz ardı etmeden, aksayan taraflarını bir ya da bir kaç futbolcuya fatura etmeden ve onları hedef tahtasına koymadan anlama çabasıdır.
Zaten takımın eksik, yerleştirilmeye çalışılan sistemin işlemesini sağlayacak çok daha yetenekli ve yaratıcı futbolcu olduğunu biliyoruz.
Mesele takımın ne yaptığının farkına varmasıdır.
Helsinki karşılaşmasında Mesut ve İrfan Can’ın sürekli birbirlerini arayarak oynamalarının ne kadar eksik olduğunun altını çizmiştim. Bunu tamamlayansa diğer oyuncularla birlikte zenginleştirmekten geçiyor.
Kenarda bekleyenin forma adaleti duygusunu içinde taşıyarak her an bir yıldız oyuncunun yerine oyuna girebileceğini bilmesi kadar o yıldız oyuncunun da yeri geldiğinde oyundan çıkabileceğine hazır olması çok önemli ve mücadele ruhunu güçlendiren bir unsurdur.
Fenerbahçe son üç maçını çok da iyi oynamasa da işte bu ruhu besleyerek kazandı.