Sezon Fenerbahçe adına büyük bir hayal kırıklığı ile tamamlandı.
Bir değil, iki kere değil, üç defa...
Üstelik üst üste iki sezonu Fenerbahçe bir anlamda teknik direktörsüz, benzer senaryoları tekrarlayarak bitirdi.
Eğer buna futbol aklı deniliyorsa burada ya tanımlamalarda bir sorun var ya planlama ve program yapmada.
Mesele şampiyonluğu kaçırmak değil; birbirinin ezeli rakibi 3 büyük Kulübün mücadelesinde elbette bir kazanan, iki kaybeden olur, hele böylesi son haftaya kadar süren heyecanla getirirsen...
Hemen şunu belirteyim; Fenerbahçe, Galatasaray’ın yaptığını gerçekleştirmiş olsaydı bugün böyle yazmazdım; hatta buradan bir övgü betimlemesi de çıkarırdım muhtelemen. Ama Fenerbahçe’nin sezon başından sonuna kadar getirdiği yer, önceki tecrübelerle de bir araya getirildiğinde başka bir başarısızlık seviyesine getiriyor işi.
Fenerbahçe 3 defa son maçta şampiyonluklar verdi rakiplerine.
Büyük travmalar atlattı.
Defalarca kere yazdık; ligimizin kalitesi ortada, Avrupa’daki hiçbir benzeri ile yarışacak durumda değil belki ancak muhtemelen önümüzdeki Cumartesi günü futbolla ilgili birçok ülkenin gözü kulağı merak içinde Türkiye’de olacak.
Maçlar oynanmadan önce kim Beşiktaş ve Fenerbahçe kaybedecek; Galatasaray kazanıp, son maça şampiyonluk için çıkacak diye iddiada bulunsa şöyle bıyık altından gülerek karşılık bulurdu herhalde.
Zaten İddaa tahmin bültenine göre 1’e 26,125 oranı vardı bu üç ihtimalin toplamının.
Ama oldu.
Beşiktaş’ın süreci bir süredir yönetemediği belliydi, rahat getirdiği lig yarışını kelimenin tam anlamıyla krize soktu.
Fenerbahçe için zaten sezon başından beri yazıp çiziyoruz; inişlerim, çıkışlarım, o kendimden kaçışlarım, gidişlerim, dönüşlerim, içimdeki sır, o kısır döngülerim, diye.
Fenerbahçe bu sezonu Kadıköy’de kaybetti.
Ancak bu kadar avuçlarının içine kadar gelen avantajı dün o 90 dakikayı yönetmeyi beceremeden ezeli rakiplerine teslim etmek başlı başına katmerli başarısızlıktır.
Karşılaşmanın son dakikasında gelen gol ve hakemin maçı bitiren düdüğünden sonra saha içi ve kenarında oluşan görüntü ile hafızalara kazınan iki fotoğraf karesi...
İşte Fenerbahçe’nin yıllardır özlemini duyduğu, çektiği eksik duygunun ifadesi.
Şöyle bir geriye doğru hafızamızı zorlayalım; son yıllarda, kaç tane böylesine önemli, son saniyelerde atılmış bir gol hatırlıyoruz?
Hemen herkesin aklına 2010-11 sezonunda Kadıköy’de Gaziantepspor’a 90+4’de Santos’un attığı gol gelecektir.
Saha içi ve dışını soruyorum; nasıldı o günkü duygu?
Önce saha içini konuşalım zaten en önemlisi de orası; kazanmak için son saniyeye kadar rakip kalede gol arayan Fenerbahçe vardı değil mi?
Arayınca, vazgeçmeyince mutlaka o golü atıyorsun işte!
Attığında başardığın zorluğun mutluluğu da sevinci de başka seviyelerde yaşanıyor.
Fenerbahçe maça 14 dakikada 3 gol atarak başlayınca ister istemez akıllara Cumartesi günü Beşiktaş’ın Hatayspor karşısındaki gollü karşılaşması geldi.
Beşiktaş ile ilgili son zamanlarda dile getirilen en önemli vurgu, takımın şampiyonluğu ne kadar çok istediğine dair ve bu Hatayspor karşısında alınan 7-0’lık galibiyetle de zirve yaptı.
Peki Fenerbahçe?
Geçen maçta Alanyaspor karşısında oyunu bir türlü çözemeyen Fenerbahçe için sezon hep bir inişler çıkışlarla geçti ve bir kere hariç “şampiyon olacak takım havasını” bize gösteremedi.
14 dakikada atılan 3 gol oraya bir nazire gibiydi.
Bir anda dikkatleri üzerine çekti. Acaba daha büyük fark olur muydu?
Valencia, Osayi ve Samatta yakaladıkları uygun pozisyonları bitirebilseler bu maçın 6-0’a gelmesi haklı bir sonuç olurdu. Hatta diyebiliriz ki bu kadar açık skor daha büyüğüne kapı da açabilirdi.
Ama olmadı.
Fikret Kızılok’un bir şarkısında söylediği gibi;
İnişlerim çıkışlarım
O kendimden kaçışlarım
Gidişlerim dönüşlerim
İçimdeki sır
O kısır döngülerim
Herhalde Fenerbahçe’nin bu sezon yaşadığı süreçleri açıklayan dizelerden en anlamlılarından biri de bu olurdu.
Bir fırsat daha kaçtı.
Karşılaşmanın ilk yarısı bittiğinde Fenerbahçe’nin kaleyi bulan 9 isabetli şutunda 3’ü gol olmuş, 6’sını da Kasımpaşa kalecisi Ertuğrul güçlükle çıkarmıştı.
Kaleci bu maçı 7 kurtarışla tamamladı.
Fenerbahçe’nin özellikle kalesinde golü gördüğü 21. Dakika ile 45. Dakikası arasında oynadığı futbol sezonunun en etkili, en iyisi ve hatta şampiyon olacak takım derdirtecek türdendi.
Fenerbahçe ile Beşiktaş’ı sezon boyunca ayırt eden en önemli vurgu işte son yazdığım cümlenin içinde gizli.
Düşünün, sezonun 36 haftası boyunca, Fenerbahçe’nin farklı kazandığı maçlardan sonra bile kimse “şampiyon olacak takım” yakıştırmasının yanına bile uğramamıştı.
Bırakın şampiyon takım oyununu, en büyük mesele zaten takımın bir oyun planı olmayışıydı.
Erol Bulut’un ipini çeken de bu oldu.
Sezon boyunca bunun nedenlerini çokça yazdım, önemli bölümünün doğru olduğunu düşünüyorum. Bu artık başka bir yerde kaldı.
Sezonun 35. Haftası sona erdiğinde genel duruma bir bakalım.
Galatasaray’da Fatih Terim’in maç öncesinde özellikle geçen hafta Başkanları tarafından yapılan gündemi konu alan yorumlarını dinledik. Haftalardır Galatasaray’da bir iç karışıklık ve huzursuzluk var; bununda takımın performansına etkide bulunduğu ortada.
Galatasaray Mart ayında çıktığı karşılaşmalarda 12 puan kaybetti.
Beşiktaş ile ilgili de bir an için N’Koudou’nun kaçırdığı penaltı öncesi, sırası ve sonrasındaki rahatlığını gözünüzün önüne getirin. 2-0 öne geçtiği karşılaşmayı 2-2 tamamladılar. Beşiktaş’ı 2-0’a taşıyan kendi oyuncuları değil, rakip takımın savunma oyuncusu Kulusic’in kendi kalesine gönderdiği toplardı.
Dar bir kadro ve sürekli sakat ve cezalılarla da istikrarlı bir takım kurmada zorlanan Sergen Yalçın.
Fenerbahçe ise tartışmalarını Milli ara öncesinde yapıp bitirmiş, Emre Belözoğlu liderliğinde sanki kendisini bir havaya sokmaya çalışan bir takım görüntüsüne bürünüyor.
Evet, haftalar önce Erol Hoca’nın devam etmesi gerektiğini savunmuştum ancak bugün aynı durumda Erol Hoca hala takımın başında olsaydı, tüm tartışmalar onun etrafında dönüyor duruyor olacaktı, bunu itiraf etmeliyiz.
Oy
Üç gün önce Malatya’da berabere kalan takım oyuncularının ortaya koydukları performans o kadar yerden yere vuruldu ki dün sahaya kim çıkarsa çıksın bir gurur mücadelesi sergileyeceklerini beklemek için kahin olmaya gerek yoktu herhalde.
Emre Belözoğlu teknik direktörlük kariyerinin üçüncü maçına çıkarken önceki iki karşılaşmada öğrendiği deneyimlerden bazı dersler çıkardığı da görülüyordu.
Denizlispor maçı sonrasında nasıl bir yorum yapmıştık?
Kısa dönemde maksimum kazancı getirecek bir oyuncu grubu ile yola çıkılması pragmatist bir yaklaşımdır ve doğrudur.
Sezonun bu bölümünde bazı oyuncuları kazanmak için çaba harcanmasına hiç gerek yoktur.
Hocanın kafasına uyan, ne istediğinden anlayacak, kolay iletişim kurabileceği ve kuşkusuz ona yakın bir oyuncu grubundan hedefe ulaşacak bir takım yaratması pekala mümkündür.
Bence ilk iki maçta Emre Hoca bu tercihleri sahaya çıkardı. Özellikle Yeni Malatya karşılaşmasında bazı oyuncuların beklenenin altında kaldığı görüldü.
Mesela Gustavo sakatlıktan döndükten sonra önceki Gustavo’nun oldukça uzağındaydı ve bir ezberin bozulmasının zamanı gelmişti.